Bir olayın, durumun toptan "olumlu" ya da "olumsuz" olarak görülmesi, kabul edilmesi doğru değildir. Sebep olduğu sonuçlara göre; iyi-kötü, doğru-yanlış, faydalı-zararlı yanlarına ve yönlerine bakılarak değerlendirilmesi, karar verilmesi gerekir.
Tatil yapmak, dinlenmek, görmek, tanımak, bilmek, faydalanmak, ilişki kurmak, ziyaret etmek gibi amaçlarla yapılan gezilere "turizm" deniyor. Yurt içi geziler "iç turizm", yurt dışı geziler "dış turizm" olarak isimlendiriliyor.
Ülkelerin ve toplumların bu alandaki başarıları-başarısızlıkları; daha çok, sayısal verilere ve ekonomik getirilere göre ölçülmekte. Gelen turist sayısı, elde edilen gelir; oranlara ve istatiklere dönüştürülerek değerlendirilmekte.
Oysa, meselenin çeşitli boyutları var. Bir yandan faydalı gibi görünen olaylar ve durumlar, öte yandan büyük zararlara sebep olabiliyorlar.
Turizm tanımı içine giren faaliyetler arasında; yüzümüzü ağartacak yahut kızartacak örnekler olduğunu biliyoruz. Kaş yapayım derken göz çıkarmak anlamına gelecek etkinliklere de şahit oluyoruz.
Din dilinde "sıla-i rahim" diye tanımlanan aile, akraba, komşu, dost, arkadaş ziyaretleri; teşvik edilmeli, desteklenmelidir. Sosyal ilişkileri geliştirir, toplumsal yapıyı kuvvetlendirir.
Kutsal mekanlara yönelik ziyaretler, "dini turizm" diye tanımlanmakta. Kimi ibadet niyetiyle, kimi sevap ümidiyle yapılmakta.
Dağı taşı dolaşma, ormanlarla buluşma, çiçeklerle koklaşma, kuşlarla konuşma, derelerde yürüme, tepelerde görünme gibi tabiat gezilerine; "dağa turizmi" deniyor. İnsanın içi ferahlıyor, gözü-gönlü açılıyor, ruhu dinleniyor.
Resmî ya da özel hastanelere tedavi olmak için gelenler, "sağlık turizmi" tanımının içinde. Özellikle gelir düzeyi yüksek olan insanlar; bedeli ne olursa olsun, ehil ve güvenilir kadrolar-kurumlar eliyle şifa bulmanın peşinde.
Tarihi mekanlara, kültürel ortamlara seyahatler; "kültür turizmi" adını alıyor. İnsanlar, oralarda; kültürlerin ve medeniyetlerin köklerini arıyor.
Konserler, sinema-tiyatro etkinlikleri, resim-fotoğraf-karikatür sergileri ve benzeri faaliyetler; "sanat turizmi" içine giriyor. Sanatı ve sanatçıyı yakından görmek, bilmek, tanımak, değerlendirmek için gidilip geliniyor.
Daha çok eğitim yahut üniversite kadroları, kurumları aracılığıyla gerçekleştirilen konferanslar, seminerler, sempozyumlar var. Bu amaçla yapılan seyahatler, "kongre turizmi" başlığı altında ele alınıyorlar.
Spor etkinlikleri vesilesiyle yapılan gidiş-gelişlere, "spor turizmi" diyoruz. Sporcu, izleyici, taraftar kimliği ile seyahat ediyoruz.
Her ülkenin ya da yörenin, kendine has mutfak kültürü-geleneği ve yiyecek-içecek çeşidi oluyor. Bu amaçla yapılan seyahatler de "yemek turizmi" adını alıyor.
Buraya daha çok iş dünyasına hitap eden fuarlar, sektörel geziler ve münferit iş seyahatleri de ilave edilebilir. Onlar da "ticaret turizmi" olarak isimlendirilebilir.
Her birisi için geçerli olan bir temel soru var. Yerli ya da yabancı turistler; gittikleri yerlerde aldıkları hizmetten, gördükleri muameleden "memnun" mu kalıyorlar, "mutsuz" mu oluyorlar?
İşte bu noktada, turizmin "temsil ve tebliğ değeri" gündeme geliyor. Turiste hizmet eden, ürün satan, ilişki-iletişim kuran kişiler ve kurumlar tarafından; mensubu oldukları bölge yahut ülke temsil ediliyor.
Din, devlet, vatan, millet, kültür, medeniyet değerlerinin tamamı; bu temsilin içinde bulunuyor. Dilimizle, halimizle; imajımızı ve itibarımızı olumlu ya da olumsuz yönde etkileyecek bir tebliğ yapılmış oluyor.
