Alemlerin ve içindekilerin "hayat döngüsü"; insan aklının anlamakta, kavramakta zorlandığı muazzam bir "sistematik" denge ve düzen ile yürüyor. Yakından bakıldığında, bu külli nizamın bir "üstün irade" tarafından yaratıldığı ve yönetildiği görülüyor.
Üstelik, milyarlarca yıllık zaman tüneli içinde; böyle gelmiş, böyle gitmekte. İnsanların hor kullanmalarına, hatalı ilişkiler kurmalarına rağmen; rotasından çıkmadan, kayda değer bir arıza yapmadan devam etmekte.
Bu bütünün parçaları arasında; görünen ve görünmeyen, bilinen ve bilinmeyen nice varlıklar var. Her biri, yaratılış amaçlarına uygun şifrelerle kodlanmış, özelliklerle donatılmışlar.
Adına "fıtrat" dediğimiz altyapı; rollerini oynamalarını, görevlerini yapmalarını mümkün kılıyor. Ayrıca, kendi var oluş süreçlerini korumalarını, devam ettirmelerini de sağlıyor.
Ateşin hem ısıttığını, hem yaktığını, hem de pişirdiğini biliyoruz. Suyun ıslattığını, suladığını ve yıkayıp temizlediğini görüyoruz.
Bitki, hayvan, insan diye tasnif edip tanımladığımız canlıların yaratılış yazılımlarında; bir temel istek ve ihtiyaç içgüdüsü var. Üreyip çoğalarak, kendi varlıkları sona ermeden önce yerlerine yeni varislerini bırakarak; türlerinin yahut nesillerinin devamını sağlıyorlar.
Yumurtanın sarısında tavuk, meyvenin çekirdeğinde ağaç, buğdayın tanesinde başak bulunuyor. Koyunlar kuzu, atlar tay, anneler çocuk doğuruyor.
Bunun için; birbirlerinin destekleyici ve tamamlayıcı unsurları olarak iki ayrı cins var edilmiş. Dişi ile erkek; hem birbirlerine muhtaç, hem de birlikte mutmain hale getirilmiş.
Kadın ile erkek; hayat ufkunda uçan insanlık kuşunun iki kanadı olmuşlar. Dünyevi ve uhrevi gayelerine ulaşmak için, birlikte uçup birlikte konmuşlar.
İlişki ve iş birliği süreçleri, bir hukuki zemine oturtulmuş. Tarafların sosyal, psikolojik, zihinsel, biyolojik ihtiyaçlarını meşru ve münasip ölçüler içinde karşılayabilmeleri için; değerler sistemine dayalı olarak, "aile kurumu" oluşturulmuş.
Çocuklar, gençler, yetişkinler; aynı çatı altında buluşuyor. Böylece; toplum ağacının hem tohumu, hem toprağı oluşuyor.
Birlikte "devlet" kuruyor, "millet" oluyoruz. Aynı "vatan" toprağında, aynı "bayrak" altında, ortak "değerler" düzeni içinde; birlikte yaşıyor ve korunuyoruz.
Gerek ülke ve toplum nezdinde, gerek dünya ve insanlık alemi ölçeğinde; "dost" ve "düşman" unsurlar teşekkül ediyor. Din, devlet, vatan, millet, kültür, medeniyet değerleri bakımından birbirlerine yakın olanlar; aynı safta duruyor, yan yana geliyor.
Hayatın bütün alanlarında ve konularında, "çok cepheli" bir savaşa giriyoruz. Her türlü yol ve yöntemi deneyerek, aracı ve aparatı kullanılarak; "güç toplama" ve "etki alanı oluşturma" mücadelesi veriyoruz.
Son yıllarda, tehdidin ve tehlikenin yoğunlaştığı bir alan var. Kendi sapkın amaçları ve ideolojileri doğrultusunda "dünya düzeni" kurarak, insan türünün büyük çoğunluğunu köleleştirmek isteyen "küresel çeteler" ile onların yandaşları, paydaşları; toplumları zaafa uğratıp zayıf düşürmek amacıyla, aile kurumunu ortadan kaldırmak istiyorlar.
