Dilimizde, kültürümüzde, geleneğimizde "kırk" sayısı ve onun anlam haritası ile ilgili çok şey var. Atasözleri, vecizeler, kelimeler, kavramlar, çeşitli vesilelerle yapılan özel uygulamalar nesilden intikal ederek yaşıyor yahut yaşatılıyorlar.
Yazılı ve sözlü aktarımlardaki rivayetlere göre Hz. Adem'in hamuru "kırk gün" yoğrulmuş. Arkasından "kırk gün sonra" ruh üflenmiş ve böylece insan olmuş.
Nuh tufanı "kırk gün süren yağışlar" sebebiyle olmuş ve kurtulmak için Allah'ın emri ile gemi yapılmış. Canlılardan "kırk kadın, kırk erkek, kırk hayvan" alınmış.
Tehlike, kırk günün bitiminde son bulmuş. Sular çekilmiş, gemi Cûdî dağının tepesine oturmuş.
Hz. Musa'nın sürgünü "kırk gün" sürmüş. Sina çöllerinde, yücelerden mesaj gelinceye kadar yürümüş.
Hz. Yunus, balığın karnında "kırk gün" geçirmiş. Maksat hasıl olduktan sonra azat edilmiş.
Hz. Muhammed'e (sav) "kırk yaşında" vahiy geldi. Müslümanların sayısı "kırk kişiye ulaştıktan sonra" açık tebliğ sürecine girildi.
Beş vakit namaz, sünnetleriyle birlikte "kırk rekat" kılınıyor. Malın "kırkta biri" ihtiyaç sahiplerine zekat olarak veriliyor.
Bazı mezheplere ve müctehidlere göre, cuma namazı "en az kırk kişi" ile kılınır. Haram lokma yiyenin, zehirli gıda alanın arınma süreci "kırk gün" helal lokma yeme ve temiz gıda alma esasına dayanır.
Ana rahmindeki bebeğin bedenine ruh, "kırkıncı gün" gelir. Hamile kadınların doğumu, "kırk hafta" sonra gerçekleşir.
Dinen kirli sayılan eşyanın temizlenmesine, "kırklamak" deriz. Bunun için "kırk kere" yıkar, temiz sudan geçiririz.
İnsanlar için kırk yaş "olgunluk ve tamlık" eşiği sayılır. Onun için "Kırkından sonra azanı teneşir temizler" diye bir atasözü vardır.
Masallarda, mutlu sona ulaşan sevgililerin düğünleri "kırk gün, kırk gece" sürer. Eskiler bir kimseye "kırk gün deli dersen deli, akıllı dersen akıllı olacağını" söylerler.
Ölenlerin arkasından, "kırk gün" Kur'an okunur. Bu sürenin bitiminde özel bir merasim yapılarak haklarında hayır duada bulunulur.
Yeni doğan bebekler için "kırkının çıkması" diye bir tabir vardır. Dünya hayatına intibakı beklenir ve bitiminde "kırkıncı gün duası" yapılır.
Geçtiğimiz günlerde, böyle bir merasime şahit olduk. Özel bir mekanda, özel bir programda biz de bulunduk.
Kur'an okundu, güzel ilahiler söylendi. Konuşmalar yapıldı, salavatlar getirildi, dualar edildi.
Anne tarafının da baba tarafının da ilk çocuğu ve ilk torunuymuş. Aile ve akraba çevresinin tamamı fevkalade sevinmiş, mutlu olmuş.
Baba tarafından dedesinin biraz şairliği varmış. Zaman zaman kişiye özel şiirler de yazarmış.
Beklenen olmuş, torunu için de aynı şeyi yapmış. Duygularını kağıda dökmüş, mısralarla anlatmış:
Ne de çabuk kırk gün oldu, sen doğalı güzel bebek / Erken açan çiçek gibi, nereden çıktı gülümsemek.
Bundan böyle bağımızın, yeni nesil gonca gülü / Yurdumuzun, yuvamızın, hep şakıyan şen bülbülü.
Hayatın son baharında, gönlümüzün eğlencesi / Cana sefa, ruha şifa, kulağımda ıngaaa sesi.
Hak katından hediyesin, baş köşeyi alacaksın / Sonra gelen torunların, ablaları olacaksın.
İsmin ile müsemma ol, gecemizin dolunayı / Bozulma hiç, hep böyle kal, dedesinin ilk Mirayı.
Yüksek sesle okundu, dinleyenlerin yüreklerine dokundu. Kim bilir hangi duygularla, ağlayanlar bile oldu.
Şüphesiz bu minik bebek doğduğu gün kulağına okunan ezanın da kırkıncı gün kendisi için yapılan duanın da farkında değildi. Her ikisi de yetişkinler tarafından gıyabında icra edildi.
Ancak biz inanıyoruz ki kulağından girenler, kalbine düştü. Günü geldiğinde çiçek açıp meyve verecek tohumlara dönüştü.
Konuşacak, dinleyecek yaşa geldiğinde büyükleri ballandıra ballandıra anlatacaklar. Benlik, kimlik, kişilik oluşumunun temellerini atacaklar.
Fotoğraflar gösterilecek, yaşananlar aktarılacak. Dedesinin kendisi için yazdığı şiir okunacak, yorumlar yapılacak.
Devletlerin arşivleri gibi insanların da "hafıza kayıtları" olur. Gözler ve gönüller, geçmişe baktıklarında yaşananlar, yazılanlar okunur.
Bunlar aynı zamanda gelecek günlerin ve yılların yol işaretleridir. Sahibine yön gösterir, istikamet verir.
Çocuklar ve gençler; hayallerinin, ideallerinin peşinden koşarlar. Yetişkinler ve yaşlılar ise hatıraları kadar yaşarlar.
Yurdumuzda ve yuvamızda yavrularımızın gönül toprağına, hayırlı hayallerin tohumlarını ekmeliyiz. Onlarla birlikte büyüyüp gelişecek fideler, fidanlar dikmeliyiz.
Bir de "hatıralar" biriktirme ihtiyacı var. Öyle şeyler yapalım ve yaşatalım ki hatırladıklarında mutlu olsun, arkamızda bıraktığımız izleri takip ederek yürüme isteği duysunlar.
Zekeriya Erdim