Gelişen ve değişen dünyada; artık herkesin çok iyi bilmesi ve ona göre vaziyet alması gereken bir durum var. Kişiler, kurumlar, ülkeler, toplumlar arası çıkar çatışmalarında; taraflar, rakiplerine yahut düşmanlarına çok cepheden ve çok silahla saldırıyorlar.
İşte bu yüzden; şimdilerde, "milli güvenlik" kavramının tarifi ve tanımı değişti. Bilinen her şey silaha, görünen her yer cepheye dönüştü.
O kadar ki; gıda, temizlik, kozmetik ürünleri ile aşılar ve ilaçlar bile "kimyasal silah" gibi kullanılabiliyor. Dijital dünyanın oluşturduğu "sosyal medya" mecraları; devrimlerin ya da isyanların en etkili aracı haline gelebiliyor.
Son yıllarda, Türkiye; "savunma sanayii" alanında ciddi hamleler yaptı. Bir yandan, dışa bağımlılığı asgariye indirip sıfırlamaya çalışırken; öte yandan bilgiyi bilime, bilimi teknolojiye, teknolojiyi sanayiye, sanayiyi ticarete dönüştürecek adımlar attı.
Ancak dinimizi ve devletimizi, vatanımızı ve milletimizi, kültürümüzü ve medeniyetimizi koruyup geliştirmek için; ileri teknoloji ile üretilmiş silahlara ve cephanelere sahip olmak gerekir ama yetmez. Çünkü, "milli güvenlik" mücadelesi; siyasi yahut coğrafi sınırlarımızda başlayıp bitmez.
Hayatın bütün alanlarında ve konularında tedbirli, temkinli olmamız gerekir. Temel ihtiyaçlarımızın tamamını; güvenli bir şekilde, kendi gücümüzle ve imkanımızla elde etmenin yollarını bulmamız gerekir.
Aksi taktirde, "toplu katliam" denebilecek düzeyde sinsi saldırılara maruz kalabiliriz. Sağlıklı ve uzun yaşamak için aldığımız gıdalar ve ilaçlar yüzünden; tedricen hasta olup ölebiliriz.
TARIM ŞURASI'NIN ŞERHLERİ
Geçtiğimiz günlerde, 3. Tarım ve Orman Şurası yapıldı. Tüm fikirlerin toplandığı ve bütün paydaşların bir araya getirildiği ortak akıl çalışmalarıyla; Türkiye'nin bu konudaki hal ve gidişine alıcı gözüyle bakıldı.
Görünen o ki; tarım ve hayvancılık açısından, varlık içinde yokluk çekiyoruz. Boşalttığımız köylerde ve yaylalarda tarlalarımız ve meralarımız atıl duruyor; biz, milyarlarca dolar bedel ödeyerek, et ve süt ürünleri ithal ediyoruz.
Konunun ekonomik kayıp ve sosyolojik ayıp yanları, yönleri bir yana; yediklerimizin ve içtiklerimizin helal ve temiz olduğundan emin değiliz. Dünyanın dört bir yanını (özellikle de İslam coğrafyasını) yangın yerine dönüştüren, milyonlarca insanı öz vatanında parya yahut yad ellerde sığınmacı durumuna düşüren küresel emperyalist güçlere; bu konuda niçin ve nasıl güvenebiliriz.
Sinsi emellerine ulaşabilmek için, ekinleri ve nesilleri, fıtratını bozarak ifsad ediyorlar. Bir yandan kan kusturup, öte yandan çanak tutarak; "Aslında biz ıslah edicileriz" diyorlar.
Şuranın kapanış oturumunda konuşan Cumhurbaşkanımız; bu noktaya dikkat çekti: "Milletimizin gıda güvenliğini garantiye almak, bir milli güvenlik meselesi haline gelmiştir. Temel tarım ürünlerinde dışa bağımlı olmak, en az savunma sanayiinde dışa bağımlı olmak kadar tehlikelidir. Kıtaların ve çıkar mücadelelerinin kesiştiği bölgede yer alan bizim gibi bir ülke için, bu asla göze alınamayacak bir risktir. Türk tarımını, küresel tarım ve gıda şirketlerinin güdümüne sokacak her türlü teşebbüsün karşısındayız." dedi.
EĞİTİM KURUMLARININ GÖREVİ
Eskiden beri, "milli güvenlik" deyince akla "sınır güvenliği" geliyor. Devlet yapısı içinde, kurumların görev tanımlarına göre; sorumluluk Türk Silahlı Kuvvetleri'ne yükleniyor.
Oysa, artık; ülkeyi ve toplumu ilgilendiren tüm alanlarda ve konularda, "güvenlik çemberi" oluşturma ve geliştirme ihtiyacı var. Örgün ve yaygın eğitim kurumlarının tamamı, yetişme çağındaki çocukları ve gençleri, bu bilgi ve bilinç ile donatmış olmalılar.
Özel sektör ve sivil toplum kuruluşları da aktif görevler üstlenmeli. Ehil ve güvenilir eller aracılığıyla, yerli ve milli değerlere dayalı her üretim; "milli güvenlik" çerçeve planının bir parçası olarak görülmeli.
Varlık yokluk mücadelesinin, bütün cephelerde, olanca hızı ile devam ettiğini görmeliyiz. Ektiğimiz her tohumla, diktiğimiz her fidanla, güttüğümüz her hayvanla, yetiştirdiğimiz her insanla, oluşturduğumuz ve geliştirdiğimiz her imkanla; zorlu bir "istiklal ve istikbal savaşı" sürecinin erleri, komutanları olduğumuzu bilmeliyiz.
Her türlü sızmaya ve saldırıya karşı, güvenliği sağlanarak koruma altına alınması gereken ana unsur; dünyanın başı ve beyni olan insan. Onun kat kat korunması gereken iç kalesi ve karargâhı ise; sahih iman ile beslenen, sâlih amel ile bilenen, sağlam duruş ile direnen bir vicdan.
Dünyanın tüm mağdurları ve mazlumları, huzur ve güven içinde yaşayabilecekleri bir hayatı arıyor. Farkında olsak da olmasak da karanlık geceleri aydınlatacak ay, yıldız ve hatta güneş; bizim ufkumuzda parlıyor.
Yeryüzüne iyilik ve güzellik getirecek "vicdan orduları", özümüzden çıkabilir. Fideleri ve fidanları yeşertip meyveye dönüştürecek "can suları"; gözemizden akabilir.
Hayatımıza anlam, ömrümüze değer katıp; tarihi yeniden yazabiliriz. Dünyanın tüm kölelerini azat edip; esaret zincirlerini teker teker çözebiliriz.
Yetiştireceğimiz bir evlat ya da talebe; dünyanın kaderini değiştirebilir. Zamanın Calutu'nu, sapan taşı ile alnının ortasından vurup yere düşürecek bir Davut; kuvvetle muhtemel mağlubiyeti, mutlak zafere dönüştürebilir.