Eski Mürekkepçiliğimiz- 1
Bugünün tükenmez veya dolma kalem nesli, geçmiş asırlarda dedelerinin mürekkep mevzuundaki gayretlerini ve çektikleri zahmetleri acaba hiç düşündüler mi?
Avrupa usûlü mürekkebin bize intikāli iki asrı geçmişken, kullanıldığı yerlere bir bakın. Okunamaz derecede solanlar veya o yolda olanlar yıllar geçtikçe çoğalmakda... Halbuki, eski Türk mürekkebiyle meydana getirilen eserler, asırlar ötesinden, daha yeni yazılmışcasına güzelliğini ve parlaklığını muhafaza ederek, bu cihetten de, hayranlık kazanmaktadır. 1934'de Sultanahmed'deki Adliye binâsı ile berâber yanan eski evrâkın okunmasına Tuğrakeş İsmail Hakkı Bey'le (Altunbezer, 1873-1946) birlikte memur edilen Hattat Necmeddin Efendi (Okyay, 1883-1976) eski mürekkeple yazılmış olanların kömürleşseler bile el dokunmadan rahatça okunabildiğini hayretle gördüklerini, buna mukābil Avrupa mürekkebi ile yazılanlardan bir şey seçilemediğini söylemişdi.
Yazının üç aslî unsuru olan kalem, mürekkep ve kâğıddan ilk ikisini Batı medeniyeti birleştirdi. Şurası muhakkak ki, bu günün imkânlarıyle daha kolay yazıyoruz. Lâkin, en basit yazı nev'inde bile bediî zevkı ön plânda tutan ecdâdımız, o nârin kamış kaleme münasib bir mürekkep nev'ini de, elbet en güzel, en tabiî şekliyle bulup çıkarmışdır. Kalem ki, elin dili sayılır; mürekkep de onun en güzel terennümü olmalıdır.
Hele mürekkep (midad) hakkında nâzil olan şu âyet-i kerîme, ondan nasîb ve şevk alanların hazırladığı mürekkeplerle nice nice yazılıp tekrarlanmış, sayısız Kur'ân-ı Kerîm şâheserleri vücuda getirilmiştir: "De ki: Rabbimin sözlerini yazmak için, denizler mürekkep olsa ve bir o kadarını da katsak, Rabbimin sözleri tükenmeden, denizler tükenirdi" (Kur'ân-ı Kerîm, sûre:18, âyet:109).
Eski mürekkepçiliğimizde, şâyed bir renk tasrîhi yoksa, akla ilk gelen siyah is mürekkebidir. Bunu çin mürekkebi zannedenler, bizde maalesef ekseriyettedir. Klasik tarzda, yapılması için lüzumlu maddeleri nazmen nakledelim:
Midâdın cümle eczâsının seri,
Gerekdir dûde-i hâlis ü târi.
Zamıgdır midâdın kıvâm-ı medârı,
Cümle eczâya verir iktidârı.
Zâc ü mâzı suyu kim ola âri,
Bu çâr unsurdur midâdın karârı.
(Mürekkebe konan maddelerin başı olan isin, hâlis ve siyahı gerekdir. Zamk, mürekkebin kıvamını ve konulan bütün maddelerin kudretini verir. Zâc ve mazı suyu da temiz olmalıdır. Bu dört unsur mürekkebin kararıdır).
Şimdi mürekkebe konan bu ve başka maddelerden sırayla bahsedelim.
İs (Dûde):
Mürekkep îmâlinde kullanılan is; bezir yağı, balmumu, neftyağı ve sonraları gazyağından elde edilirdi. Çıra yakılarak alınan is, yağlı olduğu için makbul sayılmaz, ancak âdî mürekkep îmâlinde kullanılırdı. Bu maddelerden is istihsâli bilinmezken, İbn-i Mukle (ö.940) ve İbn-i Bevvab (ö.1022) isimli büyük hattatların devrinde mürekkep yapmak için, kara keçi kılı kül etmeden yakılıp kömür haline getirilir, zamk ve zâc ilâvesiyle karıştırılıp hazırlanırdı. Bu usul, iyi netice vermemiş ve is çıkarması öğrenildikten sonra terk edilmişdir.
Ender de olsa, anber isinden mürekkep yapıldığı da vakîdir. Şeyh Hamdullah (1429-1520) tarafından Sultan II. Bayezid (saltanatı: 1481-1512) için yazıldığı tahmin olunan Kur'ân-ı Kerîm'e Üstad Necmeddin Okyay sâhib olduğu yıllarda üzerine şemse cild yaparken, ısıtmak îcâb ettikçe enfes bir anber kokusunun yayıldığını nakl etmişdi. Anber çok pahalı olduğu için, ancak böyle pâdişah nüshasına kullanılabilir. Bu Kur'ân-ı Kerîm şimdi Topkapı Sarayı Müzesi Kütübhânesi'ne intikāl etmiştir (TSMK, YY. 913).
