Büyüklük ya da küçüklük; bazan kemiyete, bazan da keyfiyete göre değerlendirilir. Bir olay, durum; insan ve toplum hayatı açısından taşıdığı değere göre "büyük" veya "küçük" kabul edilir.
Öte yandan; ayrışmış yahut ayrı düşmüş unsurların kavlen ve fiilen birbirine yaklaşıp birleşmesine, bütünleşmesine "buluşma" deriz. Sevdiğimiz, değer verdiğimiz kimselerden yahut şeylerden ayrı olmayı "gurbet", özlemeyi "hasret", kavuşmayı "vuslat" kelimeleriyle ifade ederiz.
Ülke ve toplum, dünya ve insanlık alemi olarak; geçmiş zamanların pek çoğundan daha fazla "huzur ve güven" arıyoruz. Kaybettiğimiz değerleri geri kazanmak, kazandığımız değerleri korumak ve yeni değerler üretmek için; bizi şefkatiyle, merhametiyle kuşatacak ve kucaklayacak bir "büyük buluşma" ihtiyacı duyuyoruz.
Bunun adım adım ilerletecek, basamak basamak yükseltecek menzilleri ve mesafeleri var. Her biri, iyilik elçisi insanların, samimi niyetlerini ve üstün gayretlerini bekliyorlar.
Zamanın ruhu, işaretleri ve ip uçları ile yol gösteriyor. Öncülük, önderlik etme görevini de bize veriyor.
Her şeyden önce; kendi evimizde-ailemizde, üç neslin diyaloğunu ve iş birliğini sağlamalıyız. Halkayı genişleterek, Allah'ın emrine ve Peygamber'in sünnetine uygun bir şekilde, güçlü "akrabalık" bağları kurmalıyız.
Komşularımızla, dostlarımızla, arkadaşlarımızla öylesine bütünleşmeliyiz ki; sosyal çevremiz, bizim için muhkem bir "raht" olmalı. İhtiyaç halinde; mümkün ve muhtemel kötülerden, kötülüklerden, tehditlerden, tehlikelerden korumalı.
Devlet ile milletin birleşmesini, bütünleşmesini tam olarak gerçekleştirmeliyiz. Şeksiz ve şüphesiz bir şekilde; "devletine güvenen millet, milletine güvenen devlet" haline gelmeliyiz.
Kamu, özel sektör, sivil toplum kadroları ve kurumları; ortak gereğimiz-gerçeğimiz olan "beka" kavşağında buluşmalı. Her biri, "istiklal ve istikbal" davasına daha fazla katılmak ve katkıda bulunmak için yarışmalı.
Artık tarihi geleneğimiz ve kültürel genetiğimiz haline gelen "çoklu toplum" yapımız; zenginliğimiz ve çeşitliliğimiz olmalı. Büyük resmin içinde, herkes kendi rengini ve desenini bulmalı.
Din, devlet, vatan, millet, kültür, medeniyet gibi kavramlarla ifade edilen kadim değerlerimizle barışmalıyız. Asırlar sonra, yeniden; "herkes için huzurlu ve güvenli olmayan bir dünya, hiç kimse için huzurlu ve güvenli değildir" anlayışına, yaşayışına ulaşmalıyız.
İlmimiz, imanımız, amelimiz, tavrımız bu hedefe yönelmeli. Ahlakımız ve ahvalimiz; temsil açısından örnek, tebliğ açısından öncü, tevhit açısından ölçü haline gelmeli.
Huzur ve güven iklimini genişletme hamlemizin yakın hedefi olarak; "gönül coğrafyası" diye tanımladığımız ülkeleri, bölgeleri görmeliyiz. Bulduğumuz, aldığımız, sahibi olduğumuz iyilikleri ve güzellikleri; ayrı düştüğümüz dostlarımıza, kardeşlerimize de götürmeliyiz.
Bu coğrafyanın içinde, kan kardeşlerimiz ve din kardeşlerimiz var. Kimileri "millet" çatısının altında duruyor, kimileri "ümmet" çerçevesinin içini dolduruyorlar.
Asırlardır, kolay yutulabilecek lokmalar haline getirilmiş, binbir parçaya bölünmüşler. Gördükleri günlerden geri kalmış; gafletin, cehaletin, ihmalin, ihanetin oluşturduğu ölümcül bataklıklara gömülmüşler.
Organizmanın tüm hücreleri, dokuları, organları; hasta, yorgun ve zayıf düştü. Aklımızın, ruhumuzun, bedenimizin gıdası olabilecek nimetleri; haramiler gasp edip bölüştü.
Şüphesiz, "dünya" ve "insanlık" alemi de sorumluluk alanımızın içinde. Yeniden, hem koyu hem de katı bir "karanlık çağ" yaşanıyor ve herkes "aydınlık günler" ümidinin, idealinin peşinde.
Ancak, dağların ardından doğacak saadet güneşi; onu hak edecek hamiyetperver insanlar ve toplumlar arıyor. Gönüller arınmadan, durulmadan; yerler ve gökler ağarmıyor.
Bu bağlamda, "en büyük buluşma"; alemlerin rabbi olan Allah ile yeryüzünün halifesi olan insanın yaklaşması, yakınlaşmasıdır. O zaman, yaşamak ve yaşatmak hem aşk, hem de ibadet haline gelir; herkesi ve her şeyi, kapsama alanının içine alır.
Sadece iyilikten, doğruluktan, haktan, hakikatten yana olur; ötekini önceleyip kendimiz gibi düşünürüz. Dünyanın nimetlerini de külfetlerini de birlikte yönetir, "adalet" ölçüleri içinde bölüşürüz.
Adem ile Havva'nın torunları olarak, "barışık" yaşarız. Dosdoğru yol üzerinde, dünya ve ahiret cennetine doğru koşarız.
Ancak, Allah ile kulları arasına kurulmuş sinsi tezgahlar ve tuzaklar var. Binbir hile ile imanı sulandırıyor, insanı dolandırıyorlar.
Okunması gereken hayat rehberi Kur'an, takip edilmesi gereken yol önderi Peygamber. Rabbinin işaretlerini ve Resul'ünün izlerini takip edenler, sahil-i selamete giderler.
Yeniden aramamız ve bulmamız gereken yitik hazine; sahih iman, salih amel, sağlam duruştur. Adım adım ilerleyip, basamak basamak yükselerek; "müslim" olmaktan mümin olma, "mümin" olmaktan "muhsin" olma menziline ve makamına varıştır.
Dünyanın ve insanlık aleminin; "büyük buluşma" için "kutlu yolculuk" derdinin, davasının peşine düşecek alperenlere ihtiyacı var. Cümle mazlumlar ve mağdurlar, büyük bir hasretle bunu bekliyorlar.
Zekeriya Erdim