24 Haziran seçimleri Türk siyasal hayatında yeni bir dönemin kapılarını açtı. Vesayet odaklarının sahip oldukları etki bütünüyle olmasa da aşındı. Siyasetin küresel düzeyde sahip olduğu işleyiş biçimi nedeniyle zaten meşruiyetini ve hatta hükmetme zeminini kaybetmişti. Ancak on yıllar boyunca biriktirdiği sermaye ve sert güç olanaklarını kullanarak zor ve baskı mekanizmaları ile ayakta duruyordu.
Gezi kalkışmasından bugüne cereyan eden olaylar bu odakların milletin öznesi olduğu yeni kurucu siyasete karşı direnç ve saldırı hamleleri idi. 15 Temmuz kalkışması bu hamlelerin en kritiği ve dönüm noktası idi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 24 Haziran gecesi yaptığı balkon konuşmasında seçim sonuçlarını bu çerçevede değerlendirmesi dikkat çekiciydi.
15 Temmuz'da ulusal ve uluslararası güç odaklarına karşı kendini gösteren irade yeni bir siyasetin zeminini de hazırladı. AK Parti, MHP ve diğer partiler arasındaki ittifak ile karşı ittifak ve seçimlerdeki oy kaymaları bu iradenin yeni görünümlerinden başka bir şey değil.
Seçim sonuçları ve sonrasında hem iktidar hem muhalefetin takındığı tavır yeni dönem siyaseti için önemli ip uçları taşıyor.
Seçim sonuçlarından başlayalım.
Gerek Cumhurbaşkanlığı gerekse meclis seçimlerinden alınan sonuçlar Türkiye'nin siyasal tercihini net bir şekilde yansıtıyor. Yaklaşık % 53'lük bir kitle yeni dönemin kurucu öznesi olmayı tercih etti. Bu dönemde iktidar ve destekçilerinin ortaya koyacağı performans bu oranı % 65'e kadar çekebilir.
Seçim sonuçlarının sıcaklığı içinde gelen açıklamalar ve takınılan tavır bu ihtimali güçlendiriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "mesajı aldık" tepkisi ve hemen ertesi gün yeni sistemi kurmak için kolları sıvaması siyasetin doğrudan öznesi olan milletin gözünden kaçmadı. Ayrıca ittifak yaptığı MHP ile yeni sistemin kurumsallaşması, meclis başkanlığı seçimleri ve daha bir çok konuda mutabık kalması da ittifakın üzerinde şekillendiği sosyolojik iradenin beklentilerini karşılar nitelikte.
Öte yandan muhalefetin seçim sonuçlarını değerlendirme biçiminin yeni siyasal zemin bir yana gerçeklikten kopuk olduğunu gösteriyor. Özellikle Kılıçdaroğlu'nun Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı tebrik etmekten kaçınması, "dikta" gibi FETÖ kalıntısı sıfatları tekrar etmesi muhalefetin yeni dönemdeki tavrına dair ciddi işaretler. Buradan hareketle Kılıçdaroğlu'nun kendi tabanını daha da radikalleştirecek ve gerçeklikten koparacak bir çizgide ilerleyeceğini tahmin etmek zor değil.
Anlaşılan o ki, geziden beri radikalleşen kesimler ile Kılıçdaroğlu'nun keskin ve anlamsız çıkışları yeni bir noktada buluşacak. Yerel seçimler yaklaştıkça bu momentum kendini kimi zaman şiddet içeren formlarda gösterecek. CHP yönetiminin HDP ile işbirliğine gitmesi ve PKK şiddetine göz yummasına dikkatinizi çekeyim. PKK'nın Ağrı'da bir esnafımızı alçakça katletmesinden sonra Sezgin Tanrıkulu'nun meseleye yaklaşımı bu anlamda önemli işaretler.
Esasında seçim sonrasında CHP tabanında cılız da olsa muhasebe yapabilen sağduyulu sesler de duyuldu. Fakat Kılıçdaroğlu bunları dikkate almamayı tercih etti.
Sonuç ne mi olacak?
Daha da küçülen, radikalleşen ve tekrar kaybeden bir CHP. Ve kaybettikçe koltuğunu sağlama alan bir Kılıçdaroğlu.
Bizim derdimiz Türkiye. Daha güvenli, daha müreffeh, daha adaletli bir Türkiye'ye doğru yol alındıkça varsın CHP kendi kısır dünyasında debelenmeye devam etsin.