İs elde etmek usûlünü üç asır evvelki Gülzâr-ı Savâb'dan (s. 100) alınan ifâdesiyle buraya nakledelim:
"Evvelâ dûde ihraç olunmanın tarîkı (is çıkarmanın yolu) budur ki: Gāyet hâlis bezir yağın alarak 100 dirhem mıkdârı, birkaç tane toprak çanaklara dolduralar ve ol çanakları rüzgâr dokunmaz yere ağızlarına beraber gömeler ve serçe parmağı mıkdârı fitili şamdan ile veyâhud şöyle yakalar. Ve zikrolunan çanakların üzerine birer çanak dahi kapayalar. Bir mıkdar dura. Bâdehu (ondan sonra) üzerlerinde olan kâseleri dahi, kızıp dûdeleri (isleri) yakmadan kaldırıp bir yelen (kuş kanadından bir tüy) ile vasîce (genişce) kâğıd içine süpüreler ve yine kapayalar. Minval-i meşruh üzere dûdeyi cem'edeler (açıklanan şekilde isi toplayalar). Bâdehu, dûdeyi iki üç kat neşşaf (mesâmatlı kâğıd) içine sarıp ve ekmek içine koyup tabh edeler (pişireler). Tâ ki dûdede olan huşûnet ve rugan (sertlik ve yağ) gidip zâil ola".
Yağlı is, mürekkebi bozduğu için, yağ bu usulle kağıd tarafından tutulur. Hamurun çatlaması isi de yakacağından, bu ameliyenin ateşi çekilmiş fırında yapılması lâzımdır.
Elektriğin bulunmadığı o devirlerde, câmilerde yakılan yağ kandillerinin ve mihrab mumlarının islerinden de mürekkep îmâlinde faydalanılırdı. Bu hususda Süleymaniye Câmii'ndeki is menfezleri zikre değer (Resim 1 ve 2). Mâbedin içindeki hava cereyanı Koca Sinan tarafından hesaplanarak, hâsıl olan islerin Haliç kapısı üzerindeki menfezlerden geçip is odasında toplanması sağlanmıştır. Ancak kandil isleri -yağlı oluşundan dolayı- sâdece âdî mürekkep îmâlinde kullanılabilirdi.
İs çıkarmayı meslek edinmiş esnafın işlettiği ishânelerden ikisi Eğrikapı'daki Tekfur Sarayı yanındaydı. Bu kubbeli mahzenlerde kapılar, bacalar iyice örtülerek elde edilen isleri mürekkepçiler ve boyacılar alırdı. İs, çok ince ve hafif olup havada uçtuğundan, civardaki her yere kokusu ve kiri yayılır. Üsküdar Toygartepesi'ndeki eski evinde is elde ederken, komşularının bîzâr olduğunu bize anlatan Necmeddin Okyay Hocamız, daha sonra içine isi alınacak maddenin konduğu kepçelerden, üstüvâneli bir âlet yaparak -civârı çok kirletmeden- fazla mıkdarda is çıkarmayı başarmıştır. Elde edilen is, ateşle karşılaşırsa hemen yanacağından derhal toplanmalıdır.
Az miktarda mürekkep yapmak için, Hattat Neyzen Emin Efendi'nin (Yazıcı, 1884-1945) gaz lâmbası üzerine cam tutarak is topladığını, onun arkadaşı Necmeddin Okyay'dan işitmiştim.
(Yazının devamı gelecek hafta…)
Prof. Uğur Derman
Resimaltları:
Resim 1: Süleymaniye Câmii'ndeki is menfezleri.
Resim 2: Süleymaniye Câmii'ndeki is odası.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Osmanlı’nın Hattat Pâdişahları – 2 (19.01.2024)
- Osmanlı’nın hattat pâdişahları - 1 (12.01.2024)
- İbnülemin Mahmud Kemal Bey’in manzum öfkesi (05.01.2024)
- 1897’deki Türk-Yunan harbinden iki latîf hâtıra – 2 (29.12.2023)
- 1897’deki Türk-Yunan harbinden iki latîf hâtıra - 1 (22.12.2023)
- Farmasötik edebiyatımız (15.12.2023)
- Çocukluğumun Bursası (08.12.2023)
- Osmanlı Devrinin Adalı Hattatları - 2 (01.12.2023)