Arama

  • Anasayfa
  • Analiz
  • İdlib'de "beklenen" çatışma "kaçınılmaz" çatışmaya dönüştü

İdlib'de "beklenen" çatışma "kaçınılmaz" çatışmaya dönüştü

İdlib'de bir süredir gruplar arasında, bugüne kadar çeşitli anlaşma ya da uzlaşma çabalarıyla engellenen ya da ötelenen çatışma 19 Temmuz 2017'de patlak verdi.

İdlib’de beklenen çatışma kaçınılmaz çatışmaya dönüştü
Yayınlanma Tarihi: 22.07.2017 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 22.07.2017 17:29

İdlib'de bir süredir gruplar arasında, bugüne kadar çeşitli anlaşma ya da uzlaşma çabalarıyla engellenen ya da ötelenen çatışma 19 Temmuz 2017'de patlak verdi.

Aslında Halep'in rejim güçlerinin denetimine geçmesinden bu yana İdlib ve civarında kalan bölge kendi içinde çalkalanıyordu. Fakat olası bir çatışmanın bu bölgenin kaybına neden olacağı düşüncesi ve çatışmanın her bir taraf için olası yıkıcı etkileri anlaşmazlığın büyümesini engelliyordu. Ocak 2017'den bu yana yaşanan gelişmeler "beklenen" çatışmayı "kaçınılmaz" çatışmaya dönüştürdü.

İdlib'deki çatışmanın nedenleri ve tarafları

Çatışmanın temelde üç nedeni olduğu söylenebilir:

1. "Son kale" olarak görülen İdlib'in yönetiminin kimin kontrolünde olacağı,

2. Astana Süreci'nin etkisiyle grupların birbirlerine yönelik tehdit algısı,

3. Azalan dış yardımlar nedeniyle halihazırda kıt olan kaynakların yönetiminin ve kontrolünün stratejik olmaktan çıkıp yaşamsal hale gelmesi

İdlib'deki güç mücadelesi

İdlib'in yönetiminin kimin kontrolünde olacağı baştan beri önemli bir sorundu. Bazı gruplar, şimdiki Heyet Tahrir Şam'a (HTŞ), yani eski Nusra'ya, dışarıdan gelen yabancılar muamelesi yapsalar da Nusra'nın bir süredir "yerlileşme" eğiliminde olduğu görülüyordu. Ayrıca, rejime karşı "cihad"ın yerli ya da etnik bir hareket değil "ümmet"in hareketi ya da milli olarak tanımlanan bir Suriyeli hareket olduğu tartışması da vardı. Fakat bu tartışmaların ötesinde temel sorun, İdlib'in tek ve ortak bir çatı altında toplanacak ve üzerinde uzlaşı sağlanabilecek bir yönetim tarafından idaresiydi.

Uzun süre bölge tek bir grubun kontrolünde yönetilmedi. Neredeyse kasabalar ve köyler, yerel olarak güçlü olan gruplar arasında bölüşüldü ya da iç içe geçmiş, çok başlı bir yönetim ortaya çıktı. Önde gelen gruplar, bu idarenin kendilerinde olmasını ya da aslan payını istiyorlardı. Bu talebin tek nedeni bölgenin idaresinin maddi avantajlarından yararlanmak değildi. Bunun ötesinde idarenin biçimi ve idarecilerin kim olacağı uzun vadede siyasal olarak üstünlük ifadesi anlamına da geliyordu. Nusra Cephesi'nin isim değiştirerek El Kaide'ye biat etmeyen yeni bir yapıya yönelmesi "legalize" ve "yerlileşme" çabası olarak görülse de gruplar arasındaki güç mücadelesini daha çok körükledi. Bu nedenle, gruplar arasında birlik oluşturulması çabası hemen hepsi için bir çeşit tehdit oluşturdu. İdlib'deki gruplar sürekli olarak birleşmenin faziletinden ve birlik sağlanamamasının muhtemel kötü sonuçlarından söz ederlerken, aslında birleşmenin kendi liderliklerinde olmasını istiyorlardı. Sonuçta bu birleşme hiçbir zaman gerçekleşmedi.

