Zekeriya Erdim

Köysüz şehir, susuz nehir

Allah, âlemi; muazzam bir denge ve uyum üzere yaratmış. Yerleri, gökleri ve içindekileri; insanın temel ihtiyaçlarını karşılayacak nimetlerle donatmış.

Ancak, biz; bu dengeyi ve uyumu, hoyratça bozuyoruz. Yaratılmışlar arasındaki doğal, organik ve olmazsa olmaz bağları; boşa düşecek ve düşürecek şekilde çözüyoruz.

Böylece, dünya; "yaşanılacak yer" olma özelliğini kaybediyor. Hatta, bütün canlılar için; hayati derecede tehlikeli bir çevre ve ortam haline geliyor.

Ülkemizde yıllar boyu yaşanan sosyal, kültürel, fiziki, ekonomik dengesizlikler ve tutarsızlıklar yüzünden; köyleri boşaltıp, yaşayan nüfusu şehirlere götürdük. Buna ilave olarak, büyük yerleşim merkezlerinin yakınlarında bulunan tarlaları ve ovaları da önce arsalara, sonra bina yığınlarına dönüştürüp; şehirleri, kendi temel ihtiyaçlarını karşılama açısından, "suyu kesik değirmenler" haline getirdik.

Özellikle İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerde; kelimenin tam anlamıyla insan, taşıt, bina izdihamı var. Kendi istek ve iradeleriyle oluşturdukları yoğunlukların ve yorgunlukların altında ezilen milyonlar; Allah'ın bize sunduğu hava, su, toprak, güneş gibi nimetlerden yeteri kadar istifade edemiyorlar.

Buna bir de "fıtrata aykırı yaşama biçimi" eklendiğinde; kişisel, kurumsal, toplumsal düzeydeki krizler, anarşiler, bunalımlar ayyuka çıkıyor. Adına "hayat" dediğimiz yahut "var oluş" diye nitelendirdiğimiz süreç; ürkütücü ve korkutucu derecede tehlikeli bir uçuruma doğru akıyor.

Geri dönüşü imkânsız bir safhaya gelmeden önce; "şehirleşme, modernleşme, medenileşme" gibi gerekçelerle içine düştüğümüz tezgâhların ve tuzakların dışına çıkmalıyız. Ülkeye ve topluma, dünyaya ve insanlık âlemine; bizim için "fabrika ayarları" hükmünde olan "fıtrat" penceresinden bakmalıyız.

ALGI TERSE DÖNECEK

Rivayete göre; bir zamanlar, iki Kırşehirli İstanbul'a gelmiş. İçlerinden biri Erenköy, Kadıköy, Mecidiyeköy, Bakırköy gibi ilçe yahut semt tabelalarını görünce; hayretler içinde kalmış.

Bir süre zihninde yoğurup, yorumladıktan sonra; kendince olayı çözümlemiş. Heyecanla hüküm verip; "Efendi, efendi! Kırşehir'e şehir deyip buralara köy diyenlerin ağızları eğilir, gözleri kör olur" demiş.

Şimdilerde, hal ve gidiş tersine çevrildi. Mide fesadına uğramış insanlar gibi, şehirlerin de içyapıları bozuldu; "yaşanılan" değil, "katlanılan" yerler haline geldi.

Onun içindir ki; tatil dönemlerinde insanlar akın akın köylere, yaylalara, sahillere, ormanlara gidiyorlar. Akıllarını, ruhlarını, bedenlerini dinlendirmek için; belli bir süre başka yerlerde yaşayıp, ilave bedeller ödüyorlar.

Adına "tatil beldesi" denilen mekânlar da işte bu ihtiyaçtan doğdu. Şehirlerde bunalıp strese, sıkıntıya girenler; "bir nefes sıhhat" için köylere yahut tatil bölgelerine göçer oldu.

DEĞİRMENİN SUYU

Arızalı anlayışlar ve yaşayışlar yüzünden; karnı tok olsa bile, gözü ve gönlü aç "tüketim köleleri" haline geldik. Hem komik, hem de trajik bir şekilde; üretmeden tüketme sendromu içine girdik.

Herkesi ve her şeyi, yiyip içip bitiriyoruz. Bir kısmımız açlıktan ölürken; diğer bir kısmımız, "obezite" denilen hastalıkla mücadele ediyoruz.

