Romantik bakışın ve keyifli anların temsili kumsalın, karanlık tatil hikâyelerinin başlangıcına da dönüşebildiği programda; Fransız Yeni Dalga Akımı'nın temsilcilerinden Éric Rohmer'in Pauline Plajda (Pauline at the Beach) ve Yaz Tatili (A Summer's Tale) filmlerinden, Michelangelo Antonioni'nin Macera (L'Avventura), Jacques Tati'nin Bay Hulot'nun Tatili (Mr. Hulot's Holiday), Otto Preminger'in Günaydın Hüzün (Bonjour Tristesse) gibi çeşitli sinema klasiklerinin yanı sıra, Asghar Farhadi'den Elly Hakkında (About Elly), Ulrich Seidl'dan Cennet: Aşk (Paradise: Love) ve Yorgos Lanthimos'dan Kinetta gibi yakın dönemden filmler de yer alıyor.
ELLY HAKKINDA / ABOUT ELLY
Yıllardır Almanya'da yaşayan Ahmet tekrar İran'a dönünce eski dostları kutlamak için Hazar Gölü'nün kıyısında bir tatil yapmaya karar verirler. Bu üç günlük kaçamağı planlayan Sepideh, herkesten habersiz kızının anaokulu öğretmeni Elly'i de davet eder.
Çünkü bu genç ve güzel kadını, Almanya'da geriye mutsuz bir evlilik bırakan Ahmet ile tanıştırmak istiyordur. Tatilin ilk günü, eski dostların kahkahaları eşliğinde su gibi akıp geçer. Fakat bir sonraki gün bu coşkulu atmosfer, kara bulutların gölgesinde kalır: Elly, ansızın ortadan kaybolur. Genç kadın, geriye sadece çantasıyla beraber cevapsız sorular bırakır. Ahmet ve arkadaşları Elly'i bulmaya çalışırken beklediklerinden çok daha fazlasını bulacaklardır. Sırlar ve yalanlar su yüzüne çıkmaya başladığında ise kimse, gerçeklerle yüzleşmeye hazır olmayacaktır.
BAY HULOT'NUN TATİLİ/MR. HULOT'S HOLIDAY
Tatilciler Hôtel de la Plage'a akın ederken, hayalperest ve uçuk bir tip olan Hulot da Salmson arabasıyla otele gelir ve neşeli sakarlıklarıyla kasabanın tatil yapmaya çalışan sakinlerini dehşete düşürür.
Kanoda, at üstünde, plajda, tenis kortunda, otelin restoranında, mezarlıkta ya da piknikte Hulot'nun şakaları ve talihsizlikleri birbirini izler. Hulot'nun adım attığı bir mekânın huzurlu ve ciddi bir ortam olarak kalması mümkün değildir. Tati'nin akıntıya karşı zarif bir şekilde duruşu ve çizdiği unutulmaz portreler galerisi, 1950'lerdeki bu yazdan şiirsel bir burlesk başyapıtı yaratmıştır.
GÜNAYDIN HÜZÜN / BONJOUR TRISTESSE
Jean Seberg'ün (Serseri Âşıklar) çok doğal bir şekilde canlandırdığı, on yedi yaşında ama erken gelişmiş bir genç kız olan Cécile ve hovarda babası Raymond (David Niven), Paris'ten kaçarak Akdeniz kıyısındaki villalarına gelirler.
Preminger, karakterlerin siyah-beyaz Paris'te yaşadıkları tristesse ("hüzün") ile Fransız Riviera'sında geçirilen aydınlık ve rengârenk yaz arasındaki karşıtlığı vurgular. Can attıkları lüks hayat tarzına kavuştukları ve sorumluluktan kurtuldukları için mutlu olan bronz tenli ikili, kendilerini özgür aşk, hızlı arabalar ve bedensel hazlarla dolu bir hayata bırakırlar. Ne var ki Raymond evlenmeye karar verince, Cécile'in kaprisli karakteri onu sonu felaketle bitecek ve çevresindeki herkesin hayatını etkileyecek bir yola sokacaktır.
MACERA / L'AVVENTURA
Michelangelo Antonioni, bu başyapıtıyla yeni bir film grameri icat etti. 1960'ların geleneğe meydan okuyan sinemasının simgelerinden biri ve başlı başına etkileyici bir anlatı olan Macera, genç bir kadının Sicilya kıyılarına yaptığı yat seyahati sırasında gizemli bir şekilde kaybolmasını ve bağlılığını kaybetmiş sevgilisinin (Gabriele Ferzetti) ve en yakın arkadaşının (Monica Vitti) onu bulma girişimlerini konu alır.
Antonioni'nin uluslararası düzeyde tartışma ve sansasyon yaratan bu filmi, mükemmel çekilmiş bir modern can sıkıntısı ve ruhsal tecrit hikâyesidir.
