Anneler ve babalar, kadınlar ve erkekler
Âlemler ve içindekiler; bir denge ve uyum sistematiğine göre yaratılmış. Görünen ve görünmeyen, bilinen ve bilinmeyen tüm varlıklar; birbirlerini destekleyecek ve tamamlayacak özelliklerle donatılmış.
Biz buna, kısaca; "fıtrat" yahut "yaratılış" diyoruz. Hayatın tüm alanlarında ve konularında; yaratılış, var oluş amacına uygun davrandığımız ölçüde huzur ve güven buluyoruz.
Makro ya da mikro düzeyde, fıtratı bozmak; âlemdeki dengeyi ve düzeni bozmak anlamına geliyor. Doğaldan ve doğrudan uzaklaşan kişiler ve kurumlar, ülkeler ve toplumlar; sosyal ve psikolojik, siyasal ve ekonomik, askeri ve teknolojik alanlarda krizlere, anarşilere, bunalımlara düşerek belasını buluyor.
Şimdilerde, aile konusunda; fıtrat çizgisinin ve çerçevesinin dışına çıkma süreci yaşıyoruz. Bir tezgâhtan ve tuzaktan kurtulmaya çalışırken; başka bir tezgâhın ve tuzağın kucağına düşüyoruz.
Allah, insanları; birbirlerinde sükûn bulsunlar diye, iki ayrı cins halinde yaratmış. Her birini; diğerinin eksiklerini tamamlayacak özelliklerle donatmış.
Kadını ve erkeği; birbirleri için "eş", çocukları için "anne-baba", toplum için "aile" yaparak daha anlamlı ve değerli hale getiren bir medeniyet kurmuşuz. Aile kurumunu, insanı koruma açısından "kale", yetiştirme açısından "mektep" haline getirip; asırlarca payidar olmuşuz.
Sonra sistem tersine döndü. Anne, baba, eş olma vasfı ikinci plana itildi; taraflardan biri sadece "kadın", öteki yalnızca "erkek" mertebesine indi.
Eskiden, büyük bir çoğunlukla; hanımefendilerin mağdur ve mahrum edildikleri, ikinci sınıf insan konumuna itildikleri gerçeğini kabul ediyorduk. Akıl ve izan, gönül ve vicdan sahibi olanlarımız ikaz ve itiraz görevi yapıyor; "Onlar bizim başımızın tacı, gönlümüzün ilacı. Analarımız, eşlerimiz, kızlarımız, kız kardeşlerimiz. Sevelim, sayalım, değer verelim; ailede ve toplumda, hak ettikleri mevkîye ve mertebeye getirelim" diyorduk.
Bu konuda ciddi mesafeler aldık. Hanımefendilerin eğitimi ve istihdamı için; bütçeler ayırdık, kampanyalar yaptık.
Siyasette, bürokraside, sivil toplum kuruluşlarında, kültürde, sanatta, sporda, bilimde, teknolojide, ticarette; daha fazla kadın görev aldı. Neredeyse tüm etki ve yetki alanlarında; eşitlenme düzeyine doğru geldi.
Ve fakat; bu arada başka bir şeyi yitirdik. Kadını mağduriyetten ve mahrumiyetten kurtaralım derken; toplum zincirinin halkalarını oluşturan aile kurumunu bitirdik.
İfrattan tefrite doğru bir savrulma oldu. Kendini arayan kadın; merkezden uzaklaşıp, gurbet ellerde bambaşka bir kimlik buldu.
Ailede "biz" olma dengesi ve düzeni bozuldu; "ben benim, sen de sensin" ikilemi öne çıktı. Birlikte geleceği inşa etme anlayışı ve yaşayışı; rüzgâra kapılıp denize aktı.
Yakın çevremizde; artık mağdur ve mahrum erkekler de var. Eskiden, boşanmalarda çocuklar daha çok annelerine veriliyordu; şimdilerde, önemli bir kısmı, babanın yanında kalmayı tercih ediyorlar.
Çalışan kadınlar; fazla çocuk yapmaktan şiddetle kaçınıyor. Henüz anne sütü ile beslenmesi gereken dönemde bile; bebekler, bakıcıların yahut başka kadınların ellerinde kalıyor.
Kendisini evin ve ailenin dışındaki hayata fazla kaptıran kızlar; evliliği, gündemin gerisine düşürüyor. Giderek, daha fazla kadın ve erkek; "evlensem de olur, evlenmesem de" diye düşünüyor.
Geçenlerde, aydın ve mütefekkir bir er kişi dost; "anneyi kaybettik" diye yazdı. Tespiti içler acısı; feryadı avaz avazdı.
Hal ve gidişin farkına varıp rahatsız olan bazı hatun kişiler; yazılarıyla, konuşmalarıyla erkekleri savunma gereği duydular. Bu yarıldıkça yarılan, kanadıkça kanayan yaraya; onlar da teşhis koydular.
Birbirlerine "hanımefendi, beyefendi" muamelesi yapan eşleri; çıra yakıp arıyoruz. İfrata ve tefrite düşmeden, fıtrat çizgisinin ve çerçevesinin dışına taşmadan, birbirlerine haksızlık ve hadsizlik yapmadan anne gibi anne, baba gibi baba, eş gibi eş, aile gibi aile olabilenleri; görmediğimize haber yollayıp, gördüğümüze soruyoruz.
Az sayıdaki iyi örnekler ve öyküler; toplumun çoğunluğuna inandırıcı gelmiyor. İdeali yakalamak ve yaşamak için direnenler; gereken ilgiyi ve itibarı görmüyor.
Bu savrulmanın, sıyrılmanın sonu nereye varacak? Aileden topluma uzanan huzur ve güven iklimini; kimler ve nasıl oluşturacak?
Kadınıyla, erkeğiyle; fıtrata, yani yaratılışa dönmeliyiz. İdrakimize giydirilen arızalı anlayışları ve yaşayışları terk edip; aslımıza uygun hale gelmeliyiz.
Hayat ufkunda uçan insanlık kuşunun iki kanadı olan kadının ve erkeğin, birbirlerine; "ömrümün ve gönlümün, yurdumun ve yuvamın sultanı" demelerine ihtiyaç var. Evlerimiz ve ailelerimiz; huzur ve güven içinde yaşadığımız, birbirimizi destekleyip tamamladığımız, geleceğe dair iyilikler ve güzellikler kurguladığımız saraylarımız olmalılar.
Kaybettiklerimiz kazandıklarımızdan çoksa; bu, hiç kimse için "kâr" değildir. Bizi biz olmaktan çıkaran gidişe dur denmezse; arkasından çok kazalar ve belalar gelir.
İnancımızın, kültürümüzün, medeniyetimizin genetiğinde ve geleneğinde; insanlık için iyi örnek ve öncü olma potansiyeli var. Kaybettiği değerleri geri kazanma ihtiyacı ve arayışı içinde olan milyonlar; bizim yol açmamızı, yön göstermemizi, önden gidip örnek olmamızı bekliyorlar.
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Özel okullar “öz” mü, “üvey” mi? (03.11.2018)
- “Emektar” olun ama sakın “emekli” olmayın (31.10.2018)
- Değersizlik duygusunun düşürdüğü haller (27.10.2018)
- Eğitimin yeni yol haritasında ne var, ne yok? (24.10.2018)
- Öğrenci andı “söz” mü, “yemin” mi, “ibadet” mi? (21.10.2018)
- Ümmete örnek ve öncü olmak için (17.10.2018)
- Sahte kahramanların kaybettirdikleri (13.10.2018)
- İnsanın pedagojik, psikolojik, psikiyatrik serüveni (10.10.2018)