Arama

Prof. Uğur Derman
Aralık 10, 2022
Bosnalı hattatlara dâir…

Hüsn-i hat, Osmanlı Türkleri arasında, münevver zümrenin çok sevip saydığı bir san'at dalıdır. Her şeyden önce dînî gayretle, ecdâdımızın sahib çıkdığı hüsn-i hat, ister varlıklı, isterse yoksul olsun, ilim tahsîline açık bulunan kimselerin ilgisini daima çekmiş; bir muallimden -herhangi bir ücret ödemeksizin- hat meşk ederek bu san'ata dahil olmuşlardır. Hattatlar arasında "ilmiyye" sınıfına mensub kimselerin çokluğu dikkati çeker. Lâkin askeriyeden tutun, serbest meslek erbabına kadar azımsanmayacak bir meraklı sayısı her devirde bulunmuşdur. Hat öğrenen her şahsın, bu tahsîli sonunda hattat olamadığı da bir gerçekdir.

Hat san'atının dünyâdaki merkez ve makarrı, fetihden sonra İstanbul olmuş ve bunu zamanımıza kadar da sürdürmüşdür. Bu şehirden uzaklaşıldığı nisbetde hüsn-i hat da san'at vasfını tedrîcen kaybeder. Lâkin İstanbul'a yakın olmayan Osmanlı topraklarında doğup da, bu şehre ulaşabilenlerden hat san'atına merak saranlar, bunun âlâsını İstanbul'da öğrenmek imkânına erişirler. Osmanlı'nın Rumeli vilâyetleri de bu hükmün dışında değildir.

Burada sunacağım makālenin konusunu tesbît ederken, henüz bir incelemeye girişmemiş olduğum için, daha umumî bir başlıkla Rumelili Hattatlar'dan bahsetmeyi uygun bulmuştum. Ancak araştırmaya başlayınca gördüm ki, bizim hat tarihi kaynaklarımızda yer alan birçok Rumelili hattat arasında Bosnalılar da az değildir. Bundan dolayı sizleri Osmanlı hat kaynaklarında görebildiğim Bosnalı hattatlarla tanıştırmak istiyorum. Lâkin tedkîkat kasdıyla ayırabildiğim zamanın darlığından ötürü, bunların eserlerinden kâfi örnekler veremeyeceğimi itiraf etmeliyim. Bu, belki de daha ilerde gerçekleştirilebilir.

Bahsedeceğim Bosnalı hattatları üç bölükde ele almak doğru olur:

1) Doğduğu şehirden İstanbul'a gelerek yerleşenler

2) İstanbul'daki ikāmetinden sonra memleketine tekrar dönenler

3) İstanbul dışındaki başka bir Osmanlı toprağına yerleşenler

Farazâ, Bosna'dan İstanbul'a gelip de asıl tahsîlinin yanısıra, hüsn-i hat meşk eden biri, aldığı memuriyetle meselâ Şam'a, Kāhire'ye gittiği zaman öğrendiklerini oralarda öğretmeyi zevkli bir gāye edinir. Bunun dışında, İstanbul'daki tahsîlini bitirdikten sonra memleketine dönüp, faaliyetini hayatı boyunca sılasında devam ettirenler de mevcûddur.

Şimdi de tesbît edebildiğimiz hattatları sıralayalım:

Abdülkādir Bosnevî: İstanbul'a gelerek Hâlid Erzurûmî'den (ö.1631'den sonra) sülüs-nesih öğrendi. 1666'da vefât etdi.

Ahmed Bosnevî (XVIII.asır): İstanbul'da ilim tahsîlinin yanısıra sülüs-nesih ve Kâtibzâde Mehmed Refî Efendi'den (ö.1768) ta'lîk meşketdi.

Derviş Hüsâmeddin (XVII.asır): Bosna'dan, evvelâ İstanbul'a gelerek sülüs-nesih yazılarını öğrendi; sonra o vakitler Osmanlı toprağı olan Şam'a yerleşerek, burada Kāniî isimli bir Îranlı hattatdan da ta'lîk hattını meşketdi ve kalan ömrünü bu şehirde sürdürdü.

Hurrem Bosnevî (XVIII. asır): Ta'lîk hattatıdır, lâkin Bosna'da mı, İstanbul'da mı yaşadığı belirtilmiyor.

