Prof. Uğur Derman

Kalem - 7

(Bu makâlenin altıncı bölümü geçen hafta neşredilmiştir)

KALEM İÇİN YAZILIP SÖYLENENLER:

Bunlardan bir kısmı, sırası geldikçe makālede yer almışdır. Diğer bulabildiklerimizi de buraya nakledelim:

Fuzûlî'nin (ö.1556) "Kasîde-i Kalemiyye der medh-i Mustafa Çelebi" başlığı ile kalem için yazdığı 41 beyitden seçmeler:

Yazanda mîm ü elif, ol kad ü dehâna şebîh,
Kemâl ü sihrine çok kıldı iftihar, kalem.

Ne yerde kim yürüyor, nâfe nâfe müşk döker,
Dutupdurur revîş-i âhu-yı Tatar, kalem.

Huceste Hızrdır, âb-ı hayat içmek içün.
Zaman zaman zulümâta, kılur güzar, kalem.

Karâ başın götürüp, dâim elden ele gezer.
Dutarlar îse dahî, eylemez karar, kalem.

Siyah bahtlığı yazmışdır alnına takdîr,
Nola, geçerse kara günde, rûzigâr, kalem.

Diliyle öz başına muttasıl belâ getirir,
Ki, halka gizli sözü eyler âşikâr, kalem.

Karadurur yüzü ol vechden, kim eyler fâş.
Öziyle yâri arâsında her ne var, kalem.

Öper sahîfe yüzün, veh görün bu tali'i kim,
Bulur visal-i nigâr-ı semen izâr, kalem.

Sipihr menziletâ ol Fuzûlî-i zârım,
Ki hâl-i zârımı yazınca, oldu zâr, kalem.

Bu şiir için lugatçe: Yazanda: Yazınca * Kad ü dehâna şebîh: Boy ve ağıza benzeyen * Nâfe nâfe: (Burada) Yer yer * Müşk: Misk * Dutupdurur: Tutar * Revîş-i âhû-yı Tatar: Tataristan ceylânının gidişi * Huceste: Uğurlu * Zulümat: Karanlık (Burada: mrekkeb) * Kılur güzar: Geçer * Rûzigâr-ı kalem: Kalemin ömrü * Öz: Kendi * Muttasıl: Devamlı * Karadurur: Karadır * Ol vechden: O yüzden * Kim eyler fâş: Ki meydana çıkarır * Veh: Vâh, yazık * Visal-i nigâr-ı semen izâr: Yasemin gibi beyaz çehreye (burada: Kâğıd) kavuşma * Sipihr menziletâ: Yeri gökyüzü olan (burada: Devletlû) * Zâr: İnleyen.

Maceray-ı elemimdir reşahât-ı kalemim! - Mehmet Âkif Ersoy (1873-1936)

Yanarım ey kalem, uğrunda ömür verdiğime! – Fâruk Nâfiz Çamlıbel (1898-1973)

Harflerinden taşan esrâr-ı Hudâ
Etdi bir âlem-i san'at ibdâ'
Dikdi her harf ile yüzlerce alem
Kal'a-i san'atı feth etdi kalem

Fuad Şemsi İnan (1883-1974)

Görmedik bir hâme Muhyî, kilk-i î'câzın gibi,
Uçlarında gerçi kan damlar kalemler görmüşüz".

Muhyiddin Râif Yengin (1880-1955)

(Muhyî, gerçi ifadesi emsâlsiz olanlarını gördük ammâ, senin herkesi âciz bırakan kalemin gibisini de görmedik).

Kalem! Sana bir niyâzım var benim,
Arzuhâlim ol dîvâna şöyle yaz…

Yâ Rab! Kalemim mûy-i hatâdan sakla!
Tahrîrimi ta'n-ı süfehâdan sakla!
Tevfîkın edip kande gidersem rehber,
Şehrâh-ı şerîatde hatâdan sakla.

Rıfkı Ali Efendi

(Rabbim! Kalemimi kıl kadar hatâ etmekden, yazdıklarımı da kötü kimselerin hedefi olmakdan koru. Nereye gidersem, yardımını bana rehber edip, din yolunda hatâdan esirge).

Kalem olsun eli ol kâtib-i bed tahrîrin,
Ki sevâd-ı rakamı, sûrumuzu şûr eyler.

Gâh bir harf sukûtuyla kılar "nâdir"i "nâr"
Gâh bir nokta kusûruyla "göz" ü "kör" eyler."

Fuzulî

(Eski hurûfumuzu bilmeyenler, hayfâ ki, bu kıt'anın zevkıne varamıyacaklar).

Hayf Sultan Selîm'e, yüzbin hayf!
Hem kalem ağlasın ana, hem seyf

(Yazık Sultan Selim'e, yüzbinlerce yazık! Ona hem kalem, hem kılıç ağlasın).

Kendi elimle, yâre kesip verdiğim kalem,
Fetvâ-yı hûn-ı nâhakımı yazdı ibtidâ.

