Bir devletin ve o devleti oluşturan milletin varlığının, kimliğinin simgesine, sembolüne; bizim dilimizde "bayrak" denir. Devletin ve milletin ordularının, askeri birliklerinin simgesine, sembolüne ise; "sancak" adı verilmiştir.
Bu simgeleri, sembolleri taşıma, koruma, gözetme, yükseltme, yüceltme görevini üstlenen kimseler; "bayraktar" ve "sancaktar" sıfatını alır. Bayrağın inmesi yahut düşmesi devletin ve milletin; sancağın inmesi yahut düşmesi ordunun yenilgisi sayılır.
Genel kültür olarak; bir dinin ya da davanın yükselmesi, yücelmesi için mücadele eden, öncülük yahut önderlik yapan devletlerin ve milletlerin de bu sıfatla anıldığını biliyoruz. Hatta, böyle bir sorumluluğun; "tarihi misyon" olarak kabul edildiğini görüyoruz.
Asırlar boyu, insanlar ve toplumlar için "hayat rehberi" olarak gönderilen semavi dinlerin bayraktarlığını yapanlar olmuştur. Önce peygamberler gönderilmiş yahut görevlendirilmiş, sonra onların izinden giden öncü kadrolar nöbeti devralmıştır.
Asr-ı Saadet, Hulefâ-i Râşidîn, Emeviler, Abbasiler döneminde; İslam dininin bayraktarlığını Araplar yapmışlar. Miladî 751 yılında, Abbasilerle Çinliler arasında yapılan Talas Savaşı sırasında, Karluk Türklerinin Müslümanların yanında yer almaları sebebiyle Türk-Arap ilişkileri olumlu yönde gelişmiş; onuncu asırdan itibaren, kalabalık guruplar halinde İslamiyet'i kabul etmeye başlamışlar.
Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Devleti döneminde; "İslam dininin bayraktarlığı" Türk milletine düşmüş. Hak dinini tercih etmenin ötesine geçip; devletin ve milletin "var oluş sebebi" sayılacak düzeyde büyük bir ideale dönüşmüş.
Selçuklular Anadolu'yu, Osmanlılar Balkanlar'ı İslam'la şereflendirmiş. Şanlı ecdadımız, gittiği her yerde hakkın hâkimiyetini kurmuş; huzur ve güven iklimi getirmiş.
Kendilerini bu dinle, dava ile "özdeş" görmüş ve hayatlarının her anını, alanını kapsayacak şekilde içselleştirmişler. Başka toplumlar da durumu böyle anladıkları ve algıladıkları için; dünyanın herhangi bir yerinde biri "Müslüman" olduğunda, "Türk oldu" demişler.
Bizim, kültür ve medeniyet savaşında yenik düşmemizle birlikte; İslam bayrağı ve sancağı yere düştü. Ümmet coğrafyasının tamamını, emperyalist devletler ve milletler parçalayıp bölüştü.
Gittikleri her yeri, iliklerine kadar sömürüp; yoksullaştırıyor ve zayıf bırakıyorlar. Direnenlerin kanlarını döküyor; yurtlarını ve yuvalarını yakıp yıkıyorlar.
Bu arada, uzun yıllar boyunca devam eden kültür emperyalizminin sonucu olarak; "sahih" İslam anlayışı ve yaşayışı da ileri derecede bozuldu. Allah'ın dini, hakkıyla yaşanıp tebliğ ve temsil edilemez oldu.
Peygamber (sav) Efendimiz, asırlar önce bu hal ve gidişi tarif etmiş. Muteber hadis kitaplarında geçen ve birbirini tamamlayan birkaç rivayete göre; "Öyle bir zaman gelecek ki, insanlar helalden mi haramdan mı kazandıklarına bakmayacaklar; Öyle bir zaman gelecek ki, insanlar Kur'an okuyacaklar ama okudukları boğazlarından aşağıya geçmeyecek; Öyle bir zaman gelecek ki, katil niçin öldürdüğünü maktul de niçin öldürüldüğünü bilmeyecek" demiş.
Bir başka rivayette; "Kişinin namazı, ibadeti sizi aldatmasın. Siz onun dirhemle ve dinarla olan münasebetine bakın" diye uyarmış. Sonraki yıllarda Hz. Ömer(ra), aynı mesajı; "Bir kimsenin kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayın. Konuştuğunda doğru söylüyor mu, kendisine bir şey emanet edildiğinde emanete riayet ediyor mu, dünya işleriyle meşgul olurken helali-haramı gözetiyor mu ona bakın" sözleriyle aktarmış.
İstisnaları tenzih edecek olursak; Müslüman oldukları bilinen insanların ve toplumların büyük çoğunluğu, sulandırılmış-bulandırılmış bir din anlayışı ve yaşayışı içindeler. İnandıkları gibi yaşamanın değil, yaşadıkları gibi inanmanın peşindeler.
Sonuç olarak; Müslüman devletler ve milletler, Kur'an ve Sünnet ekseninin dışına çıkmanın cezasını çekiyor. Yere düşürdükleri bayrak ve sancak, tutup kaldıracak kahramanını bekliyor.
Peki, Muhammet ümmeti bu gaflet ve zillet çukurundan nasıl çıkar? Gelecekte İslam'ın bayraktarlığını kimler yapar?
Rabbimiz, Fatır suresi ayet 16'da; "Allah dilerse sizi giderir, (yerinize) yepyeni bir kavim getirir" diyor. Peygamber(sav) de bir hadisinde; "Allah'ın isterse kâfirler, fâsıklar, fâcirler eliyle bile dinini yüceltebileceğini" söylüyor.
İsteriz ki, "müminler" sıfatıyla bu şerefe gene biz layık olalım. Düştüğümüz yerden kalkalım, düşürdüğümüz yerden kaldıralım.
Yeniden diriliş, direniş sürecine giren Türkiye; kültür ve medeniyet savaşının bütün cephelerinde payidar olsun. Bütün dünyada, bir kez daha, "İslam'ın bayraktarı" sıfatını alsın.
Allah Resulü(sav), Mute Savaşı için üç sancaktar görevlendirmişti. Sancağı Zeyd b. Harise'ye vererek; "Eğer Zeyd şehit molursa, Cafer b. Ebu Talip alsın; O da şehit olursa, Abdullah b. Revaha alsın; O da şehit olursa, aranızdan birini komutan seçin" demişti.
İslam Ümmetinin komutanlığı konusunda, son düşen Türk Milleti olmuştu. Osmanlı Devleti'nin himayesi altında bulunan ülkeler, bölgeler kaybedilmiş; elimizde Anadolu Yarımadası kalmıştı.
Görünen o ki; kardeş devletler ve toplumlar, gene bizi seçtiler. Türkiye tarihi misyonuna geri döndü, diğerleri de bu bayraktarın peşine düştüler.
İnşallah, kaldığımız yerden devam edeceğiz. Yeniden, güçlü bir "hami" devlet ve millet haline geleceğiz.
Zekeriya Erdim