Kalem - 2
(Bu makâlenin birinci bölümü geçen hafta neşredilmiştir)
KAMIŞ KALEM
Kamış kalem, dolma ve kurşun kalemlerin yayılışına kadar, bizdeki okur yazar zümrenin hayâtında dâima baş köşeyi işgal etmişdir. Yeni harflerin 1928'de kabûlüyle tamâmen ortadan kalkan kamış kalem, şimdi memleketimizde, ancak, yazı san'atının son hâdimleri tarafından aranıp kullanılıyor. Bâzan Sahaflar Çarşısı'na gelen eski kitablar arasından da bir kaçı, boynunu bükmüş olarak çıkmaktadır.
Kamışın Îran'da (Hazer Gölü kıyıları) ve Irak'da (Dicle kenarları) yetişenleri en makbulleridir. Bu nehrin kenarında yer alan Vâsıt şehrinin kamışlarından kurutulan kalemlere kalemü'l-vâsıtî denildiği bilinir (Vâsıt şehrinin bugünkü adı Kût'dur). Fakat Bağdad Güzel San'atlar Enstitüsü'nde 1955-1959 yılları arasında hüsn-i hat muallimi olarak bulunan hattat Macid Ayral merhum (1891-1961) orada talebesine yazı meşketmek için iyi cins kalem bulamadığını ve ağzı enli mâdenî uçları kullandığını yana yakıla bize anlatmış, giderken buradan kamış kalem teminine çalışmışdı. Anlaşılan oraların feyzi bizimkinden evvel kesilmiş… Hindistan ve daha sıcak yerlerde bulunanlar çok sert olurlar.
Çocukluk oyunlarından hiçbirimize yabancı gelmeyen kamış, bizdekilerin yumuşaklığı sebebiyle yazıya elverişli değildir. Zîra, kalem olarak kullanılacaklar için bir haylı şart aranır: Çok sert veya çok yumuşak, çok kalın yâhud çok ince, yassı, eğri ve dalgalı olmamalıdır. Tabiî bir sertlikde, dış görünüşü ile ince uzun ve düzgün bir silindir biçiminde, boğum araları en az bir karış boyunda ise makbul sayılır. İstanbul'un Kalamış semtinin de Rumca "Kalamos" dan muharref olarak isimlendirildiği bilinir. Eskiden orası da kamışlık imiş.
Kamışın içinde mevcud olan boydan boya boşluk nâl denilen iplik gibi ince nebâtî liflerle doludur. Kalemin ilk açılışında, bunlar ucundan tutulup çıkartılır. Edebiyâtımızda nâl, incelik ve zâfiyet mazmûnu olarak kullanılmıştır. Her hâdiseyi şûh bir zâviyeden gören şâirimiz Nedîm (ö.1730), nâle şu mânâyı yakıştırıyor:
Sihr ü efsûn ile dolmuşdur derûnun, ey kalem!
Zülfü Hârut'un, demek mümkün ki, nâl olmuş sana.
(Ey kalem, içindeki boşluk sanki sihir ve büyü ile dolmuşdur. Orada bulunan nâller, belki de sihir öğreten Hârut'un saç telleridir). Hammâmîzâde İsmâil Dede'nin (1778-1846) ırak yürük semâîsinin güftesi ise şöyle başlar:
"Hasretle tamam, nâl'e döndüm sensiz,
Yok, nâl'e değil, hayâle döndüm sensiz!"
Kamış, koparıldığı hâliyle kalem vasıflarından uzakdır. Uzvî sıcaklığı dâima muhâfaza eden ve ibtidâî bir etüv mâhiyetinde kullanılan at gübresine konulduğunda, tabiî rengi sarımsı beyaz olan ham kamışlar, burada ağır ağır kurur. Cinsine göre kırmızımsı, yâhud açık veya koyu kahve rengine, hattâ siyaha döner. Mevlevîliğe intisâb eden nev-niyaz dervişlerin evvelâ (yüzünüze güller) kademhâne (ayak yolu) temizliğinde istihdâm olunması gibi, bâzı tarîkat erbâbının mânen kemâle ermek maksadıyle süfliyyetde çile çıkarması misâli, kalem de ulvî eserler vermek, tekâmüle ermek için gübrede pişip çilesini ikmâl eder, süfliyyetden geçip hamlıkdan kurtulur. Nihâyet üstü parlatılır, cilâlı gibi olur.
Bâzan güneş karşısında da yapılan bu ıslah ameliyyesinin umûmiyetle kamışların yetiştiği memleketlerde icrâ edildiğini sanıyoruz. Zîra, bütün araştırmalarımıza rağmen böyle bir kalem ıslahhânesinin İstanbul'da bulunduğuna dâir mâlûmata rastgelmedik.
Kalemleri süslemek maksadıyla daha gübreye yatırmadan evvel arzu edilirse üzerlerine helezonî olarak iplik sarılır, oradan alındıkdan sonra iplikler de çıkarılınca sarılmış yerler akçıl kalır ve bu, kaleme güzel bir görünüş verir.
