Mesut Özil manifesto gibi bir metin yayınlayarak Alman milli futbol takımını bıraktığını açıkladı.
'Kazanırken Alman, kaybederken mülteci' muamelesi görmeyi içine sindiremedi.
Kaleme aldığı metnin geneline sirayet eden vurgular, dil ve üslup çaresizlik ya da baskılara dayanamayan ve en sonunda istemediği bir kararı almış birinin ruh halini yansıtmıyor. Aksine, yıllar yılı verdiği emeğe karşılık ırkçı bir kampanyaya karşı bir baş kaldırışı, bir itirazı dile getiriyor.
Oynadığı takım 2014 dünya kupasının sahibiydi. O turnuvada hemen her maçta oynadı. Aynı takım 2016 Avrupa şampiyonasına gittiğinde Mesut yine kadrodaydı. Son turnuva için de durum farklı değildi, ancak takım erken elendi ve turnuvaya veda etti.
Belki de iki yıl sonra oynanacak Avrupa şampiyonasının da en büyük favorilerinden biri olacak Almanya.
Fakat Mesut bu gelecek hesaplarını bir kenara bırakarak büyük bir özgüvenle ve onurluca Alman milli takımını bıraktı.
Almanların ırkçılığına daha fazla meze olmayacağını declare etti.
Onları kendi ırkçılıkları ile başbaşa bıraktı. 'Ben bu kirli oyunda yokum' demiş oldu.
Çünkü Almanlar bütün rasyonaliteyi bir kenara bırakarak dünya kupasından elenmenin faturasını Mesut'a kesmeye kalktı.
Bu tavrı takınan ise yalnızca bir taraftar grubu ya da marjinalleşmiş basın değildi. Alman medyası bu kampanyanın başını çekti. Cumhurbaşkanı Erdoğan'la fotoğraflarını yeniden yayınlayarak hedef haline getirdi. Türlü hakaretleri sayfa sayfa yayınladı.
Aile fotoğraflarından muhafazakar bir aileden geldiği belli oluyor. Umre ziyareti de bir zamanlar konuşulmuştu.
Fakat bugüne kadar Mesut'un hiç bir siyasal demeç verdiği ya da siyasi bir pozisyon takındığına şahit olmadık.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'la çektirdiği fotoğraf Alman ırkçılığının hedefi haline gelmesi için yetti de arttı bile.
Maalesef Mesut olayı tekil bir hadise de değil. Son dönemlerde Almanlarla bir tür işbirliği yapmayan, memleketi aleyhine söz sarf etmeyen bir eylemde bulunmayan hiçbir Türk (velev ki orada doğup büyümüş olsun) Almanların nezdinde kabul görmüyor. Lakin şunu ifade etmeden geçmeyelim.
Bu tarz davranış ve eylemlerde bulunanlara Almanlar sadece katlanıyorlar.
Can Dündar'dan, DHKPC'lilere, FETÖ'cülerden PKK'lılara kadar Türkiye aleyhine çalışanların Almanlar için değeri kullanım süreleri ile ilgilidir.
Bir hayalet gibi dolaşan faşizm ve ırkçılıkla yüz yüze kalmaları şartların olgunlaşması ile ilgilidir.
Entegre olduklarını düşünüyorlarsa yanılıyorlar. Çünkü entegrasyon nihayetinde siyasi bir sürecin adıdır.
Almanların entegrasyon politikaları da Hitler'in yarattığı tahribatı örtmeye dönük bir söylemdir. Aslında asimilasyonu amaçlar.
Bunu başaramadığı takdirde ise rahat bir şekilde dışlamaya yönelir. Bugün şahit olduğumuz şey de budur.
Almanlar, asimile edemediklerini dışlamaya yöneldiler. Alman karşıtı siyasi bir tutum ya da eylem içinde olmanıza gerek yoktur.
Otantik varlığınıza dair en ufak bir hatırlama bunun için yeterlidir.
Mesut'un Cumhurbaşkanı Erdoğan'la fotoğrafı da Almanlar'ın nezdinde böyle bir işlev gördü. Belki de ne Mesut ne de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın o fotoğraf üzerinden siyasi bir mesaj vermeye niyetleri vardı. Ama Almanlar için bunun önemi yoktur.
Mesut'un onurlu tavrı ve Türkiye'nin bir bütün olarak Mesut'un arkasında yer alması karşısında Almanlar bir hasar onarma sürecine girebilir.
Alman basınında mesut lehine yazılar çıkabilir, hatta Milli Takıma yeniden davet bile gelebilir.
Ancak bunun artık bir değeri ve anlamı olmayabilir.