"Washington, ilişkilerimizin asimetrik olabileceği yanlış düşüncesini bir kenara bırakmalı ve Türkiye'nin alternatiflere sahip olduğunu kabul etmelidir. Bu tek taraflılık ve saygısızlık trendini tersine çeviremezlerse yeni dost ve müttefikler aramaya başlayacağız." Başkan Erdoğan'ın New York Times gazetesinde yayınlanan makalesi bu cümleyle bitiyordu. Benzer sözleri Trabzon'da yaptığı konuşmada da sarfetti.
Bu sözler bize İsmet İnönü'nün 1964'te ettiği meşhur lafı hatırlattı. "Yeni şartlarla yeni bir dünya kurulur. Türkiye de bu yeni dünyada yerini bulur." Bu sözlerle İnönü Türkiye'ye karşı hasmane tavrını gizleme ihtiyacı dahi duymayan ABD'nin ittifak anlayışını eleştirmek ve olabilecek en ciddi mesajı vermek vermişti.
İnönü'nün beklediği yeni dünya kurulmamıştı. Doğrusu kimsenin de öyle bir dünya kurmaya ne niyeti ne de gücü vardı. Soğuk Savaş'ın en sıcak yıllarında öyle bir imkan da yoktu doğrusu. ABD ile SSCB'nin dünyayı etki alanına böldüğü bilinen bir vakıaydı.
İnönü'nün maksadı ABD'ye ciddi bir mesaj vermekti ve seçtiği sözler de bu açıdan gayet anlamlıydı.
Yaklaşık iki ay sonra ABD bu sözlere oldukça ağır ifadeler içeren Johnson mektubuyla karşılık vermişti. Yani Türkiye'nin ulusal güvenlik olarak nitelediği Kıbrıs meselesindeki kaygılarını pek de ciddiye almamıştı. Koyduğu tavırla Kıbrıs'a müdahaleyi on yıl erteleyebilmişti. Fakat ne Türkiye'nin kaygılarını karşılayabilecek bir politika geliştirebildi ne de Kıbrıs'taki Türklerin canlarını ve mallarını garanti altına alabilecek bir tedbir alabildi.
Buna mukabil on yıl sonra Türkiye cumhuriyet tarihinin en önemli müdahalelerinden biri ile kendi göbeğini kendi kesti.
Aradan geçen kırk yılı aşkın bir süre sonra söz konusu Türkiye olduğunda ABD'nin müttefiklik ilişkisinde pek de bir şey değişmediğine şahit olmak oldukça öğretici.
Başkan Erdoğan'ın yukarıdaki sözleri ile İnönü'nün sözleri bu açıdan oldukça benzer bağlamda dile getirilmiş. Fakat dünyanın mevcut şartları 1964'ten oldukça farklı.
Soğuk savaş bitti. Bush'un 1991'de ilan ettiği Yeni dünya düzenine de ABD kendi eliyle son veriyor.
Dünya siyasetine biçtiği liberal düzeni korumak için askeri müdahalelerde bulunmaktan çekinmedi. Bir çok ülkenin siyasetini dizayn etmek için askeri darbe tezgahladı. Sonuç da aldı.
Son on yıldır ise hem bocalıyor hem de rakipleri ciddi bir güç merkezi haline gelmiş durumda.
Askeri ve ekonomik göstergeler hala tek başına bir gücün ABD'ye meydan okuyamayacağını ya da alternatif olamayacağını gösteriyor. Fakat ABD rakiplerini tek tek hizaya çekmeye çalışırken aynı zamanda onları birbirine yaklaştırıyor. Bu anlamda aynı anda Rusya, Çin, İran ve Türkiye'ye yaptırım uygulamanın mutlaka sonuçları olacaktır.
Başlıktaki sözler bu anlamda Türkiye'nin yerinde sayacak bir ülke olmadığının en önemli göstergesi. Yeni alternatiflere ve yeni ittifaklara yönelebileceğinin en veciz ve açık işareti aynı zamanda. Erdoğan bu sözleri ilk defa dile getirmiyor. Güney Afrika gezisi dönüşünde yani Brunson krizi henüz patlak vermeden önce de dile getirmişti.
Bu durumu mümkün kılan sadece Türkiye'nin niyeti de değil, mevcut şartlardaki alternatifler. Ticari, askeri ve jeopolitik açıdan bakıldığında ABD'ye ciddi alternatifler mevcut. Askeri alanda Rusya, ticari alanda Çin ilk akla gelen ülkeler.
Elbette bu tarz ilişkilerin kısa süre içinde kurulması ve sonuç alınması da kolay değil.
Ayrıca dikkat edilmesi gereken iki önemli nokta şunlar: Yeni müttefiklerle kurulacak ilişkinin asimetrik düzeyde olmaması ve karşılıklı bağımlılık seviyesinde kurulması.
Daha da önemlisi Türkiye alternatiflere yönelirken aynı zamanda daha çok ürün, daha çok fikir, daha çok teknoloji üretmek zorunda.