Hüseyin bin Abdullah (XVII. asır): Bosna'dan gelip Hasan Üsküdârî'den (ö.1614) yazı meşketdi ve sonra tekrar memleketine dönerek orada devrinin sayılı hattatlarından oldu.

İbrahim bin Sâlih: Sülüs kalemiyle nesih hattı yazmakta mâhir Bosnalı bir hattatdı. 1689 tarihi civârında vefât etdi. Hâfız Osman'ın (1642-1698) ders arkadaşlarından olduğu sanılmakdadır.

İsmail Bosnevî (XVIII.asır): Önce, Hâfız Osman'dan, sonra Yedikuleli Seyyid Abdullah Efendi'den (1670-1731) hat meşketdi. Arpa emîni rûznamçesinde kâtib olarak çalışdı. Yüz yaşına eriştiğinde vefât etdi. Oğulları Mustafa ve Dâvud efendiler de hattatdır.

İsmail Bosnevî (Noktacızâde): Eğri defterdarı İbrahim Efendi'nin oğludur. Topkapı Sarayı'ndaki Enderûn mektebine alınıp, burada sikke ressamı Ömer Ürgübî'den (ö.1718) hat meşketti. Bâbüssaâde ağalarının muhâsebesini tuttuğu için, yazılarındaki imzâlarını İsmâilü'l-muhâsib olarak atardı. Sultan III. Ahmed'in emriyle bir Kur'ân-ı Kerîm yazmış ve bu vesîleyle pâdişâhın ikrâmına mazhar olmuşdur. Lâkin bu mushafın şimdilerde ne olduğu bilinmiyor, Topkapı Sarayı'nın hiçbir kütübhânesinde rastlanmamışdır. Ayrıca En'âm, evrâd, murakkaa ve kıt'alar yazdığı nakledilen Muhâsib İsmail Efendi'nin sülüs-nesih bir kıt'ası TSMK, Hazîne 2300'dedir (Resim 1). Yetişdirdiği hattatlardan sâdece Ahmed Merâmî (ö.1743) tesbît edilebilmişdir (Resim 2). Eski sadrâzamlardan Amcazâde Hüseyin Paşa'nın da damâdı olan hattatımız, 1748'de vefât ettiğinde kayınpederinin evvelce Saraçhâne'de yaptırdığı külliyedeki hazîreye defnedildi.

Bosnalı İsmail Efendi'nin hat san'atına -bence- en büyük hizmeti, Suyolcuzâde Mehmed Necib Efendi'yi (ö.1758) Devhatü'l-Küttâb isimli hattatlar tezkiresini yazmağa teşvîk etmesidir. Eğer, onun bu ısrârı olmasaydı, telîfi 1737'de biten bu kaynak eserden biz şimdi mahrum kalacakdık. Suyolcuzâde, bu teşvîkın hikâyesini kitabının başında şöyle anlatıyor: "Kıymet bilenlerden İsmailü'l-muhâsib, bir gün bana, hayatta olan ve olmayan hattatlara dâir bir eser yazmamın iyi olacağını söyledi. Ben de daha önce yazılmış bulunan Nefeszâde İbrahim Efendi'nin Gülzâr-ı Savab isimli eserini hatırlattım. Cevâben: 'Evet, Gülzâr-ı Savab değerli bir kitabdır. Fakat ondan sonra da hattatlar yetişmiştir. Siz de onları yazarsınız' dedi. Onun bu sözünü doğru buldum ve şu eseri kaleme aldım. Kitabımın meydana gelmesine bu zât sebeb olmuşdur"

Kâtu Mehmed Efendi: Boşnak dilinde kâtib kelimesinin kısaltılıp yuvarlanmış şekli olan "kâtu" bu zâtın lakabıdır. Saraybosna'dan Topkapı Sarayı'na gelerek, Enderûn'a kabûl edilen Mehmed Efendi, sülüs-nesih yazılarını Derviş Ali'den (ö.1673) öğrenip icâzet aldı. Saray'daki Hasoda'da peşkir ağalığında bulundukdan sonra 120 akçe maaşla Enderûn'un meşk hocalığına getirildi ve burada birçok talebe yetiştirdi.Bunlardan tesbît edilebilenler: Sakazâde Mustafa (ö.1708), Mehmed bin Şâhin (ö.1701) ve sikke ressamı Ömer Ürgübî Efendilerdir. Ayrıca, zamanımıza kadar erişen hat eserleri de vardır. Sülüs-nesih hatlarıyla yazılmış tarihsiz bir müfredat ve mürekkebât meşk murakkaası TSMK, Emânet Hazînesi, 2541'dedir (Resim 3). 1685'de vefât etdi. "Cilvegâh olsun Mehemmed Kâtu'yā Darü'l-cinan" ebcedle ölüm tarihidir.

