Ben yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm.
En'âm, 79
Hz. Peygamber 'Ameller niyetlere göredir' dediğinde, müminler davranışlarının ne zaman ibadete dönüşeceğini ve ne zaman adet ve alışkanlık olarak kalacağını öğrenebilecekleri bir miyar elde ettiler. Davranışlar niyetlere göre 'amel' ve ibadet haline gelirken ibadet ve amelin değeri de niyetin değerince belli olur. Niyet sahih olduğu ölçüde (ihlas) ibadet değer kazanır, niyet bozuldukça (riyakarlık ve beklenti) ibadet şeklen tam olsa bile değerini yitirir. İbadette niyetin şart koşulması yükümlülüğün (teklif) akıl ve bilinçle ifa edilen bir şey olduğunu beyan eder. Niyet edebilmek için insanın davranışları hakkında fikrinin bulunması, kendisi ve Allah hakkında düşünce sahibi olması lazımdır.
Niyet çeşitli derecelerde ele alınabilecek bir konudur: İbadetlerde niyet, yapılma gerekçesini ve gayesini anlatan cümleyle beyan edilir. 'Allah rızası için namaz kılacağım' veya 'oruç tutacağım' seklindeki ifadeler niyeti göstermek üzere yeterli sayılır. Niyet insan davranışlarının imana bağlanması demek olduğu kadar iman ile ameller arasındaki köprü niyetle tesis edilir. Niyette sözü edilen 'rıza için' ifadesinin dönüştürücü yönünü o işi niçin yapmadığımızı düşünmekle keşfedebiliriz. Biz bir işi bir çok çok nedenle yapabiliriz: itibar kazanmak başta olmak üzere ibadetle dünyevi faydalar elde etmek mümkündür. Merhametli olmak, başkasına yardım etmek, arzuları yenmek için mücadele etmek her zaman ve her yerde itibar getirir. O zaman 'Allah için' dediğimizde niyetin birinci ve temel meselesi ibadetlerden elde edilebilecek itibar ve kazanca karşı aklımızı-ruhumuzu korumak, bizi üst ve uzak maksatlara ulaştırmaktır. Başka bir anlatımla niyet görünür ve ulaşılabilir fayda fikrinden zihnimizi uzaklaştırmakla ulvi gayeler için beklemeyi telkin eder. İnsan özgürlüğünün vazgeçilmez araçlarından birisi olan sabır burada kendini gösterir.
Öte yandan 'Allah için' veya 'rızası için' tabiri yoruma açık bir tabirdir. Mesela bu ifade 'Allah emrettiği için' şeklinde okunabilir. Bu durumda ibadeti yerine getirmenin maksadı -başka bir neden veya gaye değil- sadece ilahi buyruğa itaat bilincidir. Dindarlığın en üst seviyelerinden birisi bu teslimiyet ve boyun eğme halidir: Allah 'ol' dedi ve dindarlık benden vücuda geldi. Bu teslimiyetin uhrevi 'fayda' ile birleşen ikinci sevideki yorumları vardır. Yaygın dindarlık uhrevi faydacılık anlayışıyla şekillenmiştir. Özellikle yüksek tasavvuf düşüncesinde uhrevi 'faydacı' dindarlık telakki eleştirilse bile, burada mühim bir değişimin yaşandığını fark etmeliyiz: Dindarlar dünyevi ve beşeri beklentilerini bir yana atarak arzularını ve beklentilerini sadece Allah'tan talep etmektedirler.
'Allah rızası için' tabiri daha özel anlamda da kullanılmıştır. Bu durumda ibadetlerin maksadı Allah'ı razı etmek olarak kabul edilir. Allah bizi bir amaçla yaratmış, sonra sorumlu tutmuşsa, O'nun emir ve yasaklarına uymak O'nu razı edecek tek iştir. 'Allah'ın razı olması ise en büyük iştir' mealindeki ayet-i kerime ilahi rızayı dini hayatın zirvesine yerleştirmektedir. Ancak burada ikinci yorum daha vardır ki, o da sufilerin sözlerinde ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşımı anlayabilmek için 'rıza' kelimesini iki şekilde okumak gerekir: Birinci durumda rızaya razı olmak, ikincisinde ise razı etmek anlamı verilebilir. Onlar Allah'tan razı olduklarını göstermek üzere ibadet etmemiz gerektiğini söyleyerek dini hayatı bir teşekkür vesilesine döndürmüşlerdir. Başta bizi var etmesi olmak üzere hangi nimetin şükrü ödenebilir ki? Bu yaklaşım haddi zatında Ehl-i sünnet'in ibadetleri beklenti -en azından hak ediş- olarak göremeyeceğimiz seklindeki teorisiyle uyumludur. Biz ibadetleri üzerimizdeki nimetlere teşekkür etmek üzere ve razı olduğumuzu göstermek üzere yaparız. Namaz kılan bir insan Allah'a 'Ben senden razıyım' demiş olmaktadır. Bunun yanı sıra bize nimetleri verenden verdiği nimetleri artırmasını umut ederiz. Bu durumda ibadet hayatı Allah hakkındaki hüsnü zanna, tevekküle ve teslimiyete dayanarak Allah-insan ilişkisini dinamik ve ulvi bir ilişkiye taşır. Biz Allah'tan razı isek O'nun bizden razı olması zaten umulacak bir iştir.
Müslümanların niyet anlayışlarının çerçevesini çizen iki ayet-i kerimeyi hatırlamak lazımdır: Birincisinde Hz. İbrahim 'Ben yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm' derken sahici bir değişime ve ahlaki yükselişe işaret ederek var olmanın hakikatini Allah'ta bulabileceğini talim etti. Allah'a dönmek alemden ve beşeri olandan yüz çevirmek ölçüsünde kemale erer. İkinci ayette ise Allah Hz. Peygamber'e 'Oku Rabbinin adıyla' diyerek istikamet göstermiştir. Burada beyan edilen şey insanın dikkatini Allah'a ve O'nun adına vermekle sahici gaye üzere yaşaması gerektiğidir. Allah'a yönelmek hiç kuşkusuz dünyevi olandan yüz çevirmeyi ve onu değersiz görmeyi iktiza eder. Niyet de başka nedir ki?
O halde niyet insanın talepleri karşısında yaratılmışları yetersiz görerek himmeti sadece Allah'a teksif etmek demektir. Galiba Yunus bu ayet-i kerimeleri okuyunca şöyle demiştir:
Ballar balını buldum kovanım yağma olsun
Kar ve zarardan geçtim gümanım yağma olsun