Prof. Uğur Derman

Kalem - 5

(Bu makâlenin dördüncü bölümü geçen hafta neşredilmiştir)

KALEMTIRAŞ

Şimdilerde yaşayanların pek çoğu kalemtıraş denilince, elbette kurşun kalemin döndüre döndüre içinde açıldığı küçük âleti hatırlayacakdır. Halbuki, eskiden kamış kalemin açılmasında kullanılan kalemtıraşın gerek şekil, gerekse kullanılış tarzı bakımından bununla bir benzerliği olmayıp, resimlerde görüleceği gibi, küçük ve zarif bir kalem bıçağıdır. On dokuzuncu asırda memleketimize Avrupa yapısı çakıların gümrüksüz olarak girişine kadar, geçimini kalemtıraş îmâlinden sağlayan bir san'atkâr zümresi bulunmaktaydı.

Kalemtıraş üç kısımdan meydana gelir:

  1. Su verilmiş çelikden yapılan kesici (tîg, bir diğer adı namlu): Bunun keskin tarafına ağız, aksine de sırt denilir. Tîgın şekline göre kalemtıraşa hattâtî, kâtibî, söğütyaprağı, camkırığı, küt, servi gibi isimler verilmişdir (Resim 1). Hattatların yazı yazdıkları âharli kâğıdın üzerindeki hatâların kazınmasında ise kesici kısmı küçük ve sivri, söğütyaprağı biçimli, sapı da ince olarak yapılmış tashih kalemtıraşı (Arabca: mihfere) çok kullanılmışdır (Resim 2).
  2. Kemik, fildişi, abanoz, mercan, pelesenk, ünnap, ödağacı, bağa, boynuz, yeşim, som, şîrmâî, hacımaksud taşı, demirhindi, çelik, altın kakmalı çelik ve bunun gibi malzemeden yapılmış olan; kesici kısmın ekseriya iki katı uzunluğu bulunan sap kısmı. Kalemtıraşçılığın bir ince zenaat hâline gelmesine sebeb sayılan ve onun maddî değerini artıran tarafı işte burasıdır. Bazı ustalar, mâdenî sapının içini boş bırakıp, îmâl ettikleri kalemtıraşa mahsus olarak hazırladıkları küçük boylu tashih kalemtıraşını da bu boşluğa yerleştirirler. Bu tarzda yapılanlara "içiçe" veya "yavrulu" kalemtıraş adı verilir (Resim 3 ve 4).
  3. Tîgın ve sapın birbirine sağlam bir şekilde bağlanmasını sağlayan parazvana, çelik, pirinç, nâdiren altın ve gümüş gibi mâdenlerden yapılır. Kalem katt edilirken şehâdet parmağıyla tîgın sırtına bastırılmazsa, sapın içindeki tîg uzantısı yerinden kurtulmak istercesine sapda çatlak açılmasına sebebiyet verir. Bunu parazvana bile önleyemez.

Bütünüyle boyları 10-20 cm., hattâ daha fazla olan kalemtıraşların ağzı bileği taşı ile elde bilenir, çarka tutulmaz. Tîg kısmı zağ toprağı ile cilâlandığından, üstünde meneveşli hâreler oluşur. Böyle cilâlanmak, kalemtıraşın paslanmasını önler, dolayısıyla ömrünü de uzatır. Kesici kısmın, etrafına zarar vermesini önlemek için deri kılıfla örtüldüğüne de rastlanır. Kamış kalemin yontulması, dilinin katt olunması ve şakk edilmesi kalemtıraşa ihtiyaç gösterir. Ancak, çok sert olan cava kaleminin yontulma işlemi için Meylî Usta tîg kısmı küçük bir orak biçiminde olan kalemtıraş îmâl etmiş ve ilk yaptığını da Kādıasker Mustafa İzzet Efendi'ye sunmuşdur (Resim 5).

