Dünyayı saran “amok” salgını
Dünya genelinde, garip ama gerçek olan bir durum var. Akıl, izan, ilim, irfan sahipleri; anlamakta yahut kabullenmekte hayli zorlanıyorlar.
Alemlerin ve içindekilerin rabbi olan Allah tarafından "yukarıların yukarısı" seviyesine ulaşma kabiliyeti, kapasitesi ile yaratılan insan; nefsine ve şeytana uyup "aşağıların aşağısı" düzeyine düştüğünde, kendi canının ve cananının canavarı oluyor. Ateş çemberi içinde kalan akrep gibi iğnesini kendi bedenine batırarak, kendi zehiri ile zehirlenip ölüyor.
Eskiden "ilkel" toplumlarda görülen sosyal ve psikolojik bir rahatsızlık, günümüz dünyasının "modern" toplumlarında da baş gösterdi. Uzmanların "amok sendromu" adını verdikleri "insan öldürme hastalığı"; giderek yoğunlaşan ve yaygınlaşan bir "salgın" haline geldi.
Kaynaklarda "akıl hastalığı, ruh hastalığı, kişilik bozukluğu" gibi kavramlarla tarif edilmiş. Dışa yansıyan temel özelliğinin, "aşırı öfke ve saldırganlık" olduğu belirtilmiş.
Bu hastalığa yakalananlardan bazıları, "öldürme" işini soğukkanlı bir şekilde yapıyor ve hiç pişmanlık duymuyorlar. Bazıları ise öldürme eylemi sonrasında depresif bir duygu durumu içine girip; süreci, kendilerini de öldürerek tamamlıyorlar.
"Önüne geleni öldürme" isteği ile duygusuzca, düşüncesizce, ruhsuzca, vicdansızca, merhametsizce, vahşi hayvanlar gibi hareket edenlere; "amok koşucusu" deniyor. Onlar, herhangi bir gerekçeye ihtiyaç duymadan; her zaman, her yerde, herkesi öldürebiliyor.
İşin kötüsü, etkili bir tedavi yolu ve yöntemi henüz bilinmemekte. Ellerinden ve ayaklarından zincire vurularak, kendisini öldürmesi umularak ya da başkaları tarafından öldürülmesi sağlanarak şerrinden emin olunabilmekte.
Öte yandan; katiller hem "psikopat", hem de "narsist" oluyorlar. Kendilerini haklı, güçlü, üstün görüp herkesi ve her şeyi kullanarak; "yaşayan kötülük" haline gelebiliyorlar.
Son yıllarda, amok sendromu; "küresel ve kitlesel bir hastalık" haline geldi. Kişilerin ve kurumların, ülkelerin ve toplumların büyük bir bölümü; kelimenin tam anlamıyla, "ölüm makinası" oldu.
Eskiden olduğu gibi sadece savaşlarda, cephe hattında, düşman ordusunun askerleri, kesici ya da yakıcı silahlarla öldürülmüyor. Bebekler, çocuklar, hastalar, sakatlar, yaşlılar, sivil halklar masum ya da kapsam dışı görülmüyor.
Sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik, bilimsel, teknolojik, askeri, diplomatik bütün alanlar ve konular; savaşın cepheleri. İnsanların ve toplumların hayatlarını devam ettirebilmeleri için lazım ya da elzem olan temel ihtiyaç maddelerinin tamamı; silahları, cephaneleri.
Ateş hattının içinde kalan herkes, her bakımdan yanıyor. Evler, hastaneler, okullar, ibadethaneler bombalanıyor; insanlar kitleler halinde öldürülüyor yahut sakatlanıyor.
Dünyanın pek çok bölgesinde, vahşetin ve dehşetin ileri derecede yaşandığı yerler var. Zalimlerin zulmü ile mazlumların feryadı birbirine karışıp, insanlık onurunun ve vicdanının yüreğine saplanıyorlar.
Şimdilerde, "öldürme" hastalığının en tipik örneklerine Filistin topraklarında şahit oluyoruz. Salgının İsrail devleti ve toplumu ile sınırlı olmadığını, Avrupa'yı ve Amerika'yı da sarıp sarmaladığını; içimiz acıyarak görüyoruz.
Daha kötüsü, denizleri ve kıtaları aşarak, geniş alanlara yayılma eğilimi içinde. Katiller ve katil seviciler, dünyanın bütününü savaş meydanına dönüştürerek; Yahudi azınlığı dışındaki herkesi kılıçtan geçirmenin peşinde.
Devletler ve toplumlar nezdinde, yeteri kadar "farkındalık" oluşamadı. İman ve vicdan sahipleri, dahili ve harici engelleri aşıp; "savunma hattı" üzerinde buluşamadı.
Gazze'nin masum çocukları, son nefeslerini vermeden önce; insanlıktan ve Müslümanlıktan nasibi olanlara, kalanlara sesleniyorlar. Tüm hücrelerinin, dokularının, organlarının, organizmalarının "imdat çığlığı" gibi bir haykırışla ve yüreklere dokunan bir ağlayışla, yakarışla; "Kaçmaktan, göçmekten, açlıktan, susuzluktan, korkudan, uykusuzluktan bıktık, usandık, yorulduk; artık ölüp şehit olmak, yurdumuzda ve yuvamızda bulamadığımız huzuru-güveni ahiret aleminde bulup dinlenmek istiyoruz" diyorlar.
Bu ifadelerle; bizim ayıbımız, günahımız da yüzümüze vuruluyor. İnsanlık ağacının kökleri kuruyor, dalları kırılıyor.
Onlar için ağlamayı bırakıp, kendimiz için ağlıyoruz. Dağlara, taşlara, kurtlara, kuşlara hal beyanında bulunup; "Böyle yaşamaktan, ölmek iyidir; üstümüzü örtün de ölelim" diyoruz.
Lisanı münasiple, bize cevap veriyorlar. "Ey insanlar, ey Müslümanlar! Allah için yaşamak ve yaşatmak, kahrından ölmekten daha evladır. Salgının önünü, saldırganın yolunu kesin. Yangın bütün dünyayı ve insanlık alemini sarmadan, söndürmek için seferberlik ilan etmeyi seçin" diyorlar.
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.