PAULİNE PLAJDA / PAULINE AT THE BEACH
Eric Rohmer'in en sevilen filmlerinden biri olan ve bir yaz eğlencesini anlatırken alttan alta derin mesajlar veren bu filmin başkahramanı, Normandiya kıyılarında geçirdiği kısa bir tatilde yetişkin arkadaşlarının aşk oyunlarının ve aldatmacalarının ortasında kalan on beş yaşındaki Pauline'dir.
Rohmer aşkı her açıdan incelemek için yatak odasındaki komedinin tüm karmaşalarını ve yüzleşmelerini ele almakla birlikte, aslında gençliğin getirdiği içtenliği yüceltmeyi amaçlar. Bu şen şakrak ve hevesli hava, büyük görüntü yönetmeni Nestor Almendros'un güneşli görüntülerinde kendisini gösterir.
VENEDİK'TE ÖLÜM / DEATH IN VENICE
Thomas Mann'ın aynı adlı eserinden yönetmen Luchino Visconti'nin beyazperdeye uyarladığı Venedik'te Ölüm, hem görsel üslup açısından bir zafer hem de sinemada edebiyat uyarlamaları üzerine bir inceleme niteliğinde.
Mann'ın olağanüstü öyküsünün temalarından biri, sanatçının fiziksel güzelliğin gücünü ve geçerliliğini tanımasıyla ilgilidir ve Visconti sinemasal yaklaşımıyla bu temaya bakış biçimini her karede hissettiriyor. Venedik'in görkemi, Aschenbach'ın deniz kıyısındaki otelinin zarafeti, Tadzio adlı delikanlının hem eril hem dişil kusursuzluğu – tüm bunlar, izleyicinin ayrıntılarda oyalanmasına ya da sırf sahnenin bir bütün olarak zenginliğini özümsemesine olanak tanıyan, dolu dolu ve telaşsız bir tavırla görüntülenmiş.
SONSUZLUK VE BİR GÜN / ETERNITY AND A DAY
Büyük yazar Aleksandros (Bruno Ganz), hayatı boyunca yaşadığı deniz kıyısındaki evi terk etmeye karar verir. Aleksandros, karısı Anna'nın (Isabelle Renauld) 30 yıl önceki bir yaz gününden bahsettiği bir mektubu bulduktan sonra, geçmiş ile bugünün iç içe geçtiği garip bir yolculuğa çıkar.
Romanları için hayali kelimelerin peşinden koşarken, hayatın mutlu anlarını gözden kaçırdığını fark eder. O anları bir gün için -sonsuzluk için- geri getirmek ister. Bruno Ganz'ın etkileyici oyunculuğundan da güç alan Sonsuzluk ve Bir Gün, Theo Angelopoulos'un büyük bir ustalıkla yarattığı aydınlık bir filmdir. Film, 1998 Cannes Film Festivali'nde, Martin Scorsese'nin başkanlığındaki jüri tarafından oy birliğiyle Altın Palmiye'ye layık görülmüştür.
KINETTA
Kinetta. Yunanistan'da tatil sezonu dışında boşalan ve göçmen işçilere mesken olan bir tatil kasabası. Otomobillere, video kameralara ve Rus kadınlara takıntılı bir sivil polis, bölgede işlenen bir dizi cinayeti soruşturmaktadır.
Bir fotoğrafçıda çalışan yalnız bir adamdan video kamerasıyla çekimler yapmasını ve bir otelde temizlikçilik yapan genç bir kadından da kadın kurbanları canlandırmasını ister. Bu garip üçlü, polisin yönetmenliğinde bir dizi cinayet canlandırması çeker. Polis çekimlerde ayrıntılara aşırı derecede dikkat eder, ama bilimsel açıdan neyi amaçladığı açık değildir. Bu üç insan hakkında başka hiçbir şey öğrenemeyiz. Adlarını bile bilmeyiz. Tatilciler kasabaya akın etmeye başladıklarında kalabalığın içinde kaybolup giderler.
AGNÈS'İN PLAJLARI / THE BEACHES OF AGNÈS
Bu nefis anı filminde, ödüllü Fransız yönetmen Agnès Varda, gerçek ile hayali olanı, geçmiş ile bugünü, acı ile sevinci yan yana getirmek için sinemanın büyüsünü seferber ediyor.
81 yaşındaki sanatçı, anılarını filmleriyle canlı tutuyor. Varda, Agnès'in Plajları'nda kendi filmlerinden parçalar, eski fotoğraflar ve nefis canlandırmalarla Belçika'da geçen çocukluğunu, Fransız Yeni Dalgası ile bağlantısını, yönetmen Jacques Demy'yle (Cherbourg Şemsiyeleri) evliliğini ve filmlerini çekiş süreçlerini yâd ediyor. Varda'yı hiç tanımasanız bile, onun anılarıyla dolu bu define sandığına yaptığı kısa yolculuğu büyük bir zevkle izleyebilirsiniz.