"Birleşik Devletlerin ihtiyaç duyduğu Ortadoğu petrolü değildi. Amacı daha çok, enerji sisteminden gelen muazzam kârların bölge halkına değil, öncelikle Bir-leşik Devletler, Britanyalı dostu ve onların enerji şirketlerine akmasını ve petrol fiyatlarının şirket ekonomisine en yararlı sınırlar içinde, ne çok yüksek ne çok düşük kalmasını sağlama almaktı. Buna bağlı bir amaç da dünya sistemine egemen olmaktı." (Noam Chomsky, Dünya Düzeni: Eskisi Yenisi)
Tüm dünya 11 Eylül saldırılarının şokunu yaşarken, o henüz on altı yaşında bir ergendi. Amerika Birleşik "Şirketleri" Devletlerinin kendi iç hesaplaşmasının ve Soğuk Savaş bittikten sonra doğan boşluğun küresel sistemindeki fay hatlarında biriktirdiği enerjiyle oluşan kaosun son merhalesi 11 Eylül olurken, yeni bir yüz yılın miladı olan olayın failleri de on altı yaşındaki "kral adayı"nın ülkesinin vatandaşlarıydı. CNN tarafından evlerimize adeta bir "oyun" gibi sunulan I. Körfez Savaşı'nda muhtemelen sarayın odalarında atari oynayan o isim, henüz Savunma Bakanı olduğu 2015 yılında ABD mahreçli diplomasi dergisi Foreign Policy tarafından "dünyanın en etkili kişisi" olarak duyurulacak olan Prens Muhammed bin Selman'dı.
BU BİR SUUD BAHARI MI?
11 Eylül olduğunda, bugün nüfusu otuz milyon olan Suudi Arabistan'ın vatandaşlarının en az yirmi milyonu ya henüz dünyada değildi ya da Muhammed bin Selman gibi on sekiz yaşın altındaydı. 11 Eylül meşum saldırıları başta Mezopotamya - Fergana Vadisi coğrafyası olmak üzere tüm Afro-Avrasya coğrafyasında yıkıcı sonuçlara yol açarken, Suudi vatandaşlarının 11 Eylül'de simge isim olarak taraf olması ve terörist etiketi damgalanması yönüyle de Suudi Arabistan'ı derinden etkilemişti.
90'ların ortalarında dönemin NATO Genel Sekreteri'nin "Sovyetler'den sonra NATO için birinci tehdit radikal İslâm olacak" şeklinde ilan edilen yeni savaşın aparatı olacak Taliban, El Kaide ve son olarak IŞİD gibi terör örgütlerinin finansörü, organizatörü ve belki de daha da önemlisi ideolojik hamisi Vahhabi Suudi Arabistan oluyordu. Küresel siyasetin aktörleri için Suudi Arabistan'ın en iyi ihraç kalemi olarak belki de petrolden önce bu radikal unsurların kullanıldığı projeler geliyordu. Soğuk Savaş'ta "Sovyet tehdidi"yle küresel manevralar yapılırken, şimdi onun yerine geçen "radikal İslâmcılar"la bu hamleler kolaylıkla yapılabiliyordu.
Hem ABD hem de Ortadoğu özelinde tüm dünya, Amerika'daki yeni muhafazakârlar olarak adlandırılan Siyonist soslu Neo-Con'lar tarafından başlatılan ve Vahhabi zihni arka planla kurgulanan örgütlerin bir araç olarak kullanıldığı savaşla şekillendiriliyordu. Suudi Arabistan için bu süreç, savaş ve savaş ihtimaliyle artan petrol fiyatlarıyla daha fazla zengin olurken tüm dünyada terörizmle birlikte anılması oldu.
Her ne kadar petrol kaynaklarına sahip olmanın getirdiği avantajlar olsa da, İran ve kısmen Rusya'nın olduğu gibi Suudi Arabistan'ın ekonomisi de "petrol-gaz uykusu"yla malul bir seyir izledi. İstihdamının üçte ikisini devlette çalışanların oluşturduğu, milli geliri büyük ölçüde devlete ait petrol şirketlerinin gelirlerine bağlı olan ve ekonomik adaletsizlik yaygınlaşırken bütçesinden hatırı sayılır bir oranda silahlanmaya ayıran Suudi Arabistan, mevcut durumunu orta ve uzun vadede devam ettiremez. Bu kadar genç nüfusa sahip bir ülkenin dünyaya kapalı baskıcı bir yönetimle ve iş imkânlarının kısıtlı olduğu ekonomik yapıyla gideceği yer ancak "Suud Baharı" olabilir.
Muhammed bin Selman ismi, öncelikle genç olması bir yana ekonomik ve sosyal hayatta Suudi Arabistan'ın "makûs talihi"ni değiştirmeye yönelik çıkışlarıyla öne çıkıyor. Batı medyası tarafından "önümüzdeki elli yıl Suudi Arabistan'ı yönetecek lider" olarak ısıtılan prensin yaşı bu anlamda Batı tarafından uzun dönemli bir planlamanın yapıldığını da işaret ediyor. Selman'ın siyasetteki geleceği, Suudi Arabistan'la birlikte bölgeyi de doğrudan etkilerken, Amerika'nın ve küresel sistemin güç katmanları arasındaki derin mücadeleyi de şekillendirecek.