Kalemtıraşı yapan usta her kim ise, kesici kısmının sol yüzünde (buna yanak da denilir) parazvanaya yakın bir yere açtığı oyuğa pirinç veya gümüşden, nâdiren altından toplu iğne başından büyük bir parça koyar. Buraya üzerinde kendi adı tersine hâkkedilmiş bulunan, oyuk büyüklüğündeki dişi mührü tazyikle basar. Bu mühürler armut, kalb, şişe... gibi biçimlerde yapılmıştır (Resim 6). Böylece kalemtıraşı yapan kimsenin ismi burada kabartma olarak yeralır. Zamanla bu mührün düşerek sâdece oyuk yerinin kaldığı da vâkîdir. Îtinâlı bazı kalemtıraşlara üçlü mühür basanlar da vardır. Kalemtıraşçıların mühürlerdeki isimleri hakîkî olmayıp, mahlasdır: Muhyî, Mehdî, Recâî, Vasfî vbg. Bu mahlas, peştemal kuşanırken (san'atında çıraklığı bitirip ustalık diploması alırken) onu yetiştiren kimse veya mesleğin en yaşlısı tarafından da -hakîkî adından ayrı olarak- kendisine verilir ve o esnâda başka bir meslekdaşı tarafından da kullanılamazdı.

Bu konuda bir-iki hâdiseyi nakl etmeden geçemeyeceğim: Bundan 150 yıl kadar önce Çemberlitaş'da Recâî mahlaslı bir kalemtraşçı mesleğini sürdürürken aynı adı taşıyan bir diğer kalemtıraşçı da İstanbul'a gelerek çalışmağa başlamış. Devrin usûlüne göre, san'atkârlar kendi esnaf kâhyalarından müsâade almadan iş yapamazlarmış. İşte bu Çemberlitaş'daki Recâî Efendi, adaşını çekemeyip kâhyaya bildirmiş. Kâhya sonradan gelen Recâî'nin yabana atılmayacak bir usta olduğunu görünce, onu çağırtıp iki Recâî'nin aynı muhitde çalışmasının doğru olmayacağını söylemiş ve "Sen Galata'da çalış, adaşın da yerinde kalsın. Sen damgalarını altın ve gümüş üstüne bas; o, doğrudan çelik üstüne imza damgasını vursun". Bunun üzerine Recâî Efendi Galata'ya gidip Çeşmemeydanı'nda dükkân açarak, çoğu zaman sapı mercandan nâdîde kalemtıraşlar yapmağa başlamış. Eserleri, Çemberlitaş'daki Recâî'nin yaptıklarından daha çok beğenilir ve birine İstanbul Recâîsi, diğerine Galata Recâîsi denilirmiş.

Bir başka hâdise de şudur: Mehmed isimli bir genç, ustasından kalemtraşçılığı öğrenip, daha peştemal kuşanmadan -yasak olduğu halde- yaptığı bir kalemtıraşa imza damgası basınca, ustası ve diğer kalemtıraşçılar bunu kâhyaya şikâyet etmişler.O da damga basmasını men eylemiş. Buna gücenen Mehmed Efendi bir daha imzalı kalemtıraş yapmıyacağına dâir –kadîm hukuka göre- şart etmiş; yâni "Eğer imza koyarsam, nikâhım düşsün!" diyerek eserlerine imza yerine küçük bir alâmet koymağa başlamış. Gel zaman, git zaman bir gün yaptığı küçük bir tashîh kalemtıraşını kendisi de o kadar beğenmiş ki, imzasını damgalamadan edememiş. Ne yapsın? Nikâh gidecek... Daha büyük bir kalemtıraş hazırlayarak; bunu, damgalının üstüne çelikten bir gömlek gibi geçirmiş, böylece imzası da görünmez hâle gelmiş. Bu zâtın yaptığı kalemtıraşlar –mahlas almadan çalıştığı için- "adsız" olarak anılmaktadır.

Bu bahsi tarihe geçmiş şu kalemtıraş hikâyesiyle kapatmak hoş olacak: Yatağan denilen eğri kılıcı herkesin yanında taşımasının serbest olduğu Osmanlı devrinde, bir ara bu müsaade kaldırılmış. Bir medrese talebesinin cübbesi altındaki yatağanı fark eden yeniçeri ağası onu yoldan çevirmiş ve: "Sen bunu taşımanın yasak edildiğini bilmiyor musun?" deyince medreseli: "Ağam, bu yatağan değil, tashîh kalemtıraşıdır" cevabını vermiş. Okuyup yazmadan nasîbi olmayan yeniçeri ağası sormuş: "Ne işe yarar?" "Bununla yanlışlar kazınır" "Bu kadar büyüğü olur mu?" "Ağam, bâzan öyle yanlışlar oluyor ki, bu bile az geliyor!" Doğrusu, bu cevab her devir için geçerli sayılabilir değil mi, azîz okurlar!

