Trump’ın azli meselesi
İktidara geldiği günden bu yana Trump Amerikan müesses nizamının savunucuları tarafından rahat bırakılmadı. Karşıtları arasında yalnızca rakip partiler değil, aynı zamanda Cumhuriyetçi Parti'den bazı figürler, bu partiye destek veren medya kuruluşları ve bürokrasinin önde gelen kurum temsilcileri de vardı.
Hatta kendi atadığı bakan ve bürokratlarla da açıktan tartışmaya girdi. En son adalet bakanını suçladı.
Kavgayı kazanacağını bildiği alanlarda sert oynadı.
FBI'ın önde gelen isimlerinin tasfiyesi akla gelen en iyi örnek.
Zaman zaman da geri adım attı. Ulusal Güvenlik Danışmanı Flynn başta olmak üzere kendisi ile birlikte göreve gelen kabine üyelerinin bir kısmını baskılar karşısında görevden aldı.
Kah İsrail lobisini harekete geçirerek kah Suriye'yi yalandan vurarak krizi dışarı taşıdı.
Fakat yaklaşık iki yıl boyunca bütün baskılara rağmen iktidarda kaldı.
Şimdi özel avukatının savcılıkla anlaşması ile birlikte azil konusu yeniden gündeme geldi.
Amerikan medyası da meseleyi fazlasıyla köpürterek kamuoyu oluşturuyor. Aslında medyanın bu tavrı yeni değil. Her olayda benzer tepkiler veriyor.
Sanki Trump bir hafta içinde azledilecekmiş gibi abartılı haberlere imza atıyor.
Peki Trump'ın başı dertte değil mi? Tabi ki dertte.
Ancak Başkan'ın azli medyanın yansıttığı kadar kolay değil.
Bu sürecin başlaması için Başkanın vatana ihanet ya da ispatlı rüşvet suçu işlemesi gerekiyor. (Clinton'u azlin kıyısına getiren olay gayri ahlaki ilişkisi değil, bu konuda Kongre'ye yalan söylemesiydi).
Bu yüzden Trump'ın bu kapsama alınabilecek bir suç işleyip işlemediği tartışması bir süre daha devam edecek.
Dahası bu mesele hukuki değil, büyük oranda siyasi bir mesele. Temsilciler meclisi ve kongre bu konuda ana aktörler. Anayasa Mahkemesi başkanının da önemli bir rolü var ancak tek başına karar verici değil.
Kongre'de Cumhuriyetçilerin çoğunlukta olduğunu düşündüğümüzde azil işleminin Trump'ın kendi partisinin insiyatifinde olduğunu söylemek mümkün.
Dolayısıyla Trump içerde kendi partisine daha fazla yakınlaşacaktır. Ayrıca başta Yahudi lobileri başta olmak üzere birçok lobiyi harekete geçirecektir.
Hatta avukatı Guliani'nin "taraftarları ayaklanır" mealindeki açıklamaları, kendi kitlesini konsolide etmek için bu krizi fırsata çevirmek peşinde olduğunu söyleyebiliriz.
Dış politikada da yeni hamleler yapması sürpriz olmayacak.
İsrail'in yeni kazanımlar elde etmesi birçok yorumcunun aklına gelen ilk seçenek.
Suriye'de İran'a bağlı milislerin ya da Hizbullah'ın bulunduğu noktaları yeniden bombalaması ve bunu bir gösteriye çevirirse hiç şaşırtıcı olmayacak.
Esed rejimine ya da Kuzey Kore'ye karşı sert bir çıkış yapması da bir başka ihtimal.
Bizi ilgilendiren esas mesele ise Brunson krizini nasıl yöneteceği.
Türkiye'nin diplomatik girişimlerine rağmen ABD yönetimi, müzakereler için Brunson'un iadesini neredeyse ön koşul noktasına taşımıştı. Üstüne üstlük ekonomik saldırılara da giriştiler fakat sonuç alamadılar.
Şimdi bu noktada Trump'ın önünde iki yol var: Ya krizi tırmandırıp Brunson'un iadesini iyice zora sokacak ya da müzakereye girerek Kongre ara seçimlerine kadar Brunson'u ABD'ye götürmenin önünü açacak rasyonel ve göz hizasında bir ilişkiye dönecek. İkinci seçeneği tercih etmesi durumunda medyadan eleştiri alması söz konusu olacak. Fakat evanjelik desteğin tazelenmesi için bir imkan elde etmiş olacak.
Azil konusunun ısındığı bir dönemde Trump'ın ihtiyaç duyduğu şey algı yönetimi değil, somut destektir. Fakat bunu tercih edeceğine dair elbette herhangi bir garanti yok.
Bu yüzden her iki seçeneğe de hazırlıklı olmak zorundayız.
Veysel Kurt
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- İdlib düğümü (19.08.2018)
- İlk saldırıyı atlattık (17.08.2018)
- Yeni Dünyanın doğum sancıları (13.08.2018)
- Gardımızı düşürmeyelim! (11.08.2018)
- ‘Brunson krizi’ ezber bozacak mı? (06.08.2018)
- Türkiye’ye yaptırım ya da gücün küstahlığı (02.08.2018)
- Trump’ın tehdit dili (29.07.2018)
- ABD-İran gerginliği ve Ortadoğu (28.07.2018)