Şİİ HİLALİNE KARŞI BİR GİRİŞİM
Suudi Arabistan 1970'lerde petrol fiyatları üzerinde yaptığı hamlelerle küresel ekonomide ciddi makas değişiklikleri yapmıştı. Önce Amerika'nın Sovyetler'e karşı "yeşil kuşak projesi"nde, sonra ise 1980'lerde başlayıp bugünlere kadar uzanan selefi hareketlerin küreselleşmesinde müteahhitliği üstlendi. Devasa petro-dolar fonlara sahip olan Suudi Arabistan, bir yandan Şii İran'a karşı stratejik konumlanmaya giderken diğer yandan Mısır'ı dengeleyerek Sünni Arap dünyasında liderlik yapma ihtiraslarını muhafaza ediyor. Selman figürü de, bir yandan daha 2015'te Savunma Bakanı'yken Yemen'de İran'la savaşla "kariyer"ine başlarken diğer yandan ülkesinin selefi hareketleri desteklemesinin sebebini 1979 İran devrimine bağlayarak "aşırı fikirleri bir yana bırakıp, ılımlı İslâm'a döneceğiz" ile yeni bir rol model olmayı hesaplıyor.
Suudi Arabistan'ın ne olacağı, daha doğru bir ifadeyle "ne olmasına karar verildiği" de hem bölgenin hem de küresel sistemin yapı taşlarını belirleyecek. Suudi Arabistan neyin "ılımlısı" veya "radikali" olacaksa, bu öncelikle doğrudan İran'ı da etkileyecek ve dönüştürecek. Daha şimdiden Lübnan Başbakanı Hariri'nin istifasının arkasında olduğu yönündeki iddialarla İran destekli Hizbullah'ı doğrudan karşısına alan Suudi Arabistan'ın İran politikası kritik önemi haiz.
ABD-SUUD BİRLEŞİK ŞİRKETLERİ
Baba ve oğul Bush'ların Irak savaşları ve Obama yönetiminin İran'la yaptığı nükleer anlaşmayla şekillenen İran'ı "sisteme"dahil et-me politikası, bölgenin büyük bir bölümünde "Şii Hilâli" ile İran'a alan açılmasıyla sonuçlandı. İran tarafından Prens Selman ve Suudi yönetimi "aptallık"la itham edilse de, başta Irak ve Suriye olmak üzere göz göre göre İran'a yol veren bir küresel aptallık olduğunu da herhalde iddia etmiyorlardır. Vadettiği reformlar kısa vadede ancak "ılımlı Vahhabilik" olarak hayata geçebilecekken, Prens Selman'ın radikal Neo-Con'ların diliyle İran'la büyük çaplı bir savaşı pervasızca dile getirmesini nasıl anlamalıyız?
Bu sorunun cevabını, babasıyla birlikte Suudi Arabistan tarihinin en güçlü iki lideri olan Selman'ın Trump'la girdiği "ahbap-çavuş" ilişkisinde arayabiliriz. Amerika ile 400 milyar dolarlık silah anlaşması, Trump'ın damadı Kushner'in Riyad'dayken Trump'la ağız dalaşına giren rakip prenslerin Selman tarafından azledilmesi, Suudi petrol şirketi Saudi Aramco'nun yüzde 5'inin satılacak olmasına Trump'ın sosyal medyadan verdiği destek gibi simgesel olaylar "Trump'ın Amerikası"nın Selman'ın doğrudan arkasında olduğunu gösteriyor.
ABD'nin Suudi Arabistan ve İran üzerinden vereceği "radikal-ılımlı İslâm" kararı bir yana, Prens Selman'ın vadettiği ekonomik ve sosyal reformların arkasında durup durmayacağı da nasıl bir gelecek tasavvurunda olduğu yönünde işaret fişekleri olacak. Trump'la birlikte iyice alevlenen liberal ekonomilerle devlet kapitalizmi mücadelesi tartışmalarında, Suudi Arabistan "konservesi"nin de artık gaz tehlikesine karşı açılması gerektiğine karar verilmiş görünüyor.
Putin'li Rusya'nın devlet kapitalizminin Trump'ın "Amerika Devletlerinin Birleşik Şirketleri"yle birlikte saf tutmaya başladığı küresel konjonktürde, Suudi Arabistan'ın da "genç ve dinamik prens"in öncülüğünde yapacağı ekonomik reformlarla Trump'lı Amerika ile ortaklık kurmaya hazırlandığı anlaşılıyor. Geçtiğimiz nisan ayında prens tarafından ilan edilen "2030 Vizyonu" ile devlet kapitalizmi şemsiyesinde kısmi açık ekonomide kararlı olduğunun sinyali verildi. Bölgedeki komşu ülkelerde kurulan "şehir devletleri"ne karşı bir cazibe merkezi olmayı hedefleyen Selman'ın beş yüz milyar dolarlık mega kent NEOM projesi de "terörizme destek veriyor" diye suçladığı bu anlamdaki rakibi Katar'a karşı bir hamle olarak okunabilir. Prens Selman ülkesinin kurucusu İbn Suud'dan sonra ilk kez monarşiyi güçlü bir şekilde merkezileştirebilir. Her ne kadar eğitimini ülkesinde tamamlasa da, hem İran konusunda hem de "ılımlı İslâm" talepleriyle FETÖ-Vahhabi sentezi bir din anlayışına evrilerek radikal Neo-Con'ların projelerinde rol kapmaya çok heveslenirse, "ılımlı" son Vahhabi de olabilir.
Mısır'da seçimle gelen Mursi'nin askeri darbeyle devrilmesine ses çıkarmayan, Suriye'de küresel istihbarat operasyonu IŞİD'i sahaya sürerek Esed'i ayakta tutan Batı için iddia ettiği tüm değerler "tarihin sonu" kertesinde.
Muhammed bin Selman, tarihin değil hataların tekerrür ettiğini anlamak için dedelerinin tarihini okumaya başlayabilir.
STAR-Açık Görüş
Cengiz Sözübek