Sertliği dolayısıyla yukarıda zikredilen ıslah şekline tâbî' tutulmayan, üzeri kendiliğinden kaplan postu gibi lekeli, sarımtırak kahverengi bir cins kamış vardır ki, meneveşli kalem bundan olur.
Hz. Mevlânâ'nın,
"Der: Kamışlıkdan kopardılar beni,
Nâlişim zâr eyledi merd ü zeni"
ve Ahmed Hâşim'in,
"Akşam, yine akşam, yine akşam!
Göllerde bu dem bir kamış olsam!"
mısralarında canlandırdıkları, ırmak ve göl kenarlarının bu nazlı mahsulleri, Şark'ın esrârını âdetâ dile getirmek için aralarında latîf bir vazîfe taksimi yapmışlar: Bir kısmı ney yâhud nây denilen mûsıkî âleti olup insân-ı kâmil edâ ve sadâsıyla gönlümüze dolmuş, daha nârin ve inceleri de kamış kalem adıyla, mürekkeb hâlinde damlayan sevinç ve elemini saf ve lekesiz bir dostun, kâğıdın çehresinde bize duyurmuşdur. Zâten ney, Farsça'da "kamış" mânâsına gelir; bu kalemler de kalem-i ney diye anılır.
Pâdişah vb. gibi mûteber kimselerin kullanacağı kalemlerin üzerine altın veya gümüşle tezyînat yapıldığını görmekdeyiz. Eskiden, açılmamış kalemler tek veya çift boğumlu olarak satılırdı. Bu asrın başlarında fiyatlar şöyle idi: Âdisi 5 para (40 para 1 kuruş karşılığıdır), iyisi 10 para veya kalem açması dâhil 20 para, menevişlisi 30 para. Kamış çatlak ise, almamağa bilhassa dikkat edilir, zîra açılırken bu çatlak büyür ve kalemin kırılmasına sebeb olur. Sağlamlık tecrübesi şöyle yapılır: Kalem bir karış yükseklikden sert bir yere bırakıldığı vakit, çatlak ve zayıf ise zırıltılı bir ses çıkartarak yerde kalır, sıçramaz. Sağlam ve iyi cins kamış, aynı tecrübe ile dolgun ve tannan bir ses vererek sıçrar.
CAVA KALEMİ
Kalem açılıp da kullanılmağa başladıkdan sonra, kâğıda temas eden ağız kısmı zamanla bozularak, yeniden açılmak îcab eder. Ancak, Mushaf-ı Şerîf gibi yazılması uzun süren kitablar için bunun mahzuru vardır. Kalem yeniden açılırken, ağzının genişliği ince kıl kadar farklı olsa, bu, hele nesih gibi ince yazılarda büyük bir bediî (estetik) kusur teşkil eder. Böyle uzun metinlerin ince hat ile yazılmasında, ağzı kolay aşınmayan bir kalem cinsine ihtiyâç hâsıl olmuşdur. Nihâyet, XIX. asrın ilk yarısında, İstanbul'dan Hicaz'a gidenler, Endonezya adalarından biri olan Cava'dan Hacc'a gelenlerin elinde, cava kalemi denilen kalemleri görüp benimsemişlerdir. Bunlar, orada yetişen bir cins kamışın orta boşluğundan, nâl yerine çıkan, abanoz gibi sert, içi dolu, ince bir kamış özüdür. Yazarken elde tutmak, inceliği dolayısiyle zor olduğundan, açıldıkdan sonra başka bir kamış kalemin içindeki boşluğa yerleşdirilip, elde duracak şekilde kalınlaşması sağlanır. Sertliği sebebiyle, kullanılması veya açılması güç olan cava kalemini bizde ilk defa Çömez Mustafa Vâsıf (ö.1853) ve talebesi Kādıasker Mustafa İzzet (1801-1876) efendiler nesih hattı ile yazdıkları Kur'ân-ı Kerîm' lerde deneyip beğenmişler, sonradan diğer hat üstâdlarınca da benimsenmişdir. Fakat, asıl kamış kalemle cava kalemiyle yazılan yazılar arasında, kamış kalem lehine bediî bir fark görülür.
(Yazının devamı gelecek hafta…)
Prof. Uğur Derman
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Kalem - 1 (15.03.2024)
- Sultan Reşad ve Hat San’atı (08.03.2024)
- Eski mürekkepçiliğimiz – 6 (01.03.2024)
- Eski mürekkebçiliğimiz – 5 (23.02.2024)
- Eski mürekkebçiliğimiz – 4 (16.02.2024)
- Eski mürekkepçiliğimiz – 3 (09.02.2024)
- Eski mürekkepçiliğimiz - 2 (02.02.2024)
- Eski Mürekkepçiliğimiz- 1 (26.01.2024)