Dünya ve insanlık âlemi, eş zamanlı olarak, yaman bir "çelişkiler çağı" yaşıyor. Bir yandan, hayat giderek daha "dijital" ve dahi "robotik" hale gelirken; öte yandan, "sosyal ve duygusal beceri" sahibi insan unsuruna olan ihtiyaç hat safhaya ulaşıyor.
Biz, hepimiz; hem trajik hem de komik bir şekilde, ayağımızla toz kaldırıp ağzımızla yutuyoruz. Geliştirdiğimiz bilimin ve teknolojinin mucizevi marifetleri sayesinde göklere çıkıyor; eritip yok ettiğimiz "temel insani değerler" açısından, yerin dibine batıyoruz.
Ağaçları söken de, ormanları yakan da, yerlerine yeni fidanlar diken de bizleriz. Önce havayı, suyu, toprağı kirletir; sonra, temizlemek için arıtma düzenekleri üretiriz.
Öyle yükseldik, ileri gittik ki; hemen her şeyin suni, yapay, sahte, deforme olmuş, genetiği bozulmuş örneklerini yapabildik. Arkasından, bu sürecin başımıza getirdiği belalardan kurtulabilmek için; aydınlıkta kaybettiğimiz "doğal" yahut "organik" hayatı, karanlıkta arayıp bulma niyeti ve gayreti içine girdik.
Görünen o ki, giderek bir "sentez" yapma zorunluluğu hissedeceğiz. "İlaç" yahut "gıda" diye ürettiğimiz şeylerin aslında "zehir" olduklarını gördükçe, bildikçe; her birisi için, "panzehir" bulma yoluna gideceğiz.
Şimdilerde, birbirine zıt iki fiili durum var. Uzman kişiler ve kurumlar, bir yandan insanların yerini tutacak "akıllı ve becerikli robotlar" üretme yolunda ilerliyor; öte yandan, toplum hayatı için, "sosyal ve duygusal becerileri gelişmiş insanlar" yetiştirmenin gereğinden, öneminden söz ediyorlar.
GELECEĞİN MESLEKLERİ
Canlılar gibi mesleklerin de bir kısmı doğuyor, bir kısmı büyüyor, bir kısmı afiyetle yaşıyor, bir kısmı hasta olup var oluş mücadelesi veriyor, bir kısmı ölüyor. Bu değişime ve dönüşüme ayak uydurabilmek için; çalışma hayatının içinde olanlar, bir ömre birkaç mesleği yahut meşguliyeti sığdırmak zorunda kalıyor.
Türkiye'de ve dünyada yapılan araştırmaların sonuçlarına göre; gelecek on yılda, "mesleklerin öncelik ve önem sıralaması" ciddi düzeyde değişecekmiş. Sırayla yapay zekâ makine kontrol elemanı, robot kaynak operatörü, bilişim teknolojileri uzmanı, elektrikli arabalar için teknik bakımcı, dil ve konuşma terapisti, güneş enerjisi sistemi teknik personeli, dijital reklamcı, veri tabanı yöneticisi, AR-GE mühendisi, siber güvenlik uzmanı daha çok aranan elemanlar haline gelecekmiş.
Bir de personel tercihlerinde etkili olacak unsurlar öngörüsü var. Öncelik ve önem sırasına göre; pratik beceriye, sektörel tecrübeye, teorik bilgiye, güvenilir referansa, diploma yahut sertifikaya bakılacağını söylüyorlar.
O halde, örgün ve yaygın eğitimin bu tespitler doğrultusunda yeniden planlanması gerekiyor. İstihdam alanlarını, konularını, imkânlarını hesaba katmadan yetiştirilen insan unsuru; "diplomalı işsizler" ordusuna yenilerini ekliyor.
GLECEĞİN İNSANLARI
Peki, meslekler ve meşguliyetler açısından; "geleceğin insanı", iş yeterliliği dışında hangi özelliklere sahip olmalı? Örgün ve yaygın eğitim kurumları, bu konuda nasıl bir vaziyet almalı?
Gene uzman kişilerin ve kurumların yaptıkları araştırmalara bakıyoruz. Gereklilikler ve yeterlilikler bakımından, bambaşka bir noktaya çıkıyoruz.
Geleceği yakalamak için, insanların robotlarla yarışmaları isteniyor. Robotların insanların elinden alamayacakları işlerin, "güçlü sosyal ve duygusal becerileri gerektiren işler" olacağı söyleniyor.
Bu konuda muhtelif çözüm teklifleri de var. Meselenin farkına varanlar; üniversitelerin tüm bölümlerine (özellikle de öğretmen yetiştiren bölümlere) "sosyal ve duygusal öğrenme dersleri" konmasını, yüksek lisans ve doktora tezleri yaptırılmasını, hizmet içi eğitimlerde ağırlık verilmesini, örgün ve yaygın eğitimin bu amaca uygun hale getirilmesini, kamu-özel sektör-sivil toplum iş birliği ile yeni bir "eğitim seferberliği" ilan edilmesini istiyorlar.
Çünkü, erken çocukluk yaşlarında sosyal ve duygusal becerileri gelişmiş olanların; eğitim, aile ve iş hayatında "daha mutlu" ve "daha başarılı" oldukları görülüyor. Ayrıca, insanı ilgilendiren tüm alanlarda ve konularda; "sosyal sermaye" ile "duygusal derinlik ve zenginlik" avantajının, "finansal sermaye" gücünden daha öncelikli ve önemli olduğu biliniyor.
BAŞLANGIÇ NOKTASI
O halde, çıkış ya da başlangıç noktasını doğru tespit edelim. Hayatın ana unsurunun insan olduğu ve hemen her şeyin ona bağlı bulunduğu gerçeğinin altını çizelim.
Bu bizi; kişisel olarak "anne"ye, kurumsal olarak "aile"ye yöneltir. Zîra, insanın oluşma ve gelişme süreçlerinde; en etkili kişi anne, en etkili kurum ailedir.
Dünyaya dair ilk algı, ana rahminde oluşur. O da varlığımızın hissedildiği anda ortaya çıkan "benimsenme" ya da "reddedilme" duygusudur.
En derin sosyal ve duygusal ilişkiyi, "göbek bağı" üzerinden annemizle kurarız. Hayatın tüm ilklerini, aile ortamında yaşarız.
Toplum ağacının tohumu da, toprağı da ailedir. Hayatın tüm meyveleri, onun dallarında çiçek açar ve yeşerir.
O zaman diyebiliriz ki; öğretmenlerden ve idarecilerden önce anneler ve babalar yetiştirilip, "pedagojik formasyon belgesi" verilmelidir. Okullardan ve kurslardan önce, evler ve aileler "uygun eğitim ortamları" haline getirilmelidir.
Okulları yapay zekânın teftiş edip denetleyeceğini söyleyen Milli Eğitim Bakanı'na, bu konu da hatırlatılmalı. Sosyal ve duygusal beceri eğitimi, aile kurumundan başlatılmalı.
Zekeriya Erdim