Kalem - 3
(Bu makâlenin ikinci bölümü geçen hafta neşredilmiştir)
CELÎ KALEMİ
Yazının kalınlığı artdıkça, kalemin ağzını da ona göre açabilmek için, ney kalınlığında kamışlardan (buna kargı kalemi denir) veya sert bambu kamışlarından faydalanılır. Ancak celî (iri) yazıları yazmağa bambu da kâfi gelmez. O zaman, tornada, istenilen büyüklükde hazırlanan celî kalemi kullanılır. Ağaç kalem veya ahşab kalem ismi de verilen bu cins yazı âletlerinin, ağız kısmı oyularak iki uç köşesi çıkıntı hâlinde bırakılmak sûretiyle, celî yazıyı çizgi şeklinde yazan nev'i de yapılmışdır. Yine, ahşab kalemlerin, mürekkebi tutabilmeleri için, ağız kısmında boydan boya açılan oyuğa sünger yerleşdirilmiş tarzda olanları da vardır.
Çok iri celîleri yazabilecek kalemi, insan eli, nisbeti dâiresinde kullanmakdan âcizdir; bu halde mürekkebin akıntısını sağlamak da zordur. Yeri gelmişken, mübâlağacılığı ile meşhur, hattat Yesârîzâde'nin (ö.1849) şu fıkrasını nakl etmeliyiz: Bir ahbâbı, eskiden Ayasofya câmiinde, şimdi ise Türk ve İslâm Eserleri Müzesi'nde duran celî ta'lîk هو السميع العليم levhasını görüp kendisine bu kadar kalın yazıyı nasıl yazdığını sorunca Yesârîzâde: "Câmi'e gitmişdim, Kayyım efendi gelip bir yazı istedi. Ben de bir kova mürekkeb istedim. Orada duran meydan süpürgesini aldım, gözüme namaza gelmiş bir oduncunun baltası ilişti. Süpürgeye bir nacak çaldım, kovaya batırdım, batırdım yazdım!" demiş. Bu îzah tarzına, muhakkak ki, karşılıklı gülmüşlerdir.
Kalemle yazılamayacak kadar iri, kalın yazılar evvelâ küçük eb'âdda yazılıp küçük karelere ayrılır (Resim 1). Başka bir kâğıda, kaç misli büyütülmek isteniyorsa o cesâmetde çizilen karelerde küçük karenin mukābili bulunarak yazı resmedilmek sûretiyle hazırlanır. Hepimizin mekteb hayâtından bildiğimiz bu büyütme şekline satranç veya murabbâ yâhud terbî' usûlü denilir. Meselâ, İstanbul Üniversitesi Merkez Binâsı'nın kapısı üzerindeki Şefik Bey'in "Dâire-i Umûr-ı Askeriye"si ve yanındaki "Fetih" âyetleri böyle tertîb edilmişdir. Yine 35 cm. kalınlıkla dünyanın en iri celîleri olan Kādıasker Mustafa İzzet Efendi'nin Ayasofya'daki dâirevî câmi levhaları (Resim 2), talebesinden Şefik Bey (ö.1880) ve Ali Efendi'nin (ö.1902) yardımlarıyla mâbedin kayyımhânesinde bu usûlle hazırlanmışdır.
İlm-i nücûm (astroloji) ve saatçilikde hakîkî kemal sâhibi Hezârfen Ömer Nâşid Bey (Erasoğlu, ö.1939) -ki Nâmık Kemal'in kardeşidir- tarafından bakalit maddesiyle îmâl edilen kalemlerin, kamış cinsinden olanlar kadar hat san'atında kolaylıkla kullanılabildiğini, merhumun dostlarından Necmeddin Okyay nakl etmişdi, bir örneği burada görülüyor (Resim 3).
KAMIŞ KALEMİN AÇILMASI
Kamış kalemin açılmasında kullanılan ve kalemtıraş adıyla anılan kesicinin tafsîlâtıyla tanıtımını biraz sonraya bırakıp konumuza dönelim. Kalem, naht+katt+şakk edilerek açılır, şöyle ki: Yeni açılacak kalemin önce boğum yeri bir parmak aşağısından kalemtıraşla giderilir, böyle yapılmazsa ileride anlatılacak olan kalem şakkı düz olmaz, eğri gidebilir. Sonra kalem sol elin içine yatırılır ve ucu baş parmağın ayasına dayanır, yukarıdan aşağıya meyilli olarak kesilir, buna naht (yontma) ameliyesi denilir. Tâ ki, kalemin orta boşluğu ve cidârı bâdem biçiminde görünsün (Resim 4). Bu kısım, sert kalemde eğri kesilir, yâni uzun bir bâdem şeklindedir (Resim 5-A). Yumuşak kalemde ise dikçe kesilir, tombul bir bâdem (Resim 5-B) hâlindedir. Alttaki sivrilik tıraş edilip inceltilir, dil gibi uzayan bu yassı kısmın iki kenarı, kalem ağzı ne büyüklükde isteniyorsa ona göre alınır. Bu alınış, iki tarafdan aynı mıkdarda olmazsa kalemin biçimsiz bir görünüşü olur (Resim 5-C). Kalemin dışındaki sırça denilen, renkli ve parlak kısım mürekkeb tutmayacağı için sâdece kalem ağzından bir parçası yine kalemtıraş yardımıyla giderilir (Resim 5-D).
