İnşaat sektöründe, her zaman gündemde olan bir "zemin etüdü" uygulaması var. Binalar yapılırken, önce üstüne oturtulacağı toprağın zemin özelliklerini tahlil ediyor; sonra, o zeminin gerektirdiği teknik projeleri hazırlıyorlar.
Aynı şey, deprem dilinde ve kültüründe daha fazla öne çıkıyor. Risk ya da "dayanıklılık ölçümü" yapan uzmanlar; binaların teknik yapı özellikleriyle birlikte, zemin etütlerine de bakıyor.
Hatta, kendi binalarımızın depreme dayanıklı olmasını gerekli ama yeterli görmüyoruz. Üstümüze yıkılma ihtimali olan diğer binaların da dayanıklı olup olmadığını bilme ve onlar için de alınabilecek tedbirleri alma gereği duyuyoruz.
Ayrıca, literatürde "fay hattı" olarak ifade edilen kırılma çizgilerinin yahut noktakarının izlenmesi ve değrlendirilmesi de çok önemli. Çünkü, zeminlerin ve binaların dayanıklılık durumlarıyla birlikte; kapımızı çalma yahut başımıza gelme ihtimali olan depremlerin şiddeti de bilinmeli yahut tahmin edilmeli.
Türkiye, jeolojik yönden olduğu gibi; sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik, bilimsel, teknolojik, askeri, diplomatik yönlerden de "deprem bölgesi". Öylesine stratejik bir konumda ve durumda ki; farklı gerçeklerle ve gerekçelerle, dostun da düşmanın da ortak gözdesi.
O halde; zemin etüdü ve dayanıklılık ölçümü iyi yapılmalı, fay hattı haritası doğru çıkarılmalıdır. Ayrıca, kendisiyle birlikte komşu ve akraba ülkelerin ve bölgelerin risk ve dayanıklılık durumlarına da iyi bakılmalıdır.
Yükseleceksek, bu bilgi ve bilinç zemini üzerinde yükselebiliriz. Doğru teşhis ve tedavilerle, sarsılsak da yıkılmayacak hale gelebiliriz.
KİLİMİN DESENLERİ
Türkiye, kendisini oluşturan ana unsurlar bakımından; çok iplikle dokunmuş ve çok boya ile boyanmış bir "kilim"in desenleri gibi. Kavimler, diller, dinler, tarihi ve kültürel değerler açısından; dünyanın en zengin ülkelerinden biri.
Çünkü; üstünde nice devletler ve medeniyetler kurulmuş geniş topraklara yayılan, himayesine aldığı topluluklarla derin akrabalık ilişkileri kuran ve yüzlerce yıl boyunca "hadim devlet" anlayışıyla hüküm sürerek nesilden nesile intikal eden Osmanlı İmparatorluğu'nun bakiyesiyiz. Denizleri geçerek, kıtaları aşarak oluşturduğumuz gönül coğrafyamızın "çekirdek ülke"siyiz.
Toplumsal yapının tepesinde yahut çatısında; üç "üst kimlik" var. Nüfusun % 100'e yakını sosyal, siyasal ve hukuki yönden kendilerini "Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı" olarak tanımlıyor; % 98'i din bağını dile getirerek, "Müslüman" olduğunu söylüyor; % 85'i ise soy, dil, tarih ve kültür yönünden bakarak "Türk"üm diyorlar.
Alt kimlikler içinde, etnik kökenler ile diller birbirine paralel görünüyor. İlmi araştırmalarda, kırka yakın soydan ve dilden söz ediliyor.
Fakat, zaman içinde kavimler de diller de iç içe girmiş. Birlikte yaşanan tarihi ve kültürel süreçlerin sonunda, ortak kimlik olarak "Türkiye Toplumu" meydana gelmiş.
Kimse etnik kökeninden dolayı dışlanmıyor ama, hepimizin kimlik kartında "T.C. Vatandaşı" yazıyor; herkes kendi ana dilini konuşmakta serbest ama, devletin resmi dili "Türkçe"; farklı dinlerin ve mezheplerin mensupları kendi inançlarına göre yaşayabiliyorlar ama, çoğunluğun dininin "İslam" olduğunu biliyoruz. Ayrıca, hemen hepimiz; birlikte hayat sürdüğümüz zemini, ortak "vatan" olarak görüyoruz.
RİSK ANALİZİ
Bu çoklu, renkli, desenli, zengin, bereketli yapının; "avantaj"ları ile birlikte "dezavantaj"ları da var. Birileri, alt kimlikleri kaşıyıp kanatarak; birliğimizi, bütünlüğümüzü bozmaya yönelik çalışmalar organize ediyorlar.
Vakıflar, dernekler, sendikalar, kulüpler, yayın organları, eğitim kurumları ve illegal örgütler üzerinden yıkıcı faaliyetler yapılıyor. "Özgünlük"lere hayat hakkı tanımak için verilen "özgürlük"ler istismar edilerek; bağlarımıza ve bahçelerimize, tarlalarımıza ve ovalarımıza zehirli "ayrık otları"nın tohumları atılıyor.
Sürecin içinde "gafil"lerin de "hain"lerin de yer aldığını görüyoruz. Türkiye ile ilgili gizli ve açık emelleri olan devletlerin, lobilerin, istihbarat örgütlerinin ciddi sermayeler ayırarak özel kadrolar ve kurumlar oluşturduklarını biliyoruz.
O halde, bizim de tüm gücümüzü ve imkanımızı kullanarak; "zehir"e karşı "panzehir" üretmemiz gerekir. Türkiye'nin çok yönlü "zemin etüdü" yahut "risk analizi" yapılarak; direnme, korunma, savunma stratejileri geliştirilmelidir.
Öncelikle, gelmesi mümkün ve muhtemel "deprem"lerden daha yakıcı ve yıkıcı tehlikelerle karşı karşıya olduğumuzu çok iyi bilmeliyiz. Alınması gereken "tedbir"leri ve verilmesi gereken "mücadele"leri sadece "devlet"in kadrolarına ve kurumlarına bırakmadan; tüm unsurları ile "millet" olarak da vaziyet almalıyız.
Bu bağlamda "alt kimlikler"in korunmasına, "üst kimlikler"in tahkim edilerek kuvvetlendirilmesine ihtiyaç var. Çünkü, kuzu postuna bürünmüş kurtlar; bizim koyunları boğazlamak için, ağılın kapısının açık bırakılmasını yahut duvarlarının yıkılmasını bekliyorlar.