Son yıllarda, kamu kurumlarının sorumluluk sınırları içinde kalan işlerin önemli bir kısmı; "hizmet satınalma" yoluyla özelleştirildi. Bu uygulamanın iyi örneklerinden biri, sağlık sektöründe gerçekleştirildi.
Ancak, ne hikmetse eğitim sektöründe bir türlü başarılamadı. Dünyanın genel gidişine aykırı olarak, özel sektör payı yeterince artırılamadı.
Bu durumun, iki temel sebebi var. Bir yandan, bürokrasi kesimi önyargılı bir anlayışla ve işleyişle direnç gösterip doğal akışı durduruyor; öte yandan, sektör temsilcileri süreci iyi yönetemiyorlar.
Geçtiğimiz günlerde şahit olunan olaylar ve durumlar sebebiyle; özel okulculuğun yaralarına tuz, biber ekildi. Hormonlu gıdalar gibi büyütülüp popüler hale getirilmiş bazı kurumların bitme yahut batma sürecine girmesi; sektörü yeniden "şaibeli" hale getirdi.
Aslında, "algı" yönetimi üzerinden "ilgi" oluşturularak zayıf halkaların uç uca eklenmesiyle meydana getirilen uzun zincirler; bir yerlerden kırılıp kopuyor. Bir bakışa göre, özel okullar batıyor; başka bir bakışa göre ise, sektör içinde biriktirdiği "safra"ları atıyor.
FETÖ DARBESİ
Ülke ve toplum hayatının bütün alanlarında, konularında derin yaralar açan FETÖ; genelde eğitim sektörüne, özelde özel öğretim kurumları sektörüne de büyük bir darbe vurdu. Kişiler ve kurumlar, yıllardır devam eden bir kırizin içine girdi.
İhanetin iç dünyamızda oluşturduğu tahribat yüzünden, sektöre duyulan güven sarsıldı. Vatan, millet, din, devlet, iyilik, hizmet gibi değerlerden oluşan "altın kase" yere düşüp kırıldı.
FETÖ ile mücadelenin doğal yansımalarından biri olarak, "dershane"ler kapatılıp "temel liseler"e dönüştürüldü. Onların da büyük çoğunluğunun, geçici sürenin bitiminde standardı düşük binalarda "okul" açmaları, özel okulculuğu bir miktar daha ayağa düşürdü.
Öte yandan, "boşluğu doldurmak" yahut tasfiye edilen kurumların yerine geçerek "pastadan pay kapmak" gibi düşüncelerle bodoslama girenler oldu. Kimi bakkal, kimi market açar gibi okul açtı; sektörün ayarı da ahlakı da bozuldu.
Abartılı bir şekilde fiyat kırmalar; birbirinden idareci, öğretmen, öğrenci çalmalar gırla gidiyor. Çakma okullar sağa sola savrulurken, oturmuş kurumlar her şeye rağmen yollarına devam ediyor.
RÜZGARLA GELEN
Şimdilerde, Türkiye genelinde gündem konusu olan bir "okullar zinciri" var. Şubeleri kapanıyor, çalışanları maaşlarını alamıyor, öğrencileri evlerinde bekliyor, velileri eylem yapıyorlar.
Türkiye genelinde, toplam 411 şubesi varmış. Hak ettiğinden fazla ilgi gördüğü, emsallerinden fazla öğrenci aldığı halde; 214 şubesi kırize girmiş.
Uzmanlar; genelde hizmet sektörü, özelde eğitim sektörü için bu kadar "hızlı büyüme"nin sağlıklı olmadığını söylüyor. Hatta bazıları, gelinen noktanın sürpriz olmadığını belirterek; "rüzgarla gelen fırtınayla gider" diyor.
İlaveten, biz de iki önemli noktanın altını çizebiliriz. Birincisi, bu kadar çok yumurtanın aynı sepete konmasının doğru olmadığını; ikincisi, "olgu"ya bakmadan "algı"nın anaforuna kapılarak tercih yapan annelerin ve babaların da bu süreçte ve sonuçta paylarının olduğunu söyleyebiliriz.
Ayrıca, özel okullar arasında, henüz ilan edilmemiş bataklar da var. Yüzme bilmeden denize atlamış acemiler gibi; çırpındıkça batıyor, battıkça daha fazla çırpınıyorlar.
PES KURALI
Eski Milli Eğitim Bakanlarımızdan biri, beklentilerin aksine, eğitim camiası ile entegre olamamıştı. Sektörün dilini, üslubunu, hatta ruhunu yakalayamadığı için; kadrolarla ve kurumlarla "sıcak temas" kuramamıştı.
O günlerde, bu durumun temel sebebini anlamaya ve yorumlamaya çalışmıştık. En sonunda; "akademik formasyon" sahibi olmakla birlikte, "pedagojik formasyon"u olmadığı için uyum sağlamakta zorlandığı kanaatine varmıştık.
Muhtemelen; okula "fabrika", öğretmene "işçi", öğrenciye "ürün" gözüyle bakıyordu. Ölçme ve değerlendirmelerini, bu bakış açısına göre yapıyordu.
Özel okulların da önemli bir kesiminde bu arıza var. Sektörün dilini, üslubunu, anlayışını, işleyişini bilmeyen kişiler ve kurumlar; başka saiklerle hareket edip, okulculuk yapmaya kalkışıyorlar.
Oysa, eğitim; işlerden bir iş değildir. Kurucu ve yönetici rolü oynayan kişilerin ve kurumların; "pedegojik, ekonomik, sosyolojik" bakış açılarının sentezini yapmaları gerekir.
Bir başka ifadeyle; sosyal karlılık (insan kazanma), kültürel karlılık (değer üretme), ekonomik karlılık (para kazanma) ortak amaç olmalıdır. Yatırımlar, planlar, programlar; bu üç amaçtan biri ya da ikisi feda edilmeden yapılmalıdır.
Ayrıca, yaşananlardan bir ders çıkarılmalı. Alanın örgütlü yapıları olan sivil toplum kuruluşlarının öncülüğünde, sorunlara çözüm üretecek çalışmalar yapılıp; sektörün zedelenen imajı ve itibarı kurtarılmalı.
Aksi takdirde, kurunun yanında yaş da yanacaktır. Bu gidişle, "mokul"lar yüzünden "okul"lar da mağdur olacaktır.