Ayrıca, insanlar ve toplumlar için kötülük kaynağı olan turizm türleri de var. Kimileri, ahlaksızlığı meslek haline getirip "seks turizmi"; kimileri, haksız kazanca aracılık yapıp "kumar turizmi" organize ediyorlar.
Bazı azınlıklar için "gelir" kapısı oluyor, büyük çoğunluklar için "gider" kapısı haline geliyor. Sosyal dokunun hücreleri, organları, organizmaları zehirleniyor.
Ülkemize gelen turistler arasında; "ajan, provokatör, misyoner" kimlikli kişilerin de olduğunu biliyoruz. Büyük paralar harcayarak, ifsat ve istihbarat çalışmaları yaptıklarını görüyoruz.
Demek ki, turiste sadece "gelir kapısı" gözüyle bakılmamalıdır. Hiçbir bedel karşılığında; bizi biz yapan değerler satışa çıkarılmamalıdır.
Bulunduğumuz her yerde; hem ülkemizi ve toplumumuzu iyi temsil etmeli, hem de aykırı davrananlara karşı sıkı denetim yapmalıyız. İçeride ve dışarıda, tanışıp görüştüğümüz her bir fert nezdinde; hakkımızda hayır söylemelerine vesile olacak olumlu intibalar bırakmalıyız.
Bayram tatili münasebetiyle, tebdil-i mekan eyleyip şehir dışına gitmiştik. Aklen, ruhen, bedenen dinlenmek için; bize tavsiye edilen bir tesise yerleşmiştik.
Yemyeşil ormanın içinde, doğal malzemelerden yapılmış bir ağaç evde kaldık. Kuş cıvıltıları, dere şırıltıları arasında uyuduk ve uyandık.
Konaklama süremizin bir kısmı Ramazan'ın son günlerine denk geldiği için, iftarımız ve sahurumuz da oldu. Soframıza, doğal ürünlerden temiz gıdalar geldi.
Çalışanlarla, sıcak ve sevecen bir ilişki kurduk. Kısa zamanda, yıllardır birbirine hakkı geçmiş ve aralarında hukuk oluşmuş insanlar haline geldik.
Müşteriler arasında, çeşitli çevrelerden insanlar vardı. Bir kısmı, oruçlu oldukları için iftarı bekliyor; bir kısmı, gün ortasında yiyip içiyorlardı.
Ortak kullanım alanı olan bölüm, teknik ve estetik yönden iyi düzenlenmişti. Çeşitli noktalara asılan yahut yerleştirilen objelerle, adeta bir "kültür-sanat müzesi" haline gelmişti.
Görevliler nezdinde takdirlerimizi ifade ettik, memnuniyetimizi dile getirdik. Tesis sahibine selam gönderdik, teşekkürlerimizi iletmelerini istedik.
İki gün sonra, adam gülerek yanımıza geldi. Yüz yüze tanışmak, görüşmek, hasbıhal etmek nasip oldu.
Aslında, temel değerlerimiz ile yaşama biçimlerimiz arasında önemli farklılıklar olduğu anlaşılıyordu. Ancak, dilimizden ve üslubumuzdan etkilenmiş olmalı ki; zaman zaman fazlaca duygulanıyor, gizlemeye çalıştığı göz yaşları yanaklarına doğru taşıyordu.
Sanki, küllenen ateş üflenmiş ve içindeki köz alevlenmişti. Çocukluk, gençlik yıllarında yaşayıp unuttuğu güzel hatıralar; zaman duvarını aşıp geri gelmişti.
Oracıkta dost, ahbap olduk. Aramızda, muhtemelen ileri tarihlere doğru devam edecek bir samimiyet köprüsü kurduk.
Ayrıldığımız gün, bize bir sürpriz yaptı. Bin sekizyüzlü yıllarda basılmış, büyük ihtimalle "nadide eser" sıfatı kazanmış Arapça ve Osmanlıca (Eski Türkçe) kitaplar getirip; hediye olarak almamız için ısrar etti.
Anlaşılan, gerçek kimliğinin ve kişiliğinin izlerini bulmuştu. Bizim tatil amaçlı turistik seyahatimiz, onun kendisine gelmesine vesile olmuştu.
Sevindik, Rabbimize çokça şükrettik. Hayat ve dava arkadaşımız olan hanımefendi ile birbirimize bakıp; "Sadece bunun için gelmiş olsaydık bile değerdi" dedik.
İç ve dış turizmi, iyi temsil ve tebliğ aracı haline getirmeliyiz. İnsanlığın ortak serveti ve sermayesi olabilecek kalıcı değerleri; gittiğimiz her yere götürmeli, bize gelen herkese vermeliyiz.
Zekeriya Erdim