Arama

Küresel güç dengesi Rusya'ya doğru kayıyor

Yeni binyılın başlangıcında, dünyayı anlama ve onun düzenini sağlama konusunda herhangi bir yetenek emaresi göstermeyen üç Amerikan başkanının ardışık iktidarına tanıklık ettik. Amerikalı uzmanlar liderlerinin bu konudaki zafiyetini anlatabilmek için "Yeni Dünya Düzensizliği", "Trump'ın 19. Yüzyıl Dünya Düzeni" gibi yeni tabirler kullanmaya başladılar. Trump ABD'nin yarattığı ve 70 yıldır sürdürdüğü dünya düzeninin parçalandığından bihaber görünürken, Putin parçaları toplayarak kendi tacını oluşturuyor.

Küresel güç dengesi Rusya’ya doğru kayıyor
Yayınlanma Tarihi: 26.10.2017 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 26.10.2017 12:50

Amerikalılar artık başkanları Donald Trump'ın herhangi bir tutarlı dış politikaya veya stratejiye sahip olmadığının farkındalar. Amerikalı uzmanlar liderlerinin bu konudaki zafiyetini anlatabilmek için "Yeni Dünya Düzensizliği", "Trump'ın 19. Yüzyıl Dünya Düzeni" gibi yeni tabirler kullanmaya başladılar.

Eski Başkan Bill Clinton 1997 yılında, ikinci döneminin ilk konuşmasında 20. yüzyılın "Amerikan yüzyılı" olduğunu gururla söylemişti. Yeni binyılın başlangıcında ise dünyayı anlama ve onun düzenini sağlama konusunda herhangi bir yetenek emaresi göstermeyen üç Amerikan başkanının ardışık iktidarına tanıklık ettik.

Eski Başkan George Bush ABD'nin yeteneklerini abartıyordu. Yeryüzündeki her bölgeye müdahale edebilecek dünyanın en güçlü ordusuna sahip olmakla bu ordudan sosyal mühendislik görevi üstlenmesini, demokrasiyi yaymasını istemek başka şeylerdi. Bush bunu anlamıyordu. Fakat şunu teslim etmek gerekir ki Bush zaman içinde attığı yanlış adımların farkına vardı. İkinci döneminde, daha önce başlattığı demokrasi yayma girişimlerinden vazgeçti. Bush, başta eski Dışişleri Bakanı James Baker olmak üzere babasının dönemindeki figürleri ve onun çalışma arkadaşlarını yeniden göreve çağırarak dış politikayı yeniden ABD müesses nizamının eline teslim etti. Baker ABD'nin nasıl Irak'ta istikrarı sağlayıp ülkeyi terk edeceğine dair planı hazırlayan isim oldu. Baker-Hamilton Raporu olarak bilinen plan işe yaradı. Dünya yeniden Bush öncesi yıllara dönüyordu ki bu kez hataları düzeltme konusunda aşırı hassas politikalar öneren popülist bir başkan nedeniyle her şey tersine döndü.

Obama Bush'un başlattığı ilerlemeyi sürdürmek yerine, kendi devrimci dış politika siyasetini geliştirmeyi tercih etti. O ABD'nin Suudi Arabistan gibi dostlarını İran gibi düşmanlarıyla her zaman değiştirebileceğini düşünüyordu. Bu fikir o kadar yanlıştı ki sonuçta hem dostlarını hem de düşmanlarını kaybetti. Obama ilk yıllarında mevcut dünya barışının nimetlerinden faydalandı. Ancak zaman ilerleyip de Bush'un siyasetinin etkisi geçince ve Obama bunlar yerine kendi hatalı stratejilerini uygulamaya başlayınca dünya, özellikle de Ortadoğu yeniden istikrarsızlığa sürüklendi.

Ardından Donald Trump sahneye çıktı. Bush ABD'nin gücünü abartıyor, Obama ise azımsıyordu. Turmp'ın ise ABD'nin güç unsurlarının neler olduğu ve bunların nasıl ve ne amaçla kullanılacağına dair herhangi bir fikri olmadığı anlaşılıyor. Şayet Trump dünya meselelerine dair kısa bir sınava tabi tutulsa şüphesiz başarısız olurdu.

İşte bu koşullarda Rus haber ajansı Ria Novosti, Suudi Arabistan Kralı Selman'ın, "Ortadoğu'nun yeni efendisiyle", yani Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile ilişkilerini güçlendirmek için Moskova'yı ziyaret edişinden gururla bahsetti. ABD Başkanı Donald Trump, bu sırada kendi dışişleri bakanını IQ testine davet etmekle meşguldü. Trump kendisinin Rex Tillerson'dan daha zeki olduğunu ispatlamaya çalışıyordu. Rus devlet başkanı ile ABD'li mevkidaşı arasındaki zıtlık bundan daha belirgin olamazdı herhalde.

Putin'in medyası Suudi kralının ziyaretini, koreografisi dikkatle yapılmış sahnelerle yayınlarken Trump, ABD medyasını "sahte haberler" yapmakla suçlamak ve yandaşı olan sağ kanat haber kanalı Fox News'ün liberal rakipleri CNN ve MSNBC'den önde olduğunu gösteren rakamları paylaşmakla meşguldü.