Mehmed bin Ahmed (Nergiszâde): Saraybosna'dan İstanbul'a gelerek Kāfzâde Feyzullah Efendi'den sülüs-nesih yazılarını öğrendi. Ayrıca şikeste ta'lîk ile uğraşdı. Bosna'da müderrislikte bulundu. Tekrar İstanbul'a dönünce Revan seferi için vak'anüvislik vazîfesine getirildi. Lâkin, ordunun henüz Gebze'ye vardığı Şevval 1044 (Mart 1635) ayında, binek hayvanından düşerek vefât etdi. Şiirdeki mahlası Nergisî'dir ve kendisinin beş eserden oluşan Hamse'si, ayrıca dîvânı vardır. Kaleminin sür'atine misâl olarak Bayezid Camii'nden Fatih Camii'ne yürüyüşü esnâsında bir Avâmil kitâbını yazıp bitirdiği rivâyet olunur. Beyzâvî Tefsîri gibi geniş bir eseri de kırk günde istinsâh etmişdir. Esâsen, müstensihliği meslek edindiği, zamanımıza kadar gelmiş yazma eserlerinden anlaşılıyor. Meselâ, Ayasofya Kütübhânesi'ndeki (nu.1504) Vikāyetü'r-Rivâye isimli yazma kitab (113 varak), 1018/1609 yılında hurde ta'lîkle Nergiszâde tarafından yazılmışdır (Resim 4).

Mehmed Mostârî: Mazanna'dan (Allah'ın velî kulu sanılanlardan) İbrahim Çelebi'nin oğludur. Hâfız Osman'dan sülüs-nesih öğrenip memleketine dönerek, orada eserler verdi. Vefâtı 1712'dir.

Mustafa Bosnevî: İstanbul'a geldiğinde Bayezid'deki Eski Saray'ın baltacıları arasına kabûl edildi; sonra şıkk-ı evvel defterdarlığına, daha sonra da üç tuğ ile Belgrad muhâfızlığına memûr olundu. Sülüs-nesihde mahâreti bulunmakla berâber dîvânî hattını fevkalâde yazarmış. Îran hudûdundaki Revan kalesinin muhâfızıyken 1724'de vefât etdi.

Mustafa bin İbrâhim Mostârî: İstanbul'a gelerek Hâfız Osman'dan sülüs-nesih yazılarını meşk etti. Ulemânın mûtemedi oldu. Hayvan ticâretiyle uğraşdı. 1749'de vefât etdi. Oğlu Tahir İbrahim Efendi de hattatdır.

Osman Bosnevî (XVIII.asır): İstanbul'a gelip sonra Kāhire'ye gitdi. Orada Seyyid Mehmed Nuri Mısrî'den (ö.1749) sülüs-nesih öğrendiyse de icâzet almamışdı. Devhatü'l-Küttâb müellifi Suyolcuzâde Mehmed Necib Efendi, Mısır'a kādı olarak gittiğinde tanışdığı Osman Bosnevî'nin hattını beğenerek kendisine icâzet verdiğini, anılan kitabında belirtiyor.

Sâlih Salâhî: Bosna'dan İstanbul'a gelip Topkapı Sarayı'ndaki Enderûn'a alınarak, burada Yedikuleli Seyyid Abdullah Efendi'den sülüs- nesih yazılarını öğrendi. Pâdişâhın "sır kâtibi" oldu. Sonra Saray'dan çıktığında Tersâne-i Âmire'de vazîfe aldı. Şevval sonu 1201 (Ağustos 1787)'de doksan yaşını aşmış olarak vefât etdi.