MAKTA

Biraz da kalemin gerek şakkının, gerekse kattının üzerinde yapıldığı âletden bahsetmek îcâb ediyor: Kelime aslında مقطه mıkatta ise de, eskiden galat olarak مقطع mıkta' şekline girmiş. Lisânımızda قطعkat' muhtelif şekilde kesmek mânâsınadır. Halbuki قطّ katt münhasıran kalem kesmek demektir. مقطه mıkatta da üzerinde kalem kesilen âletdir. Yanlış olarak giren mıkta, zamanla makta olmuş, aslı ile alâkası kalmadan Türkçeleşmiş denilse câizdir.

Makta 2-3 santimetre eni, 10-20 santimetre boyu olan, 2-3 milimetre kalınlığında bir plakadır (Resim 7). Yaprak şeklinde, boyu kısa olan maktalar da yapılmıştır; bunlar madenî veya deriden zincirle divite bağlanarak gerektiğinde kullanılır (Resim 8). Basit maktalar kemikden, kiymetlileri fildişinden mâmuldür. Abanoz, boynuz, bağa ve sedefden yapılanlarına da rastlanır. Kemikden mâmûl makta için şu beyit söylenmişdir:

O hüsn-i hattıyla, yâkût leblerindir, eden
Kalemtıraş-ı gama, üstühânımı makta

Kâmî

Gümüşden, sarı madenden veya üstü altın kakmalı taban demirinden imâl olunmuş maktalarda kalemin kesileceği yere fildişinden küçük bir parça konulmuştur. Çünkü kalemin ağzı, cam yâhud mermer gibi sert satıhlı zeminde düzeltilirse, kalemtıraşın tîg veya namlu denilen kesici ağzı zamanla dönerek değerini kaybetmiş hâle gelir. makta imâlinde tercih edilen nisbeten yumuşak sertlikteki maddeler, kalemtıraşın keskinliğine zarar vermedikten başka, kendileri de bu işlemden fazla yara almazlar. Lâkin çok fazla kullanılan maktaların üstünde kalemtıraşın bıraktığı çizik ve yaralara rastlanması tabiîdir.

Kalemtıraş bahsinde anlatıldığı gibi, sol elin ayasına yaslayıp ucu dil şeklinde yontulan kamış kalem, bu defa makta üstüne yatırılıp ağzı eğri olarak katt edilir, elde tutulurken de yapılabilen şakk (kalemin çatlatılması) işlemi, istenirse makta üstünde de gerçekleştirilebilir. Ancak her iki durumda da kalemin oynamadan sâbit kalabilmesi için, makta üzerinde kalem çapı kadar yivi bulunan bir yuva çıkıntısı bırakılmıştır; buna hâne-i kalem (kalemin evi), kalem yastığı yâhud kalem yuvası denilmektedir. Kalem, ağzı meyilli olarak katt edilirken, "çıt" sesi duyulur. Buna, hattatlar arasında maktaa vurmak da denilir. Bu işlemi henüz geçirmiş bir kalemle çok keskin yazılır, kullanıldıkça ağzı fersûdeleşeceği için harfler artık pürüzlü olarak çıkmağa başlar.

Düz maktaa vurulmuş kalemle yazılan yazılar elden metânetli çıkar, çok eğri maktaa vurulmuş kalemin yazıları zayıf, fakat halâvetli olur. İkisinin ortası hepsinden iyisidir. İlk def'a eğri katt edilmiş kalemle yazan hattat Yâkûtü'l-Musta'sımî'dir (ö. 1298). Eğri makta ile kalemin elde tabiî duruş şekli olan, yazandan tarafa yatık vaziyeti de sağlanmış olur.