Dil ve ağız kısımları aynı genişlikde olabildiği gibi (Resim 5-E), ağız kısmı daha genişce bırakılır. Böylesine çakşırlı kalem denilir (Resim 5-F). Kalemin başı ve diğer ismi ile dili çok uzun bırakılırsa (Resim 5-G) süratli yazabilen bir ele yardımcı olur, kısa bırakılırsa (Resim 5-H) ağır yazılır. Meşhur hattat Hâfız Osman Efendi'nin (1642-1698) evvelce uzun dilli kalemle yazarken, geçirdiği felçden sonra yarı yarıya kısaltılmışını kullandığını, her iki şekildeki kalemini de gören Tuhfe-i Hattâtîn müellifi Müstakîmzâde kaydediyor (s. 608). Bu hâlinde Hâfız Osman Efendi'nin kalemlerini -tenbihi üzere- talebesinden Çinicizâde Abdurrahman Efendi (ö.1725) kısa olarak açarmış.
Yazı nev'ine göre kalem ağzının meyli ve genişliği:
Ta'lîk kalemi sülüse nazaran daha düz ağızlıdır. Nesih kalemi ondan da az, hele rık'a düze yakın meyilli olur. Sülüs yazının, dolayısiyle kaleminin ağız genişliği 2,5 mm.yi geçmez. Nesih için bu had, 1 mm. kadardır. Daha fazlasında yazı irileşmeye, yâni celî olmaya başlar.
Ta'lîk kaleminin ağız genişliği de sülüs kadardır. Mezkûr hattın menşei olan Îran'da bu cesamet çârdânk (dört kalem ölçüsü) olarak isimlendiriliyor. Yekdânk (bir ölçü) ve düdânk (iki ölçü) kalemler daha küçük (hurde) ta'lîk hattı için kullanılır. Münhasıran ta'lîk celîsine eskiden kamış kalem denildiği de vâkîdir (Tuhfe, s. 750).
Eskiden kamış kalemin yazandan tarafa ucu da mutlaka sivriltilerek bırakılırdı. Gûya, düz olursa, şeytan oturup güzel yazılmasına imkân vermezmiş! Bu sivrilik şâyet yazanın bir yerine batarsa, o zaman, şer sâhibi şeytanın düzden çok sivri uçlarda oturduğuna inanmak lâzım gelecek!
KALEMİN ŞAKKI VE KATTI
Ağız kısmı kalemtıraş yardımı ile dikine olarak makta üzerinde veya elde birkaç cm. kadar çatlatılan kalemin ağzı iki yakaya ayrılır. Boyuna muvâzî çatlatılması, eğri olmaması şartdır. Buna kalemi şakk etmek (dikine kesmek) denilir. Arada hâsıl olan bu çatlağa mürekkeb dolar ve yazarken devamlı olarak aşağıya doğru akar, yâni küçücük bir depo vazîfesi görür. Şâir Sâbit (ö. 1712), kalemin şakkı hakkında şu latîfeyi yazmış:
Bir yere gelmez iki yakası, ehl-i rakamın,
Sebeb-i çâk-i girîbânı bu olmuş kalemin.
(Yazıyı meslek edinenlerin iki yakası bir araya gelmez, fakr ü zarûretden kurtulamazlar. Kalem ağzının da iki yakaya ayrılması işte bu sebebdendir).
Şâir Şeyh Mehmed Vahyî de betahsis yazı tâbirleriyle -ki bunlar düz harfle dizilmişdir- örülmüş şu kıt'asında diyor ki:
Bir kalem kaşlı, mürekkeb saçlı kâtib dilberi,
Halkı Mecnûn îdeyazdı sahn-ı Kâğıdhâne'de.
Nakş-ı vaslı, hâkk olunmaz safha-i endîşeden,
Açsa bin şakk, gezlek-i hicran dil-i dîvânede
(Kalem gibi ince uzun kaşlı ve mürekkeb gibi siyah saçlı bir kâtib dilberi, Kâğıdhâne sâhasında halkı neredeyse Mecnûn'a çevirdi. Ayrılık kalemtıraşı şu deli gönlü bin def'a da şakk eylese, kavuşmanın nakşı yazıldığı keder sahifesinden kazınmaz).
Böylece ikiye ayrılan kalem ağzının her iki yakasına da birer isim verilmişdir. Kullanırken yazandan yana olan tarafına ünsî (yakın), aksi istikāmetde olan yakaya da vahşî (uzak) denilir (Resim 6). Kalem şakk edilirken vahşî taraf daha geniş bırakılır.
Harflerin şekli îcâbı, kalemin ağzı bâzan kâğıda yarı yarıya temas ettirilerek yazılan ta'lîk hattında mürekkebin cereyanını sağlamak için Îran'da vahşî yaka tekrar kısa olarak şakk edilirmiş (Resim 5-İ). Bu usûl bizde cârî değilse de, akla uygun gelmekdedir.
Prof. Uğur Derman
(Yazının devamı gelecek hafta…)
Resimaltları:
Resim 1: Ömer Vasfi Efendi'nin satranç usûlüyle büyütülmek üzere hazırladığı yazı.
Resim 2: Kādıasker Mustafa İzzet Efendi'nin Ayasofya'daki, büyütülerek hazırlanmış celî sülüs levhası.
Resim 3: Bakalit kalemler.
Resim 4: Kamış kalemin açılması.
Resim 5: Kalem ağızlarının muhtelif görünüşü.
Resim 6: Yazarken kalemin elde tutuluş şekli.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.