Nevres-i Kadîm

(Kendi elimle açıp verdiğim kalemle, yâr, evvelâ haksız yere benim kanımın dökülmesi için fetvâ yazdı!)

-"Kalemin yaptığını kılıç yapamaz."

-"Kalem kılıçdan keskindir."

-"Kalem cömerd olur, ne dilersen yazar."

-"Düşündüm, sen gözlerimin menâbi-i serişkiyle (gözyaşı kaynaklarıyla) kalemimin midâd-ı feryâdı (feryad mürekkebi) kuruduktan sonra hâtırıma gelebildin!"

Süleyman Nazîf (1870-1927), Firâk-ı Irak'dan

Şâir Şevket Gavsî Özdönmez'in (1873-1954), "Kalem" hakkında uzun bir şiiri olduğu işitildiyse de maalesef bulunamadı.

KALEM

-M. Uğur Derman'a-

Nây anlattı ve hıfz eyledi mânâyı kalem;
Hakkıdır kardeşi bilmişse eğer nâyı kalem!

Levh-i Mahfûz'a takaddüm ne büyük şey, yâ Rab;
İbtidâ secde edip, yazdı elif-bâ'yı kalem!

"Oku!" emr eyledi, öğretti kalem tutmasını…
Rabbimin âleme bir lutfudur i'lâ-yı kalem!

Muktedir elde coşar, bil ki suhûf olsa semâ;
Tüketir, olsa mürekkeb, yedi deryâyı kalem!

Eylesin nâmını hep medh ü senâ İslâmın;
Yıldırımlar gibi çarpsın bütün a'dâyı kalem!

Pek günah, âlet edinmek onu şahsî çıkara;
Yapma yâ Rab, sakın kimseyi rüsvâ-yı kalem!

Dedi Câhid: Kalemin kudreti Hâlık'dendir…
Et cihâdında sebât; va'd eder ukbâyı kalem!

Dr. Câhid Öney (1967)

Şâir ve edîblerimiz arasında siyah is mürekkebi yerine ekseriyâ kırmızı renkli lâ'l mürekkebini tercih eden; Aşkî, Fennî, Muhibbî, Recâî, Rızâ, Vasfî, Fahrî, Katibî isimli kalemtıraşçıların îmâl ettikleri kalemtıraşlara mâlik olmağa çalışan Nâmık Kemal'i (1840-1888) burada anmadan geçemeyiz.

Nâmık Kemal'in oğlu Ali Ekrem Bolayır'ın (1867-1937) da kamış kalem meraklısı olduğu, Suûd Kemal Yetkin'e (1903-1980) yazdığı mektubların birinden anlaşılmaktadır.

KAMIŞ KALEM

Tam elli kamış kalem tedârik ettim, aman
Ne güzel, sülün gibi, siyah mercan kalemler;
Her birinin vücûdu çelikten bir kahraman,
Her biri bir insanın ömrüne sürer, gider.

Bunları ben bulunca sevindim ki o kadar,
Kokladım, öptüm durdum, açtığım her sîneyi;
Her vefâkâr yârimden, ruhuma düşen nazar
Attı omuzlarımdan sanki altmış seneyi

Âh ey şairliğimin, kalbimin, vicdânımın
Şu sürünen ömrümün, şu usanmış cânımın
En mûnis sevgilisi, mahremi kalmış kalem!

Demir kalemler benim damarlarıma batsa,
Çifte hançerler bütün yüreğimi kanatsa
Seni ben, sevdiceğim, ölürüm de terk etmem.

8 Temmuz (1)927

Ali Ekrem Bey bu neşîdesi için Suûd Kemal Bey'e mektubunda şu satırları yazmış: "Suûdcuğum! Bak şu şiirime, samîmî bir esercik, değil mi? Bunu ben, hakîkaten kamış kalemler aldım da, öyle yazdım. Alaturka kalem piyasadan çekiliyor. Benim aldıklarım, belki de son partidir. Bereket versin bu elli kalemi yakaladım. Elli kalem benim ömrüme sürer, artar bile; demek ki son sözümü de sevdiceğimle söyleyeceğim. Bundan büyük bahtiyarlık mı olur?". bkz. Ali Ekrem Bolayır'dan Suûd Kemal Yetkin'e Mektublar, (nşr. M.Kayahan Özgül, İstanbul 1996, s.63-64).

Yıllar evvel, kamış kaleme dâir gazete sütunlarında rastladığımız bir günlük ömrü olan neviden şu mühim yazı, sanki muharririn ifâdesi değil, bizzat kalemin feryâdı idi. Okurlarımız için buraya aynen naklederek, bahsimizi onunla bitirmeyi bir vazîfe sayar, muharriri Hamdi Varoğlu'nu (ö.1969) ve beni bu yazıdan haberdâr eden aziz hocam Mâhir İz'i (1895-1974) rahmetle anarım:

KAMIŞ KALEM

Görünürde basit, fakat iç yüzü acıklı bir mâcerâ dinledim.

Bir çift kamış kalemin hazin âkıbeti.

Bir terekeden satın alınan, henüz açılmamış, çift parçalı iki uzun kamış kalem.