Süleyman Bosnevî: İstanbul'a gelerek önce Kevkeb Mehmed (ö.1717), sonra Yedikuleli Seyyid Abdullah Efendilerden hüsn-i hattı öğrendi. Fatih'deki sahn-ı semân medresesinde hat meşkedip talebe yetiştirdi. Vefâtı 1751'dedir.

Süleyman Mezâkî: İstanbul'a gelip Topkapı Sarayı'ndaki Enderûn'a alınarak, burada Belgrâdî Mehmed Efendi'den (ö.1670) sülüs-nesih yazılarını meşketdi. Saray'dan ayrıldıkdan sonra Köprülü Fâzıl Ahmed Paşa dâiresine girip "tezkirecilik" rütbesini kazandı. Ramazan 1087 (Kasım 1676)'de vefât etti. Kendisinin şiirleri de vardır, dîvânı TSMK, Revan 786'da mevcûddur. Ölümü için ebcedle "Bezm-gâh ola Mezâkî'ye cinân" mısrâı tarih olarak düşürülmüşdür.

Yahyâ Bosnevî: Babasıyla Bosna'dan Mısır'a gidip, Kāhire'de Seyyid Mehmed Nûri Mısrî'den sülüs-nesih meşketdi; ayrıca ta'lîk hattını öğrendi.Bir ara İstanbul'a geldi, yaşlılık zamanlarında Bosna'ya dönerek orada 1742'den sonra vefât etdi. İmzâlarını, Bosnalı olduğunu belirtmeksizin, Yahyâ Mısrî olarak atardı.

Zekeriya bin Hüseyin: Babası Bosnalıdır; fakat kendisi Şam'da doğmuşdur. Sonra İstanbul'a gelip Tophâneli Mahmud Efendi'den (ö.1670) ta'lîk hattını öğrendi. Haylı yaşlı olarak Muharrem 1073 (Ağustos 1662)'de vefât etdi.

Zekeriyâ Sekrî: Bosna'dan İstanbul'a gelip Derviş Ali'den Şeyh Hamdullah (ö.1520) tavrındaki sülüs-nesih yazılarını öğrendi. Köprülü Fâzıl Ahmed Paşa dâiresine girdi ve reisü'l-küttâb şâkirdlerinden oldu. 1683'de vefât etdi. Dîvân sâhibi bir şâirdir.

Bu çalışmamda ben sâdece yukarda bahsi geçen Devhatü'l-Küttâb'a ve Müstakîmzâde Sâdeddin Efendi'nin Tuhfe-i Hattātîn isimli kitabına, bir de İsmail Baykal'ın Enderûnlu San'atkârlar isimli basılmamış eserine müracaat etdim. Menâkıb-ı Hünerveran, Hatt u Hattâtân ve Son Hattatlar'da Bosnalı hattatlara rastlamadım. Tesbît edilebilen yirmi hattat ismi üçyüz yılı aşkın bir zaman dilimi için çok az sayılır ve XVI. asırda yaşayan hattatlardan hiçbiri belirlenememişdir. Herhâlde Boşnak kaynaklarında daha başka isimlere de rastlamak mümkün olacakdır. Nitekim, şahsen öğrenmek istediğim bir Bosnalı hattat var: Makālemi nâçiz koleksiyonumda yer alan ve hayatına dâir sâdece Menâkıb-ı Hünerveran'da: "Bosna Sarayı'nda sâkin Molla Abdurrahman" (s.26) kaydını bulduğum Abdurrahman Bosnevî isimli hattatın görülen şu sülüs kıt'ası ile bitiriyorum (Resim 5).

Prof. Uğur Derman

Resim 1: İsmail Muhâsib Efendi'nin sülüs-nesih bir kıt'ası.

Resim 2: Eski sadrâzamlardan Amcazâde Hüseyin Paşa'nın da damâdı olan Bosnalı hattat Ahmed Merâmî'nin medfûn bulunduğu Saraçhâne'deki Amcazâde Hüseyin Paşa Medresesi.

Resim 3: Kâtu Mehmed Efendi'nin sülüs-nesih murakkaasından son iki kıt'a.

Resim 4: Nergiszâde'nin hurde ta'lîkıne örnek.

Resim 5: Abdurrahman Bosnevî'nin sülüs hattı.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN