Bu makālemde, Türk hat san'atının büyük isimlerinden Mustafa Râkım Efendi'nin iki kuşak yazısını ve civarındaki diğer kitâbeleri tanıtmak istiyorum.
Kuşak adı, bir âbidenin iç çevresini tamamen, yâhud kısmen kuşatan ve uzakdan okunabilmesi için celî (iri) şekliyle yazılmış olan yazılar hakkında kullanılır; hat san'atı Türkler'de daha yaygınlaşmadan önce de İslâm âleminde haylı örnekleri görülen bir tarzdır. Hele kar, yağmur, aşırı soğuk gibi zararlı iklim şartları bulunmayan ülkelerde, binaların dış çevresinde de mermer, hattâ çini üstüne kuşak yazıları mevcûddur. Ancak tarihimiz boyunca en beğenileni, mermer üzerine -yazılı kısmı kabartma bırakılan- taş işçiliğiyle hazırlanmış olanlarıdır. Kısa ömrü bulunan kuşak yazıları ise, sıva üstü nakış olarak yapılanlarıdır; rutûbet ve kötü işçilik, çabuk bozulmalarının sebebidir.
Ekseriyâ câmi ve türbelerde rastlanılan, Kur'ân'dan münâsib bir sûrenin yer aldığı kuşakların, kesintisiz veya paftalara ayrılmış olarak iki şekli görülür. Duvarları çokgen, yâhud girintili çıkıntılı olan yapılarda, harflerin köşe dönüşlerindeki uğradığı sıkıntıyı yok etmek üzere, paftalı kuşakların (İstanbul'da Şehzâde Mehmed, Sultan Abdülmecid ve Sultan Reşad türbeleri) bilhassa tercîh olunduğu muhakkakdır. Düzgün bir kanal gibi eni başdan sona aynı kalan, boyu ise binanın müsaadesine bağlı bulunan kuşak yazılarda, Kur'ân sûresinin tamamına yer verildiği; yarıda bırakılmadığı için, sûrenin seçimi, harf guruplarının ölçülü ve nisbetli olarak kuşak sâhasına yayılması, hattatın ustalığına kalmış bir mes'eledir. Kuşak için ayrılan bölüm sûreye kâfi gelmediyse, sona doğru kalem inceltilip bir yerine iki satır olarak tamamlanır (Sultan I. Ahmed türbesinin kuşağı böyledir). Ender olarak ta'lîk (Kāhire'de Prens Mehmed Ali mescidi), nâdiren muhakkak (İstanbul'da Şehzâde Mehmed türbesi) ve kûfî (Kāhire'de Sultan Hasan ve Kansuh Gavri, Gebze'de Çoban Mustafa Paşa câmileri) yazılarının celî şekli kullanılmışsa da, kuşak için en yaygın olanı celî sülüsdür. Celî sülüs, hüner ve san'at göstermeğe en uygun gelen yazı nev'idir ve bununla kuşak yazılırken âyet aralarına konulması mûtad olan durak işâreti konulmaz, yazı kesintiye uğramadan sürer gider (paftalı kuşaklar müstesnâ).
Kuşak yazılar hakkında gözlemlerimize dayanan şu topluca bilgilerden sonra, tanıtılacak olan iki kuşağın hattatından kısaca bahsetmeliyim:
Mustafa Râkım (Ünye, 1757- İstanbul, 1826), Osmanlı / Türk hat san'atı'nda devir açmış dehâ mertebesindeki birkaç isimden biridir. Ağabeyi İsmâil Zühdi (ö.1806) ve Üçüncü Derviş Ali'den (ö.1785) meşk ederek yetişmiş; Hâfız Osman'ın (1642-1698) sülüs eserlerini kendisine rehber edinmişdir. Ressamlıkdaki mahâreti dolayısıyle değişik terkîb ve tertîblere pek müsâid olan celî sülüsde denenmemiş istifleri başarmış; pâdişah tuğralarında da eskisinden farklı ve ölçülü bir biçim gelişdirmişdir. Levha şeklindeki eserlerinden başka, mezar taşları ve âbideler üstünde taşa kabartma olarak işlenmiş kitâbeleri mevcûddur. Şimdi onun tebliğ konumuz olan celî sülüs kuşaklarından bahsetmek istiyorum:
1- Eski Cihangir Câmii'nde bulunuyorken, bu câminin geçen yüzyıl içinde yangın geçirmesi yüzünden, zamanımıza intikal etmeyen kuşak yazısı.
2- Fatih Câmii hazîresinde yer alan Nakş-dil Sultan türbesinin kuşağı (1234/1819).
3- Tophane'deki Nusretiye Câmii'ndeki kuşak (1241/1826).
Sultan II. Mahmud'un annesi Nakş-dil Sultan, 28 Ağustos 1817'de vefât edince, Fâtih Câmii'nin o zamanlar tamâmen boş bir sâha olan kıble tarafındaki arsaya gömülmüş; mimârîde son Barok örneği sayılan türbesinden başka sebil, çeşme, mekteb, imâret ve meşrûtadan mürekkeb hayrât topluluğu kısa zamanda inşâ edilmişdir. Celî ta'lîk ile Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi (ö.1849) tarafından yazılan sebîlin üstündeki uzunca tarih manzûmesi dışında, türbe ve diğer hayrâtın yazıları, Mustafa Râkım'ın elinden çıkmış ve taşa geçirilerek mükemmel bir şekilde işlenmişdir. Kabartma olarak görünen yazılar varak altınla kaplanmış, indirilmiş zemin koyu yeşil veya siyah renge boyanmışdır. Seçilen sûre ve âyetler, konulduğu yerlere uygun mânâ taşımakdadır.
Türbeye girerken, kapı üstünde Allah'ın bağışlayıcı sıfatını aksetdiren bir âyet bölümü (Zümer sûresi, 53) yer almakdadır. Türbenin kubbe kasnağında yer alan "İnsan" (Dehr) sûresi, insanın yaradılışından, dünya ve âhıret hayatından bahsetmekdedir. Râkım, 31 âyetlik bu sûreyi takrîben 65 cm. eninde ve 43 m. uzunluğunda bir kanalın içine "denge şâheseri" denilebilecek bir ustalıkla yerleşdirmişdir (Resim 1). Ancak, 14 m. çapında silindir biçimli bir loş yapı olan türbede, en az 8 m. yükseklikde yer alan yazıları, insanoğlu görmekde zorlanıyor ve "Keşke Nusretiye Câmii'ndeki kuşak gibi daha aşağı seviyeden geçirilseydi" diyor. Çok ustaca hâkk olunan bu şâheser, tamâmen dairevî bir mekâna yerleşdirildiğinden, mermer blokların falsosuz bağlanışı sâyesinde, harflerin bir önceki blokda kalan kısımları birbiriyle tam uyum sağlamışdır. Bu hâl, Nusretiye Câmii gibi düz duvarlı bir mekânda mes'ele olmaz, ama Nakş-dil için pek mühimdir. Avludan dışarı çıkılınca kapı üstünde insanları hayırlı işlerde yarışa teşvîk eden bir âyetle (Mü'minûn sûresi, 61), köşe sola dönüldüğünde kurumuş bir çeşme üstünde suyla alâkalı bir âyet (Enbiyâ sûresi, 30) görülüyor. Çeşmenin yazısı celî sülüsün müsennâ denilen karşılıklı tarzındadır. Lâkin alışılagelmiş şekilde değil de, âyetin yarısını çapraz olarak sağ altda başlatıp sol üstde; müsennâsını da sol altda başlatıp sağ üstde tamamlamışdır (Resim 2). Böyle bir uygulama da ancak Râkım gibi bir dehâya yakışır. Daha ötedeki mekteb kapısında "Oku!" emriyle başlayan âyetler (Alak sûresi, 3-5) yer alıyor. Râkım Efendi'nin Karadeniz kapısı üzerindeki son yazısında ise (A'râf sûresi, 54) imzâsı ve 1234/1819 tarihi görülmekdedir (Resim 3). Şunu da yeri gelmişken belirtelim: Bu dış kitâbelerin üçünde yer alan dâirevî Besmele'lerin her biri ayrı terkibde yazılmışdır. Bu da Üstâd'ın ibdâ kābiliyetine bir başka misâldir.
Râkım'ın zamanımıza gelen diğer kuşağı Nusretiye Câmii'nde bulunmakda olup Nebe' sûresini ihtivâ etmektedir (Resim 4). Burada onun son eseriyle de karşılaşmış olacağız. Çünkü ömrünün bitiş yılında zâten sol tarafı felçli bulunan vücûdu dolayısıyle, talebelerinden Hâşim (ö.1846) ve Recâi Şâkir (1804-1874) efendilerin de yardımı sonucu, zor şartlarda 40 âyetlik bu sûreyi bitirmiş ve imzâlamışdır. Nakş-dil'deki gibi taşa hâkk olunan ve varak altınla kaplanan siyah zeminli bu letâfet örneği de 41 m. boyunda ve tahmînen 60 cm. yüksekliğindedir. Her kuşak gibi düzgün bir kanal şeklinde ilerliyorken, mihrâb sofasına girdiğinde yükselmek mecbûriyetinde kalıp, sonra tekrar eski seviyesine inen (buna hat ıstılâhı olarak deve boynu adı verilir) kuşak (Resim 5), bu husûsiyetiyle benzersizdir; lâkin Nakş-dil türbesindeki kuşağın -Râkım'ın hastalığı dolayısıyla- hüsn-i hat noktasından daha kudretli olduğunu teslîm etmek gerekir.
Bütün celî sülüs yazılar için âdet olduğu üzere Mustafa Râkım'ın, kuşaklarını sağlam kâğıdlara siyah mürekkeble yazıp, tashîh etdikden sonra, harflerin kıyılarından iğnelenmesiyle kalıb hâline getirdiği, hâlen Türk ve İslâm Eserleri Müzesi'nde üç sandık içinde saklanan örneklerde görülmekdedir. Her iki kuşak da burada kalıb şeklinde mevcûddur (2509/Nebe' sûresi, 2510/İnsan sûresi, Resim 6). Ayrıca, korunan diğer iki kuşakdan (26-5 / Fetih sûresi, 2646 / Mülk sûresi) birinin Cihângir Câmii'nde yanıp da bugün yerinde olmayan kuşak olduğunu sanıyorum. Lâkin diğerinin neresi için yazıldığını bilmek şimdilik mümkün değildir.
XVI. asırdan beri İstanbul'da çini üstü örneklerine (Piyâlepaşa Câmii, Kānûnî, Rüstem Paşa, Sultan III. Murad türbeleri...) rastlanan kuşak yazılara XVIII. asırda mermer üstü kuşaklar eklenmişdir (Nurûosmaniye ve Eyüb Sultan câmileri...). Ancak celî sülüs kemâle ermek için hep XIX. asrı ve Mustafa Râkım denilen hat dehâsını beklemişdir; o derecede ki bu yazı nev'ini "Râkım öncesi-Râkım sonrası" şeklinde ayırmak daha sonra yetişen ve XX. yüzyıla uzanan hattatlar zincirine ilhâm kaynağı olmuşdur. Büyük celî üstâdı Sâmi Efendi'nin (1838-1912) şu sözü ne kadar mânâlıdır: "Râkım geçilmez, geçilemez. Râkım'ı geçmek isteyenler geri döner". "Son Hattatlar" müellifi İbnülemin Mahmud Kemâl İnal'ın (1871-1957) şu kıt'asıyla sözlerimi noktalıyorum:
"Mustafa Râkım'a dense, lâyık
Muhteşem hatt-ı celî sultânı
Tek yaratmış onu Rabb-i Kādir,
Gelmemiş, gelmeyecek akrânı"
Prof. Uğur Derman
Resim 1: Mustafa Râkım'ın Nakş-dil türbesi içindeki kuşağından bir bölüm.
Resim 2: Mustafa Râkım'ın Fâtih Câmii hazîresi dışındaki çeşmeye müsennâ celî sülüsle yazdığı "su" âyet-i kerîmesi.
Resim 3: Fâtih hazîresinin Karadeniz kapısı üzerindeki Râkım'ın celî sülüs hattı (1234/1819).
Resim 4: Nusretiye Câmii'ndeki Nebe' kuşağının bir kısmı.
Resim 5: Nusretiye Câmii'ndeki mihrab sofasında Râkım'ın "deve boynu" denilen şekilde kuşağını sürdürmesi.
Resim 6: Nakş-dil Türbesi'ndeki kuşağın kalıbları (TİEM-2510).