Selman Moskova'da, ülkesinin Rusya'dan S-400 hava savunma sistemi satın alacağını açıkladı. Suudi Arabistan'ın bu anlaşmayı duyurmasından haftalar önce, Türkiye de benzer bir satın alma planını duyurmuştu. Moskova daha önce de İran'a söz konusu hava savunma sisteminin önceki modeli olan S-300'leri satmıştı. Tahran Eylül ayındaki askeri geçit töreni sırasında Rusya'dan aldığı bu yeni oyuncakları kamuoyuna teşhir etti. Putin'in Suriye hava sahasını ABD savaş uçaklarına "kapatmak" düşüncesiyle, S-400 ve S-300'leri Suriye'ye konuşlandıracaklarını duyurmasından birkaç yıl sonra, Türkiye, Suudi Arabistan ve İran, Rus yapımı hava savunma sistemlerini satın aldıklarını duyurdu.

S-400'lerin ve S-300'lerin ne kadar etkili olduğu hâlâ belirsiz. Bu sistemler Suriye'de konuşlandırıldıkları süre boyunca, Suriye hava sahasındaki herhangi bir İsrail veya Amerikan hava saldırısına engel olmayı başaramadılar. Üstüne üstlük, İsrail hava kuvvetleri, S-300'lerin olduğu Yunanistan'da söz konusu sistemleri etkisiz kılmaya yönelik uçuş eğitimleri düzenledi. Tel Aviv yönetimi İran'ın S-300'lere sahip olmasından rahatsız olmuşa benzemiyor. Bu sistemi savaş uçaklarıyla alt ederek İran'a karşı kendini savunabileceğinden emin.

Sistemlerin kapasitesi ve etkinliği bir yana, S-400 ve S-300'ler Rusya ile ittifakın sembolü haline gelmiş durumda. Türkiye, Suudi Arabistan ve İran gibi bu sistemleri satın aldıklarını duyuran ülkeler, aslında Moskova'yla bir tür stratejik ortaklık kurduklarını ilan etmiş oluyorlar. İran'ın Moskova'yla ittifak içinde olması yeni bir haber değil. Şaşırtıcı olan, NATO üyesi Türkiye'nin ve ABD'nin Ortadoğu'daki en eski müttefiklerinden Suudi Arabistan'ın Rus silahları satın almaları ve Rusya ile dostluk arayışında olmaları. Nitekim Suudi Arabistan'ın bu adımı Washington'ı kızdırdı ve Riyad ABD'nin kızgınlığını azaltmak için krizi yatıştırma arayışına girdi. S-400'leri satın aldıklarını duyurmalarının üzerinden 24 saat geçmeden, Washington, Suudilerin Amerikan yapımı THAAD füze savunma sistemini 15 milyar dolara satın almaya hazırlandığını duyurdu. Bu anlaşma, uzmanları her şeyin normale döndüğünü ikna etmekte yeterli olmadı.

Ortadoğu'nun "yeni lordu" Putin kanatlarını açıyor ve Türkiye ile Suudi Arabistan gibi ülkeler de haklı olarak, 'drama queen' bir başkan tarafından yönetilen kararsız bir ABD'ye güvenmenin ulusal çıkarlarını güvenceye alamayacağını hissediyor. Aslında Türkiye ABD ile ittifakının gerçekte pek bir şey ifade etmediğini zor yoldan tecrübe ederek öğrendi. Bir Rus savaş uçağı Türkiye'nin hava sahasına girip Türk savaş jetleri tarafından önce yön değiştirmesi için uyarılıp ardından vurulduğunda, Washington "müttefiki" Ankara'yı olayın sonuçları ile başa çıkma konusunda yalnız bıraktı. Obama çok kızmıştı. Beyaz Saray Türklerin kendi kararlarından sorumlu olduğuna, Ankara ile Moskova arasındaki durumun kötüleşmesi durumunda Türkiye'yi askeri ya da diplomatik olarak savunmak için çaba göstermeyeceklerine dair bir açıklama yaptı.

Türkiye Amerika'yla olan ittifakındaki bu tür tecrübelerden gerekli dersleri çıkardı ve Rusya'yla ilişkilerini geliştirerek stratejik yatırımlarını çeşitlendirme kararı aldı. Suudi Arabistan da benzer bir karara varırken, bölgedeki diğer ülkeler de aynı şeyi yapmaya hazır görünüyor.

Trump ABD'nin yarattığı ve 70 yıldır sürdürdüğü dünya düzeninin parçalandığından bihaber görünürken, Putin parçaları toplayarak kendi tacını oluşturuyor.

Hüseyin Abdül-Hüseyin / Arap medyası, New York Times, Washington Post, Christian Science Monitor, USA Today gibi gazetelere makaleler yazıyor, CNN ve BBC gibi televizyon kanallarında Ortadoğu analizleri yapıyor.

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN