Geçenlerde, aile alanında eğitim ve danışmanlık hizmeti veren Uzman Psikolog yakınımız; danışanlarından biriyle, telefon görüşmesi yapıyordu. Yaratılmışların en mükemmeli olan insanın, her türlü sevgiyi ve saygıyı hak ettiğini hatırlatarak; "Estağfurullah, ben size özel bir şey yapmadım; herkese nasıl hitap ediyorsam, size de öyle hitap ettim" diyordu.
Sonradan anladık ki, kim olduğunu sormadığımız ve bilmediğimiz o kişiye; saygın bir dil ve üslup kullanarak, "siz" diye hitap etmiş ve "hanımefendi" muamelesi yapmış. O da, hiç alışık olmadığı bir durumla karşılaşınca; sevincinden ağlayarak, "ömründe ilk defa, kendisini bu kadar değerli hissettiğini" anlatmış.
Bu taze, sıcak deney ve gözlem; bize, yıllar boyu aile ve eğitim alanında karşılaştığımız bazı kişileri, olayları, durumları hatırlattı. Gölgeli ve güvenli bir bölgede, uykuya yatırdığımız acı gerçeklerin perdesini aralayıp; zihnimizin dehlizlerini, yeniden aydınlattı.
Seçici algımız; toplumsal hafızanın derin ve geniş arşivinden, bazı örnekler ve öyküler seçti. Hayat filminin kimi "kurtarıcı", kimi "kahredici" kareleri; teker teker, gözümüzün önünden geçti.
İstedik ki; her yaştaki ve seviyedeki insan için, "değersizlik duygusu" dediğimiz ruh halinin, düşürdüğü ya da düşüreceği halleri bir nebze izah edelim. Uyarıcı, ikaz edici algımızı harekete geçirip; benzer hatalara düşmemenin yahut düşmüşsek de bir daha tekrar etmemenin gereğini, önemini belirtelim.
DERİN BİR KUYU
İnsanlar, hayvanlar, bitkiler, var olan ve varlık âleminin içinde bulunan şeyler; kendilerine değer verildiğini görmek, bilmek, hissetmek isterler. Onlara, gerçekten değer verenler ise; bunu duygularına, düşüncelerine, davranışlarına yansıtarak bir şekilde ortaya koyarlar ve belli ederler.
Âlemlerin Rabbi olan Allah; başta insanlar olmak üzere, yarattığı her canlıya, nice nimetler verir. Bunun farkında olmayan, kadrini ve kıymetini bilmeyen, şükrünü eda etme görevini yerine getirmeyen kullarından; verdiği nimetleri geri alır.
Gözler ve gönüller; değer gördükleri yerlere yahut kendilerine değer veren kimselere yönelirler, bağlanırlar. Birilerine yahut bir şeylere "değer vermek", aynı zamanda "güven vermek" anlamına geldiği için; insanlar verimli ovaların kenarlarına, kuşlar sevdikleri ağaçların dallarına, böcekler güvenli otların ya da çalıların aralarına yuvalanırlar.
Değersizlik duygusu; güvensizlik duygusunu da beraberinde getirir. Bu ruh haline düşen insan; kademeli olarak, hayatla ve toplumla bağlarını koparıp, derin bir kuyunun dibine çekilir.
Tutunduğu yahut tutunacağı dallar, teker teker kırılır; ürkütücü, korkutucu bir boşluğa düşer. İbresi bozulur, istikameti kaybolur; farkında olmadan, hatta "güvenli bölge" zannederek, uçuruma doğru koşar.
Duruma göre, ya tecrit olup içine kapanır; ya hırçın ve hareketli bir şekilde dışa vurur. Direksiyon hâkimiyetini kaybetmiş araç gibi; kendisi ve çevresi için, nice trafik kazalarına sebep olur.
İnsanı bu hale düşüren; çocuklar ve gençler için evde anneler ve babalar, okulda öğretmenler ve idareciler, bir de hor ve hakir görüp dışlayan arkadaşlardır. Yetişkinler için ise; genellikle, yanlış ilişki ve iletişim içine giren eşler ile diğer akrabalardır.
DIŞA VURUMLAR
Annelerinden ve babalarından, öğretmenlerinden ve idarecilerinden değer görmeyen, "sen bizim için değerlisin" mesajını almayan çocuklar ve gençler; gündem olmak, muhatap alınmak için "yaramaz" olmayı tercih ediyorlar. Kendilerini adam yerine koymuş gibi yapıp, sosyal statü kazandırarak bir bakıma rütbe veren örgütlere, çetelere girip; kolayca suç işleyebiliyorlar.
Bir yerlerde, birileri tarafından değer görme ihtiyacı; insanları içkiye, kumara, fuhşa, zinaya, hırsızlığa, yolsuzluğa sevk edebiliyor. Bunun için; gerekirse, kendisine ve çevresine zarar verme yoluna bile gidebiliyor.
Benlik değeri zayıf olanlar; bulundukları çevre ve ortamlarda, kolayca itilip kakılıyorlar. Kendilerini aciz, güçsüz, beceriksiz gördükleri için; kullanılmaya, sömürülmeye, istismar edilmeye müsait hale geliyorlar.
Cinsel kimlik sapmaları, ahlaki zemin kaymaları; değersizlik duygusunun tetiklediği psiko sosyal arızalar. İnsan bir düşmeyegörsün; bu kuyunun içinde, her türlü yılan ve çıyan var.
Caniler, seri katiller, teröristler, intihar eylemcileri; daha çok, değersizlik duygusundan kurtulup, kendilerini değerli hissetmeye çalışanlar arasından çıkıyor. Bir ateş ki bu; içindekini de, dışındakini de yakıyor.
Eşinden umduğu değeri göremeyen, bulamayan hanımefendiler ve beyefendiler; kendilerine değer verecek başka muhataplar arıyorlar. Kültür ve yaşayış durumlarına göre, ya eşlerini aldatıyor; yahut, erkekler, ikinci eş formülüne razı olabilecek kadınlar buluyorlar.
Baba şefkatinden ve merhametinden mahrum büyüyen genç kızlar; evlenirken, o ihtiyacı karşılayabilecek yaşlı erkeklere, daha kolay evet diyebiliyor. Anne şefkatinden ve merhametinden mahrum büyüyen delikanlılar ise; kendilerine anne gibi davranabilecek bir eş isteyebiliyor.
Köklü ve kesin çözüm; sevmek, saymak değer vermek. Allah'ın bize lütfu, ikramı, emaneti olan eşlerimizi, çocuklarımızı, öğrencilerimizi; saygıdeğer hanımefendiler ve beyefendiler olarak görmek.
Gönülden gelen bir dil ve üslupla; "iyi ki varsın, şükür ki benim eşim, çocuğum, öğrencimsin" diyebilmek. Bitkiye ya da ağaca su döker, gübre eker gibi sevgi ve saygı göstererek; zayıf yönlerini değil, kuvvetli yönlerini sayabilmek.