Türk siyasi tarihi bugün itibariyle yeni bir aşamaya geçiyor.
Yeni dönemi üçüncü cumhuriyet olarak değerlendirmek mümkün.
Osmanlı sonrası ihdas edilen düzen ve tek parti dönemi olarak da adlandırılan dönem, 1950 yılında çok partili sisteme geçişle sona ermişti. Bu dönemde milletin değerleri ve hassasiyetlerine rağmen işleyen bir siyaset düzeni mevcuttu. Yeni dönemin kurucu fikirleri çok dar bir alanda kalmıştı. Batıcılık dışında kalan fikirler kendine yer bulamadı. Devletin yeni kimliği inşa edilirken temel alınan referanslar milletin değerleri olmadı. Hatta bu değerlerin paranteze alınması ve bütün alanlarda zayıflatılmasına yönelik politikalar uygulamaya konuldu. Tarih bile kurgulanırken, dini bir referans taşıyan dönem ve unsurlar dışarıda bırakıldı. Bu toprakların yakın tarihi yok sayıldı. Yapılan devrimler ve uygulamaların "ötekisi" dini olandı. Ne var ki din aslında bu toprakların ve bu milletin asli yönelimini belirleyicisi olduğu için milletin kendisi de dışarıda bırakılmış oldu. Bundan dolayıdır ki toplumun kahir ekseriyetinin devlet yönetimine bakışı pek de hayırhah sayılmazdı. Yine de devlete karşı -istisnai örnekler dışında- kitlesel ayaklanmalar gerçekleşmedi. Bu durumun iki başlıca sebebi vardı: Birincisi milletin devlete bakışı. Tasvip etmediği bütün uygulamalara rağmen millet, devleti asli ve fakat dönem yöneticilerini ve politikalarını geçici bir bağlamda değerlendirmekteydi. İkinci önemli sebep ise devletin zor ve baskı mekanizmalarını hoyratça kullanma eğilimi idi ve nitekim kullandı da.
Bundan dolayıdır ki 1950 ile başlayan siyasal hikaye ikinci cumhuriyet olarak adlandırılabilir. Çünkü yalnızca siyasi sistem değişmemiş, millet iradesinin siyasette yankı bulmaya başlamıştır. Esasında 1950'de iktidara gelen Demokrat Parti'nin kurucuları CHP'den ayrılan isimlerdir. İsmet İnönü ve CHP'li yetkililerin de bu partiye biçtiği rol bir muvazaa partisi olmasıdır. Tıpkı Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile Serbest Cumhuriyet Fırkası'na biçtikleri rol gibi. Ancak bu sefer şartlar değişmişti. Uluslararası konjonktürün de etkisi ile Demokrat Parti tutunabildi ve seçimlere katıldı. 1950'de ilk şeffaf ve serbest seçimlerde CHP'ye karşı yarışan Demokrat Parti'nin ezici bir çoğunlukla iktidara gelmesi millette oluşan birikimin bir yansımasıdır. Millet eline geçen ilk fırsatta ülkenin kimler tarafından ve nasıl yönetilmeyeceğine dair kararını vermişti. Demokrat Parti zaman zaman gösterdiği kötü performans ve yönetim hatalarına rağmen üç seçim kazanarak 1960'a kadar iktidarda kaldı. Ve ancak bir askeri darbe ile iktidardan indirildi.
1960 darbesi, Demokrat Parti karşıtlarınca İkinci Cumhuriyet'in başlangıcı olarak kabul edilir. Bu görüş esasında milletin iradesini yok sayan Tek parti dönemi anlayışının yeniden tedavüle sokulmasına zemin hazırlayan söylemden başka bir şey değildir. Nitekim 1960 yılından itibaren on yılda bir gerçekleşen askeri darbeler ile siyasi arenaya balans ayarı verilmiştir. Askeri ve bürokratik vesayet milletin iradesinin ve değerlerinin yeniden hayat bulmaması için kurumsallaştırılmıştır. İhdas edilen bir çok kurumun temel hedefi buydu.
Bu yapı ne Türkiye'de sağlıklı işleyebilen bir siyasi sistem ne de kendi kendine yeten bir ekonomik yapı ihdas edebildi. Sistemin kendini devam ettirebilmesi ancak dışa bağımlılıkla mümkün oldu. 1989'da uluslararası siyasetin karakterinde meydana gelen değişime ayak uyduramamasının da sebebi buydu. Nitekim 28 Şubat darbesi hem siyasi hem de ekonomik olarak iflas eden sistemin ömrünü uzatmaya dönük bir hamleydi. "Bin yıl sürecek" sözünün de anlamı kısmen burada gizlidir.
Sistemin iflasının ilk işareti 3 Kasım 2002 seçimleri oldu. 28 Şubat'ta millete dayatılmak istenen ne varsa bu seçimlerde millet tarafından reddedildi. O tarihten beridir bu tavır Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sermayesi oldu. Erdoğan milletle bütünleştikçe kazandı. Kazandıkça miletin iradesini siyasete daha fazla yansıttı. Gezi kalkışmasından bugüne cereyan eden olaylar bu odakların milletin öznesi olduğu yeni kurucu siyasete karşı direnç ve saldırı hamleleri idi. 15 Temmuz kalkışması bu hamlelerin en kritiği ve dönüm noktası idi. Fakat millet yine devreye girerek bir çöküşe engel oldu.
Bugün itibariyle milletin kurucu özne olduğu yeni bir döneme giriyoruz. Önümüzde çok kıymetli beş yıllık bir zaman dilimi var. Kurucusu milletin kendisinin olacağı bir dönem bu. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bugüne kadar izlediği siyaset, millet iradesinin kurumsallaşacağının en önemli işareti.