Sorun şu ki; biz hoyratça tüketirken, üretimi kimler yapacak? Yediğimiz, içtiğimiz, kullandığımız şeyler; hangi tarlalara ektiğimiz buğdayların başağında, hangi bahçelere diktiğimiz ağaçların dallarında çiçek açacak?

Köyleri küçültüp, hatta yok edip, şehirleri abartılı bir şekilde büyütmek; iftihar edilecek hüner mi? Milyonlarca insanın arpası, buğdayı, bulguru, pirinci, fasulyesi, nohudu, sebzesi, meyvesi, eti ve et ürünleri, sütü ve süt ürünleri nereden ve nasıl gelecek; suyu kesilmiş değirmenin taşı döner mi?

Yetişme çağındaki çocuklarımızın ve gençlerimizin hayallerinde yahut kariyer planlarında; annelerinin, babalarının, dedelerinin, ebelerinin doğup büyüdükleri köyleri, yaylaları, tarlaları, ovaları, ormanları, meraları yeniden "ihya etmek" var mı? Şehir hayatının bağlısı ve bağımlısı haline gelmiş insanlar; dönüp yahut gidip köylerde yaşarlar mı?

Uğruna can verdiğimiz "vatan" toprakları, sadece şehirlerden mi oluşuyor? Zamane genç kızları, kendileriyle evlenmek isteyen delikanlılara niçin "şehirde yaşama şartı" koşuyor?

Ülkenin aydınları ve yöneticileri, bu soruna köklü bir çözüm bulmalı. Huzur ve güven içinde, sağlıkla ve afiyetle yaşayabilmek için; şehirlerin köyleri, nehirlerin suları olmalı.

HADİ GEL KÖYÜMÜZE

Eskiden, çokça tekrar edilen bir türkü vardı. İnsanlar, büyük bir coşkuyla; "Hadi gel köyümüze geri dönelim / Fadime'nin düğününde halay çekelim" diye çalıp oynarlardı.

Artık bu kayıtlar, toplumsal hafızadan silindi. Kibrit kutusu gibi binalarda, hapishane hücresi gibi odalarda; dijital dünyanın karanlık dehlizlerine girildi.

Devletin tüm teşvik ve destek uygulamalarına rağmen; kimse köyüne gitmiyor. Şehirde "kaldırım mühendisliği" yapanlar yahut boşta gezenlerin yevmiye kayıtlarını tutanlar bile; köyde "tarım ve hayvancılık" yapmayı tercih etmiyor.

Ancak, az bulunur istisnalar kabilinden; hatıralarını yaşatanlar da var. Onlar, gövdelerini ayakta tutabilmek için; köklerinin bağlı bulunduğu topraklarla ilgilerini ve irtibatlarını kesmiyorlar.

Özellikle "emekli" nüfus, ahir ömrünü yaşamak için "köye dönüş" yapıyor. Ekip biçmese de, terk edilmiş topraklara kısmi bir canlılık katıyor.

Bu bağlamda, Karaman'ın Sarıveliler ilçesine bağlı Göktepe beldesinin, Esentepe köyü yahut mahallesi varmış. Şehirlerde çalışıp emekli olanların çoğu, dönüp köyde yaşıyorlarmış.

İşin enteresan yanı, hemen hepsi yüksek tahsil yapıp üniversite bitirmiş. Onların da büyük çoğunluğu; her haneye en az iki kişi düşecek şekilde öğretmenmiş.

Belediye Başkanı'nın beyanına göre; bu köyde kavga, dövüş, şiddet, suç, gıybet, dedikodu, fitne, fesat olmazmış. Kolluk kuvvetleri; ara sıra, köy kahvesinde çay içip kitap okumak için uğrarmış.

Türkiye'nin bütün köylerini bu hale getirebilsek. Yaşlıların yanına gençleri de katıp; terk edilmiş tarlaları ve ovaları, üretim havzalarına dönüştürebilsek.

O zaman, dünyanın "doğal gıda zengini" ülkelerinden biri olabiliriz. Vatan topraklarının her karışını azami derecede değerlendirip; daha sağlıklı ve güvenli, daha mutlu ve müreffeh bir toplum haline gelebiliriz.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.