Astana Süreci'nin etkileri

İkinci önemli olgu Astana Süreci oldu. Her ne kadar Ahraru'ş Şam doğrudan Astana'ya katılmasa da bu sürece dahil olan gruplarla ya da sürecin baş aktörleriyle yakın ilişki kurmuştu. Ocak 2017'de HTŞ ile Ahrar arasında yaşanan dar kapsamlı ve kısa süreli çatışmanın Astana'nın hemen sonrasında meydana gelmesi tesadüf değildi. Ocak ayından bu yana İdlib'de üçlü bir yapı ortaya çıkmıştı: HTŞ, Ahraru'ş Şam ve yeniden yapılanan Özgür Suriye Ordusu. Bu üçünden ilk ikisi asıl güçlü olan aktörlerdi.

Ancak şurası açıkça görüldü; Astana Süreci, önünde sonunda HTŞ'nin İdlib'den çıkarılmasını gerektiriyordu. Çatışmasızlık Bölgeleri'nin ilanı ve bu bölgelere garantör ülkelerin asker konuşlandırması ancak HTŞ'nin ortadan kalktığı bir durumda mümkün olabilirdi. HTŞ, sonunda okların kendisine döneceğini gördüğünden, bir süredir diğer gruplara baskıyı artırmıştı. HTŞ'ye göre ÖSO kolaylıkla yutulabilecek küçük bir lokmaydı. Fakat, Ahrar yerel desteği, insan potansiyeli ve savaşma kapasitesi bağlamında zayıf bir rakip değildi. Üstelik, Ahrar ile ÖSO'nun ittifak yapması halinde, HTŞ yenilebilirdi. Ancak Türkiye'nin Tel Rifat Operasyonu'nun başlamasından önce İdlib'deki grupların harekete geçmesi mümkün görünmüyordu. Bu nedenle bu operasyon gerçekleşmeden önce Ahrar'ı yenmeyi, bu grup içinde ayrılıklar ortaya çıkarmayı ve bu sayede ÖSO'yu da devre dışı bırakmayı öngören bir strateji izlemeye başladı. Bu sürecin sonunda yaşanabilecek çatışmanın Türkiye'yi de savaşın içine çekebileceğini öngörüyor olsa da Türkiye'nin Kuzey Suriye'de özellikle YPG'ye müdahale etme sürecine girdiği bir dönemde doğrudan çatışmaya taraf olmasının zorluklarını değerlendirerek Ahrar ve ÖSO'nun ortak bir operasyonla kendisine saldırmasını beklemeden çatışmanın erken başlamasına neden oldu. Böylece taktik üstünlüğü ele geçirdi.

Ekonomik kaynakların kontrolü

Çatışmanın bir diğer nedeni ekonomik. Suudi Arabistan üzerinden İdlib'e akan yardımların bir süredir durma noktasına geldiği biliniyor. Katar'ın da özellikle son bir ayda ekonomik ve siyasal sorunları bölgeye eskisi gibi maddi kaynak aktaramamasına neden oluyor. İdlib, kendisine has ve yeterli bir ekonomiye sahip değil. Üstelik Suriye'nin diğer çatışma bölgelerinden kaçan binlerce insanın da sığınmasıyla yaşam daha da pahalı hale geldi.

Geçim şartlarının zorlaşması, halkın desteğini almak isteyen grupları başta sınır kapıları olmak üzere kritik kaynakları kontrol etmeye zorluyor. Aksi takdirde bir süre sonra kendilerine bağlı silahlı kişilerin ücretlerini ödeyemeyecekleri gibi kontrol ettikleri yerlerdeki insanların basit yaşamsal taleplerini de karşılayamayacak hale gelebilirler. Bu nedenle ekonomik kaynakların ve özellikle ticaretin kontrolü gruplar için yaşamsal hale geldi.

