Trump'ın müzakereleri askıya alması ile birlikte ABD ile İran arasında yeni bir gerginlik dalgası başladı. Karşılıklı tehditlerin ardı arkası kesilmiyor.
İran'lı yetkililer Hürmüz boğazını kapatmak ve Ortadoğu'daki yaklaşık kırk bin kişilik askeri varlığını ABD'ye karşı tehdit unsuru olarak kullanıyor. İsrail'e karşı henüz söylem yükseltmiş değil ancak Hamas'la daha fazla yakınlaşması sürpriz olmayacak.
ABD ise zaman zaman el yükselterek rejim değişiminden bahsediyor.
Yalnızca bu manzaraya bakarak yorum yaparsak bir savaşın kapıda olduğu kanaatine rahatlıkla varırız. Fakat bu senaryonun gerçekleşme ihtimali oldukça düşük.
Dolayısıyla bu tehditler bir yandan gerginliğin bir göstergesi, fakat öte yandan müzakarelerin ne kadar çetin yürüdüğüne de işaret ediyor.
Müzakerelerin bir sonuç verip vermeyeceği, nasıl bir anlaşmaya varılacağını kesin olarak bilemeyiz. Bu sonuçtan bağımsız olarak müzakere süreci oldukça önemli sonuçlara gebe.
ABD ile İran arasındaki ilişkilerin bütün bölgeyi ilgilendiren sonuçlar doğurduğunu iddia etmek zor değil. Dahası bölgesel güvenlik ve düzenin en önemli parametrelerinden birisi bu ilişkiler olagelmiştir. 1979'a kadar ittifak düzleminde yürüdüğünde de 79 sonrasında kontrollü gerginliğe evrildiğinde de bu sonuç değişmemiştir.
Mevcut şartlarda ise ABD-İran gerginliğinin nereye evrileceğini belirleyen iki önemli boyutu mevcut. Birincisi ABD'nin geleneksel müttefiklerinin İran'la yaşadığı problemler (vekalet savaşları, ve iktidar mücadeleleri) ikincisi ise İsrail'in merkezi konumu.
Obama'nın nükleer müzakereler üzerinden kurduğu yeni düzen geleneksel müttefiklerin kaygılarını hiçe sayacak bir içeriğe sahipti. Nükleer müzakereler Arap İsyanları ile birleşince İran otuz yıldır biriktirdiği güç potansiyelini harekete geçirdi ve sonuç ortada.
Trump'ın iktidara gelişi Obama'nın dışladığı körfez ülkeleri ve fikir ayrılığına düştüğü İsrail tarafından yeni bir fırsat olarak algılandı. Esasında Trump'ın bölgesel siyaseti Obama'nınkinden çok farklı değil. Fakat Trump bölge ülkelerinin güvenlik kaygılarını parayla gidermek için harekete geçti. "Petro-dolar" hikayesini yeni bir boyuta taşıdı.
Körfez ülkeleri ile Trump arasında yapılan silah anlaşmaları, İran'a karşı gerekli görülen güvenliğin satın alınmasından başka bir şey değil.
Trump İran'la müzakere yürütürken bu alışverişi de dikkate almak durumunda kalıyor. Dahası Suud-BAE eksenini cesaretlendirici adımlar atıyor. Dengeyi onların lehine değiştirecek bir görüntü veriyor.
Dile getirilmese dahi müzakerelerin merkezi teması İsrail'in taleplerinin karşılanması. Bu anlamda en önemli konu İran'ın Suriye'deki varlığı. ABD ve İsrail'in İran askeri noktalarını bombalaması ve İran'ın bazı bölgelerden çekilmesi doğrudan bu konu ile alakalı.
Sürecin bu şekilde devam etmesi demek vekalet savaşlarının daha da ısınmasıyla sonuçlanacak. Özellikle Yemen ve Suriye'de dengelerin bir nebze değiştiğine şahit olacağız.
Dahası PKK'nın hem Suriye'de hem de İran'ın içinde kullanılmasının işaretlerini görüyoruz. PKK'nın İran'da on iki askerin ölümüyle sonuçlanan saldırıyı üstlenmesi ve Suriye'de Esed'le anlaşmaya yanaşması bunun işareti.
Buna karşın İran'ın da karşı hamlelerini göreceğiz. İran'ın önündeki en iyi seçeneklerden biri PKK'ya karşı Türkiye ile ittifak yapmak. Nitekim İran'ın bu anlamda bir yol ayrımına geldiği açık. Yemen'de daha da agresifleşerek Suud/BAE ittifakını durdurabilir, Lübnan ve Bahreyn'i karıştırma opsiyonuna da sahip. Ancak Irak ve Suriye'de Türkiye'ye yaklaşmaktan başka bir alternatifi yok.
Sonuç olarak ABD ile İran arasında yeni bir dengenin kurulmasına yönelik bir sürecin başladığına şahit oluyoruz. Ancak bu müzakere sürecinin sonuçlarından önce bizatihi kendisinin bölgesel yansımaları olacaktır.