Okulun dışında okul, öğretmenin dışında öğretmen
Hani, zaman zaman gündeme gelen, beylik bir söz ya da söyleyiş var. Bazı kimseler, eğitimin değerine dikkati çekmek için; eğitimcilere bırakılamayacak kadar önemli olduğunu söylüyorlar.
Biz de eskiden beri; okulun dışında okulların, öğretmenin dışında öğretmenlerin olduğunu biliyoruz, görüyoruz. Onun için; eğitimin, okulda başlayıp okulda biten bir süreç olmadığını düşünüyoruz.
Örgün ve yaygın eğitim kurumları; eğitim ve öğretim faaliyetlerinin, planlama merkezleri olmalı. Ulaşılabilen tüm çevreler ve ortamlar, kişiler ve kurumlar ise; yaygın birer mektep ve medrese haline gelmeli.
Çünkü, insanlar; içinde bulundukları sosyal, kültürel, fiziki çevre ve ortamlardan etkilenirler. Ayrıca, meşhur olmuş bir kavle göre; duyduklarını unutur, gördüklerini hatırlar, yaşadıklarını öğrenirler.
Etkin öğrenmenin ya da öğretmenin yolu; aklen, ruhen, bedenen kuşatmaktır. Bir olayı ya da olguyu; ya fikren ya da fiilen yaşatmaktır.
Bunun içindir ki; "okuma" eylemini kelimeleri ve cümleleri "seslendirmek" diye değil, "anlamak, öğrenmek, uygulamak" diye tarif ediyoruz. Maksadın hasıl olabilmesi için; "Sadece kitapları değil, hayatı ve içindekileri de okumalıyız" diyoruz.
KAYNAK KİŞİLER VE KURUMLAR
Milli Eğitim mevzuatında ve müfredatında; "kaynak kişilerden ve kurumlardan yararlanmak" diye özetlenen bir ilke var. Bunun farkında olanlar, gereğine ve önemine inananlar; işledikleri konuları daha iyi öğretebilmek için, uzman kişilerden ve kurumlardan yararlanıyorlar.
Böylece, istifade alanı sınıfın ve okulun ötesine geçip; yakından uzağa doğru, "yeryüzü mektep" haline geliyor. Yetişme çağındaki çocuklar ve gençler, sadece "sınıfların içinde sınavlara" değil; aynı zamanda, "hayatın içinde hayata" hazırlanmış oluyor.
Bu durumda; okullar "karargah", öğretmenler ve idareciler "komutan" oluyorlar. Öğrenme süreçlerini "icra" eden kişiler olmanın ötesine geçip; daha ziyade, "organize" eden kişiler haline geliyorlar.
Bazen, eğitim ve öğretim etkinlikleri; öğrencilerle birlikte, öğrenci velilerini de içine alıyor. Ya öğrenciler, öğretmenler, öğrenci velileri kaynak kişilere ve kurumlara gidiyorlar; ya sözkonusu kişiler ve kurumlar, okullara geliyor.
Milli Eğitim Bakanlığı, bu anlayışı ve işleyişi teşvik etmek için; son yıllarda, "hayat boyu eğitim" modelini getirdi. Ayrıca, çeşitli kurumlar üzerinden; "proje desteği" uygulamaları geliştirildi.
İYİ ÖRNEKLER VE ÖYKÜLER
Atalarımız, tecrübelerini ata sözleriyle özetleyip; "at binenin, kılıç kuşananın" demişler. İş bilmenin, ehil olmanın önemini ifade etmek için; "gemisini yüzdürenin kaptan olduğunu" söylemişler.
Eğitim kadro ve kurumları içinde; kaynak kişilerden ve kurumlardan, azami derecede istifade edenler var. Bunun yanında, büyük bir çoğunluk; varlık içinde yokluk çekercesine, hayatı okuldan, okulu da sınıftan ibaret görüyorlar.
Son zamanlarda, İstanbul Kültür ve Turizm Müdürlüğü; alışılmışın dışında şeyler yapıyor. Tarihi ve kültürel mekanlarla, onlardan habersiz yaşayan insanları bir araya getirip; özel etkinlikler aracılığıyla tanıştırıyor, kaynaştırıyor.
Mesela; bir geceyi, kütüphanede, kitaplarla birlikte geçiriyorsunuz. Alanında uzman olmuş, kitap gibi adamlardan; tarih, kültür, medeniyet incileri devşiriyorsunuz.
İstanbul'un yeni Milli Eğitim Müdürü de farklı şeyler yapmanın peşinde. Okullar ile hayat arasında köprüler kurup; çocukları ve gençleri, bu köprülerden geçirmenin niyeti ve gayreti içinde.
Şimdilerde, bu iki kişisel ve kurumsal duyarlılık bir araya geldi; iyilik ikiye katlandı. Milli Eğitim Müdürlüğü ile Kültür ve Turizm Müdürlüğü arasında; kurumsal iş birliği protokolü imzalandı.
İstanbul'daki tüm tarihi ve kültürel mekanlar; tıpkı okullar gibi, öğrencilerin ve öğretmenlerin hizmetine sunulacak. Bazı dersler, belli bir plan ve program dahilinde; bu güzide mekanlarda anlatılacak.
Buna bir de bilim, kültür, sanat ustalarından, üstatlarından istifade eklenirse; fevkalade güzel olur. Pedagojik formasyonu olsun ya da olmasın; alanında uzman olmuş herkes, fiilen öğretmen haline gelir.
SEÇME VE SEÇİLME HAKKI
Devlet, adına "okul" dediğimiz binalar yapıp yüzlerce, binlerce çocuğu ve genci oralara doldurmak yerine; herkese, istediği yerde, istediği kişilerden ve kurumlardan eğitim alma hakkı tanısa. Öğretmenler öğrencilerini, öğrenciler de öğretmenlerini seçip; zaman ve mekan sınırı olmaksızın, hizmet alınmış ve verilmiş olsa.
Milli Eğitim Bakanlığı'nın bütçesi; bu şekilde, hizmet satın almak için sarfedilse. Öngörülen dersleri, konuları öğrendiğini beyan edenler belirli zamanlarda yeterlilik sınavlarına tabi tutulup; aldıkları puanlara göre, kademe kademe karneler yahut diplomalar verilse.
O zaman, daha verimli bir eğitim ve öğretim faaliyeti olmaz mı? Öğrenmek ve öğretmek, daha istekli ve iştahlı bir yarış haline gelmez mi?
En azından, hayatı okula, okulu hayata yaklaştırabiliriz. İnsanlara, dosyalarında ve dolaplarında duran diplomalarına göre değil; görülebilen, bilinebilen yeterliliklerine göre "öğretmen" sıfatı verebiliriz.
Şüphesiz, yerleşik anlayışları ve alışkanlıkları değiştirmek kolay değildir. İlke olarak benimsenirse; su yolunu bulur, doğal disiplin içinde yeni bir sistem meydana gelir.
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Dahilerin değerlendirilmesi (29.11.2018)
- 24 Kasım’ın ardından (25.11.2018)
- Eğitimde yerel-evrensel dengesi ve uyumu (22.11.2018)
- Çocuk dostu vakıf adam (17.11.2018)
- Eğitimde model olma ihtiyacı (14.11.2018)
- 28 Şubat bitti mi, bitmedi mi? (10.11.2018)
- Anneler ve babalar, kadınlar ve erkekler (07.11.2018)
- Özel okullar “öz” mü, “üvey” mi? (03.11.2018)