Masa üzerinde bırakılmış. Masanın sâhibi odada yokken, kamış kalemin ne olduğunu bilmeyen bir çift yabancı el, can sıkıntısını gidermek için, bunları ufacık parçalar hâlinde doğramış.

Doğranmasaydı, bu bir çift kamış kalem ne işe yarayacakdı? Yazı âleti olmakdan çokdan çıktığı için, uzun asırlar görmeğe devam ettiği o işi artık yapacak değildi elbette. Fakat bir antika gibi, hem de çok kıymetli bir antika gibi, mükemmel bir vitrin eşyâsı vazîfesi görecekdi.

Kendileri kadar nârin yapılı bir mahfaza içinde, vitrinin bir köşesinde, ebedî uykularını uyurlarken, arasıra yüzlerine bakanlara, uzun târihlerinin şanlı sahîfelerinden öyle menkabeler nakledeceklerdi ki, kendileriyle berâber, aynı vitrin içinde yorgun argın dinlenen bütün öteki antika parçalar, utanacaklar, sinecekler, söneceklerdi.

Kamış kalemi parça parça eden o bir çift elin sâhibine, işlediği cinâyetin azametini kalemin kendi dilinden anlatabilmeyi ne kadar isterdim!

Bu merhametsiz parmaklar arasında, nârin vücûdu liyme liyme olurken, incecik kamış kalem, belki şöyle feryad etmişdir:

"Ne büyük bir suç işlediğini bilmiyorsun, gāfil genç!" Senin, şanlı târihinin yapraklarını yazan, benim şu nâçiz vücûdüm olduğunu bilseydin, şu dakîkada utancından yerlere geçerdin.

Ben bir zamanlar, o kadar baş tâcı idim ki, Türk çocuğu, elifbâsını okumak için kullandığı "hilâl" adlı, süslü demirden, işâret âletini bırakıp da beni eline alabildiği gün kendisini bahtiyar sayar, artık okumuş yazmış insanlar arasına gireceğini benim sâyemde idrak eder, rûhunda bir büyüklük duyardı. O günden îtibâren ben o çocuğun fikir hayâtına, kâğıd üzerinde yürüyen sivri ucumun çıkardığı vakur ve tatlı cızırtı ile istikāmet çizerdim.

Beni, kim parmakları arasında tutmadı ki?

Koca Fâtih, dağlardan aşırdığı kadırgalarını İstanbul surlarına indirdikten sonra, Bizans'ın yıkık dökük hâlini tasvir eden meşhur mısrâlarını, kâğıd üzerine benim dilimle döktü.

Ondan evvel ve ondan sonra gelen nice pâdişâhın elinde, ben, gâh yine böyle içden gelme melâlli veya şehâmetli sözlerin ilk tercemânı oldum, gâh ince ruhların elemlerini ve emellerini terennüm etdim. Zaman oldu; devletli başlar, kimseciklere açamadıkları gizli dertlerini benimle paylaştılar; gâh, yabancı taçlılara, benim dilimden dökülen haşmetli sözlerle iltifatnâmeler, dehşet saçan kelimelerle korkunç fermanlar yolladılar.

Sana tavsiye ederim, şu yaşadığın şehirdeki kütübhâneleri, müzeleri, antikacı dükkânlarını, eski âilelerin evlerini gez, dolaş.

Oralarda hep benim âciz vücûdümün eseri olan yüksek bahâda cildler dolusu kitab, meşhur hattatların elinden çıkma, bahâ biçilemez levhalar bulacaksın.

Zaman oldu, Nef'ilerin, Namık Kemal'lerin, Âkif'lerin elinde arslanlar gibi kükredim. Cılız vücûdümden hiç umulmayan dâvûdî bir ses, bütün bir milleti tek ruh hâlinde vecde getirdi.

Zaman oldu, içli şâirlerinizin elinde, benimle aynı hamurdan yoğurulmuş olan ney gibi, inim inim inledim. Gün geldi, yazdığım muhteşem fermanlar, Garb'ın nice mağrur hükümdârını dize getirdi.

Gün geldi, dilimden dökülen ateşli sözler, en insafsız güzellerin gözlerinden yaşlar akıtdı.

Süleyman Nazif "Firak-ı Irak"ını, Tevfik Fikret "Sis"ini, Âkif "Çanakkale Şehidleri"ni benimle yazdı.

Beni, masanın üstünde hâlsiz hâlsiz yatarken gördün de çöp sandın, değil mi genç adam?

Haklısın. Kabahat sende değil, benim kim olduğumu sana öğretmemiş olanlarda…

Ben, uzun bir târih boyunca, senin atalarına çok hizmet ettiği için yorulmuş, târihin sînesinde dinlenmeğe çekilmiş bir emekdârım.

Beni kırdığına iyi etmedin. Ama bilmiyerek kırdığın için, seni yine affediyorum!"

(Hamdi Varoğlu, Cumhuriyet - 27 Ocak 1957 - "Bu Sabah" sütunu.)

Prof. Uğur Derman

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.