Bunun için, "suret-i haktan görünme" maskesi kullanılıyor. Bir başka ifadeyle, "şeytanın çirkin amelleri süslü göstermesi" hilesi uygulanıyor.
Üç aşamalı bir kuşatma altındayız. Çoğumuz gafiliyiz bu durumun, çok azımız gidişatın farkındayız.
Birincisi; evlenmenin, aile kurmanın, eş ve anne-baba olmanın ertelenmesi yahut geciktirilmesi. Bizim irademizle uzaması mümkün olmayan ömrümüzün, bir kısmının boşa geçirilmesi.
Bu durumda; hem nikah dışı ilişki ihtimali çoğalıyor, hem doğurganlık süresi azalıyor. Cinslerin helal dairesi içinde ihtiyaçlarını giderip birbirlerinde sükun bulma hakkı askıda, neslin devamını sağlama görevi geri planda kalıyor.
İkincisi; çocuk sahibi olmanın külfet gibi görülmesi. Hiç çocuk yapılmaması ya da az çocukla yetinilmesi.
Böylece; "nüfuz" sahibi olmanın etkin unsurlarından biri azalıyor. Toplumun "nüfus" dengesi, aleyhte sonuçlar doğuracak şekilde bozuluyor.
Üçüncüsü; "cinsiyetsiz insan" ve "ailesiz toplum" oluşturma projesi. Azgınlığın, sapkınlığın en ileri derecesi.
Bunun için büyük bütçeler ayrılarak, dünya çapında organizeler yapılıyor. Yeni nesilleri kimliksiz ve kişiliksiz hayvanlar haline getirmenin adımları atılıyor.
Aile kurma, anne-baba olma anlayışından uzaklaşanlar; çocuk yerine, her türlü zahmetine katlanarak kedi-köpek besliyorlar. Fıtratlarında mevcut olan temel içgüdüyü, bu şekilde hayata geçirme yoluna gidiyorlar.
Evet, bunlar sadık evcil hayvanlardır. İnsan ve toplum hayatının destekleyici unsurları olarak, çeşitli alanlarda kullanılır.
Kediler; zararlı böcekleri ve kemirgenleri avlamak içindir. Köpekler ise; özel mekanlarımızı yabancılardan, koyun sürülerimizi vahşi hayvanlardan korumak için değerlendirilir.
Son yıllarda, engellilere ve emniyet güçlerine destek konusunda da işe yarıyorlar. Arama-kurtarma çalışmalarında da aktif görevler alıyorlar.
Ancak, bunlar hayvandır; insan yerine konmamalıdır. Toplum ağacının en nadide meyvesi olan çocukların yerini almamalıdır.
Peygamber(sav) Efendimiz; "Evlat kokusu, cennet kokusudur" diyor. Ünlü Rus yazar Dostoyevsky; "Çocuklarla birlikte geçirilen sürenin ruhu iyileştirdiğini ve çocuğun dünyanın en büyük mutluluk kaynağı olduğunu" söylüyor.
Brezilya'nın meşhur roman yazarlarından Paulo Coelho; "Eğer yolunuzu kaybederseniz, bir çocuğun gözlerinin içine bakın" demiş. Arkasından; çocukların yetişkinlere öğretecekleri çok şeyin olduğunu söylemiş.
Litvanyalı siyasal eylemci ve yazar Emma Goldman'ın tanımına göre; "Henüz hiç kimse bir çocuğun ruhunda saklı olan nezaket, cömertlik ve sempati zenginliğinin tam olarak farkına varamamıştır". Onun için; "Her ebeveynlik farkındalığı, bu hazinenin kilidini açmanın anahtarlarıdır".
Bir zamanlar bizler de bebektik, çocuktuk. Anne kucağında, aile ocağında büyüyüp; genç, yetişkin, yaşlı olduk.
Bu süreci engellemek ya da ertelemek; insan ve toplum hayatını sabote etmektir. Selamet yolundan ve yönünden çıkıp, felakete doğru gitmektir.
Zekeriya Erdim