Hattat Hasan Rızâ Efendi'nin (1849-1920), talebesi merhum Halim Özyazıcı'ya (1898-1964), onun da bize nakline göre, sülüs hattı için kalemin ağzı (Resim 9) da görülen esasa göre tesbit edilir. Yâni herkesin parmak teşekkülâtına göre bu eğrilik değişebiliyor.

Yine Hasan Rızâ Efendi'nin Necmeddin Okyay hocamıza anlattığına göre, taklid edilmek istenen bir yazı, kaleminin kattı bilinmedikçe lâyıkıyle aslına benzetilemez. Yazı taklîdi mevzuu da, ayrıca işlenecek kadar genişdir. Ancak, kısaca arzedelim: Bir hattatın başka bir meslekdaşının yazısına bakarak fotoğrafla alınmışcasına onun aynını elinden çıkarmasına yazı taklîd etmek denilir ki, bu, diğer san'at dallarında rağbet görmezse de, hüsn-i hatda makbul ve güç bir tarzdır.

Geçmiş devirlerde nezâketden nasîbi olmayan bir zât, kalemtıraşçıya siparişde bulunmuş. Mesleğini paradan çok seven usta, tanımadığı bu müşterisinin eline kamış kalemle birlikde kalemtıraşı tutuşturup "Kesiş tarzına bakarak nasıl bir kalemtıraş istediğinizi anlamalıyım" demiş. Bakmış ki, adam kalemtıraşla kalemin ucunu yonttuktan sonra, bir makta istemeden tezgâhın mermeri üstüne bu kalemi yatırıp ağzını katt etmeğe kalkışıyor, eserinin âkıbetini düşünerek: "Maalesef size lâyık bir kalemtıraşım yokdur beyim!" sözleriyle başından nazikâne savmıştır, diye rivâyet olunur.

Makta imâli, dergâhların açık olduğu devirlerde mevlevîhânelere gelir sağlamak için Mevlevî dervişleri tarafından nârin bir san'at hâline getirilmiştir. Çakı, mil ve kıl testere ile çalışarak hazırladıkları makta üzerine gayet ince oygularla işlenen Mevlevî sikkesi, nakış, çiçek ve yazı (Hz.Mevlânâ'nın ismi) gibi tezyînî unsurlar, onların dervîşâne sabırlarının yanı sıra, san'atkâr ruhlarının da tercümanı olmuş; bir fildişi parçasına âdetâ Mevlevî nezaketi sığdırılmıştır; öylesine ki, üstünde kalem katt etmeğe kıyılamaz. Bu vasıfları taşıyan eserlerin dip tarafında, imâl edenin kullandığı mahlasla atılan imzaya da rastlanır; Fikrî, Remzî, Sırrî...

Kızıldeniz'in sedeflerinden özenle yapılan ve baş makamına on üç asırlık İslâm mâbedi Kubbetü's-sahra'nın ekseriya kabartma olarak işlendiği sedef maktalara da, yapıldığı şehrin adı belirtilerek "Kudüs işi" denilmesi âdet olmuştur (Resim 10).

Makta bulamadıkları zaman, kâtipler veya hattatlar, âcil durumlarda kalemin gövdesini sol elin üçüncü ve dördüncü parmakları arasına sıkıştırıp, ağzını baş parmak tırnağı üstünde kalemtıraşla katt etmek yoluna giderler. Keratinli sathı sâyesinde tırnak böyle bir vazifeyi de üstlenmiş olur.

(Yazının devamı gelecek hafta…)

Prof. Uğur Derman

Resimaltları:

Resim 1: Muhtelif kalemtıraşlar.

Resim 2: Muhtelif tashih kalemtıraşları.

Resim 3: Yavrulu iki kalemtıraş.

Resim 4: Tîg kısmının vidası çözülmekle ortaya yavru olarak çıkan tashih kalemtıraşları.

Resim 5: Cava kalemi için Meylî Usta tarafından hazırlanmış kalemtıraş (Süleymeniye Kütübhânesi).

Resim 6: Kalemtıraşların üzerindeki usta damgaları.

Resim 7: Muhtelif makta'lar (TSMK).

Resim 8: Divite kordonla bağlanmış küçük makta'.

Resim 9: Celî sülüs kaleminin ağız meyli.

Resim 10: Sedefden yapılan "Kudüs işi" makta'.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.