İlk günlerde ortaya çıkan tablo ve çatışmaların geleceği

Çatışmaların ilk iki günü, bölgedeki bazı gerçekleri ortaya çıkarttı:

1. HTŞ, sayı ve savaşma kapasitesi itibarıyla açık ara Ahrar'dan daha üstün. İki günde stratejik gördüğü kuzeye uzanan bölgeyi pek de zorlanmadan ele geçirdi. Üstelik bunu, Ahrar'a karşı savaşmamak için çatışmaya katılmayan bazı gruplarının desteği olmadan ve yedek ordusunu devreye sokmadan gerçekleştirdi. Ahrar, eğer kısa sürede toparlanamazsa veya dışarıdan (örneğin Fırat Kalkanı Bölgesi'nde bulunan kendi grupları ile müttefiklerinden) yardım gelmezse kısa süre içinde çökebilir. Bunun için önümüzdeki birkaç gün çatışmaların gidişatı açısından önemli.

2. Çatışmanın gidişatı, HTŞ'nin operasyonu iyi planladığını ve uzun süredir hazırlıklı olduğunu gösteriyor. Ahrar geniş tabanını devreye sokana kadar HTŞ pek çok kritik bölgenin denetimini ele geçirdi. Bu durum bir kez daha Afganistan, Irak ve Suriye'de kritik cephelerde savaşan liderliğin önemini ortaya koydu.

3. Ahrar'dan altı küçük grup ayrılarak HTŞ'ye katıldı. HTŞ'den sadece Nureddin Zengi (ki çok önemli bir grup) ayrıldığını ilan etti ama karşısına geçip savaşacağını da açıklamadı. Yani gruplar arası dengeler hala oturmuş değil, HTŞ çatışma sahasındaki üstünlüğünü artırırsa Ahrar'dan yeni kopuşlar yaşanabilir. Bu da güç dengesini iyice değiştirir. Fakat HTŞ'nin bu şekilde güçlenmesini kendi gelecekleri açısından tehlike olarak gören gruplar ondan ayrılıp Ahrar'ı destekleyerek yeni bir denge unsuru yaratabilirler. Şu anda İdlib'de güçlü olanın peşine takılma ile onu dengeleme arasında ilginç bir süreç yaşanıyor.

4. HTŞ'nin temel hedefi kuzey hattını tamamen kontrol edip, Ahrar'ı yardımsız bırakmak gibi görünüyor. HTŞ, kendi gücünü tamamen kabul ettirip, yönetimi tek elde toplayabilecek bir üstünlük sağlayıncaya kadar durmak istemiyor. Ahrar, ya çatışmaları dengeleyip HTŞ'yi zayıflatacak ya da HTŞ İdlib'de kendi kontrolünde bir siyasi otorite sağlayıncaya kadar devam edecek. Bu iki olasılığın dışına çıkılmasının tek yolu dış müdahaledir. Ancak herhangi bir dış müdahale, özellikle Astana Süreci'ne karşı olmasına rağmen iç çatışmaya taraf olmak istemeyen grupların da kendi beklentilerine göre çatışmaya taraf olmasına neden olabilir. Bu durumda çatışma uzar ve daha kanlı hale gelir.

5. HTŞ, askeri olarak girdiği bazı yerlerde halkın tepkisi üzerine çekilmek zorunda kaldı. Bu tepkilerin artması onu zora sokabilir. Artan tepkileri kuvvet yoluyla bastırmaya gitmesi ise uzun sürede sorun yaratabilir.

6. Eğer HTŞ, çatışmadan kısa sürede galibiyetle çıkar ve diğer grupların çoğunun biatını alırsa, ÖSO'yu bölgeden çıkartması sadece zaman meselesi haline gelir.

7. HTŞ'nin tüm bu hamlelerinin sonucunda İdlib'i tam anlamıyla kontrol etmesi mümkün olursa Türkiye'nin sınırında El Kaide yapılanması tek güç haline gelir ki bu, Türkiye'nin Suriye politikası açısından olduğu gibi iç güvenliği açısından da tehditler yaratır.

İSTANBUL-A.A.-Doç. Dr. Serhat Erkmen

[Ahi Evran Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi olan Doç. Dr. Serhat Erkmen aynı zamanda 21. yy Türkiye Enstitüsü Ortadoğu ve Afrika Masası'nın başkanıdır]

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN