DEAŞ dünya siyasetinin ve birçok ülkenin tehdit algısının son dört senesine damgasını vurmuş bir terör örgütü. Afganistan cihadından bugüne çatışma bölgelerinde varlık gösteren Selefi-cihadi akımın bir saçaklanması olsa da kendine özgü dünya görüşü ve taktikleriyle ana akımdan ayrıldı ve tarihin en "başarılı" terör örgütlerinden birisi oldu. İdeolojik geçmişi Afganistan cihadına kadar uzanan ve köktencilik ve aşırılık bakımından el-Kaide'yi geride bırakan ideolojisinin şekillenmesinde Irak savaşı önemli rol oynadı.
Beşşar Esed rejiminin katliamlarının zemin hazırladığı Suriye ayaklanmasından ve Nuri el-Maliki'nin Irak'taki mezhepçi iktidarının yarattığı boşluktan yararlanarak Irak ve Suriye'de geniş bir alanı kontrol altına alan DEAŞ diğer terör örgütlerinin birçoğundan farklılaştı. Diğer terör örgütleriyle karşılaştırıldığında, DEAŞ güvenlikten eğitime ve sosyal hizmetlere kadar farklı alanlarda işleyişini sürdüren oldukça hiyerarşik bir bürokrasi inşa etti ve zengin maddi kaynaklar elde ederek dünyanın en zengin terör örgütlerinden birisine dönüştü. Bir Irak fenomeni olarak ortaya çıkan DEAŞ, Suriye'de kendisini konsolide etti ve burada topladığı güçle önce Irak ardından başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın değişik noktalarında operasyonel kabiliyet kazandı.
Sahve yıllarında Irak'ta yer altına çekilip geçici olarak düşük bir profil çizen DEAŞ, ilk olarak el-Kaide'nin Suriye kolu olan Nusra Cephesi'nden militan devşirdi; sonrasında ise Suriye'de sahip olduğu saha hakimiyetini genişletmek amacıyla Suriyeli muhaliflere karşı savaştı. Bu arada, örgüt muharebe gücünü bölmemek ve kendini Suriye'de güçlü bir aktör haline getirmek için stratejik önemi haiz alanlar haricinde Esed rejimiyle çatışmaya girmekten kaçındı.
DEAŞ İLE REJİM ARASINDA 'CENTİLMENLİK ANLAŞMASI'
Bu süreçte Esed rejimi Suriyeli muhaliflere karşı verdiği mücadelede DEAŞ'ı kullanabileceğini anladı. Yani DEAŞ Suriyeli muhalifleri hedef alıyor, enerji ve mühimmatlarını tüketiyor ve onları birden fazla cephede eş zamanlı olarak savaşmaya zorluyordu. Dahası, DEAŞ'in Suriye'ye girişi muhaliflerin uluslararası kamuoyundaki imajına rejimin tek başına yapamadığı kadar zarar vermişti. Bu durum rejim ile DEAŞ'in geçici bir centilmenlik anlaşmasına varmalarına yol açtı.
DEAŞ uluslararası medyadaki şu anki tanınmışlığını Irak'ın ikinci en büyük kenti Musul'u hızlı bir şekilde ele geçirmesine borçlu. Musul'da ele geçirdiği devasa finans kaynakları ve askeri ekipman sayesinde örgütsel kapasite anlamında düzey atlayan DEAŞ, sahip olduğu medya organlarında sergilediği şiddet pornografisiyle uluslararası toplumunun baş düşmanı oldu. Örneğin, Esed rejiminin kimyasal silah kullanıp kırmızı çizgileri ihlal etmesine karşı dahi her tür askerî müdahale seçeneğini reddeden Amerikan yönetimi, hiçbir stratejik önem taşımayan Türkiye sınırındaki Ayn el-Arab (Kobani) kasabasının DEAŞ'ın eline geçmesiyle örgüte karşı uluslararası bir koalisyon ile askerî harekat başlattı.
BİR MEŞRUİYET KAYNAĞI OLARAK DEAŞ'LA MÜCADELE
DEAŞ'e karşı başlatılan bu savaş yerel aktörlere bulunmaz bir fırsat sundu ve bu aktörler örgüte karşı savaşa katılıp iki temel hedefe ulaştı: uluslararası camianın desteğini almak ve hem yerel nüfusun hem de uluslararası toplumun gözünde meşruiyet kazanmak.
PKK'nın Suriye kolu YPG ve İran'ın etkisi altındaki Haşdi Şabi bu şekilde ABD ve diğer koalisyon devletlerin desteğini alarak DEAŞ'e karşı mücadeleye başladılar. Amerika Asaib Ehl el-Hak gibi bazı Iraklı gruplarla eski düşmanlıklara son verdi ve YPG gibi Amerikan yardımı alan bazı grupların yine bizzat Amerika tarafından terörist ilân edilen örgütlerle sıkı bağlantıları olduğu gerçeğini görmezden geldi. Aralarında ABD'nin de bulunduğu pek çok aktör mücadelede önceliğin DEAŞ'ı yenmek olması gerektiğini ileri sürerek DEAŞ'ı var eden temel sebepleri ve örgütün Suriye ile Irak'ta gücünü pekiştirdiği elverişli zemini göz ardı etti; sonuç olarak İran, Esed rejimi ve YPG kendi nüfuz alanlarını ve saha hakimiyetlerini genişletip bu stratejiden ciddi manada istifade etti.
DEAŞ yalnızca Irak ve Suriye'de aktif olmadı. Bilâkis örgüt bu ülkelerdeki gücünü pekiştirdikten sonra Libya, Yemen, Mısır, Suudi Arabistan, Cezayir, Afganistan, Kuzey Kafkasya ve Nijerya'da irili ufaklı gruplar DEAŞ'a biat etti. Irak ve Suriye dışında DEAŞ yalnızca Libya ve Nijerya'da saha hakimiyeti sağlamış olmakla birlikte örgütün sempatizanları Avustralya'dan ABD'ye kadar geniş bir coğrafyaya dağıldı, dünyanın her yanından yabancı savaşçı devşirdi.
Suriye'de adını duyurmaya başladığı 2013 senesinin sonlarından Eylül 2014'teki Ayn el-Arab çatışmalarına kadar hızla güç ve etkinlik basamaklarını tırmandı ve hem Irak'ın hem de Suriye'nin siyasi, demografik ve ekonomik yapısını şekillendirdi. Uluslararası Koalisyonun hava saldırılarıyla başlayan yeni süreçte ise Türkiye'nin Fırat Kalkanı Harekatı ve rejim yanlısı bloğun sahra ve Deyr ez-Zor operasyonlarıyla Suriye'de; Irak ordusunun ve milis güçlerinin uluslararası koalisyonun hava desteğiyle yürüttüğü başta Musul operasyonuyla Irak'ta saha hakimiyeti tedrici olarak çözülmeye başladı. Bu süreçte Suriye'deki "başkentleri" Rakka'yı ABD destekli PKK'ya; Irak'taki kalpleri Musul'u ise Irak ordusu ve milis güçlerine kaybettiler. Mevcut durum itibarıyla Irak-Suriye sınırında gücünün zirvesindeki saha hakimiyetiyle kıyaslanmayacak derecede küçük bir bölgeyi kontrol eden DEAŞ'ın akıbeti sadece Irak ve Suriye'yi değil; dünyanın birçok ülkesini yakından ilgilendiriyor.
DEAŞ TAKTİK VE MEKAN DEĞİŞTİRİYOR
Zira yaşadıkları mağlubiyet sebebiyle odakları Irak ve Suriye'den dışarıya doğru yayılıyor; bu da önümüzdeki dönemde Irak ve Suriye dışındaki ülkelerde değişik metotlarla ve aktörlerle saldırılar düzenleyebileceklerine işaret ediyor. Ülkelerine dönen yabancı savaşçılar ve savaş bölgelerine gitmeseler de uzaktan radikalleşme süreçlerini tamamlayan sempatizanlar bu saldırıların failleri olacak. Irak ve Suriye'deki mağlubiyetin verdiği hayal kırıklığı ve mesiyanik vaadin gerçekleşmemesinin verdiği bilişsel uyumsuzluk, ülkelerine dönen ve istihbarat örgütlerinin radarlarına şimdiye kadar takılmayan yabancı savaşçıları patlamaya hazır birer mayın gibi toplumun içine atacak. "Hayali hilafetin" çöküşünün faturasını dışarıya keserek bir taraftan bilişsel uyumsuzluklarını teskin etmeye diğer taraftan da DEAŞ fikrinin devam ettiğini göstermeye çalışacaklar.
DEAŞ ve seleflerinin uzun geçmişinde saha hakimiyetine sahip bir terör örgütü olarak faaliyet gösterme deneyimi uzun bir döneme isabet etmemekte. DEAŞ'ın saha hakimiyeti olmadan, bazen yeraltından bazen de alenen klasik manada terör örgütü olarak faaliyet gösterme deneyimi daha yüksek. Bu sebepten saha hakimiyetinin çözüldüğü yeni dönemde DEAŞ alışık olduğu klasik terör stratejisini gerilla taktikleriyle, bombalı saldırılar düzenleyerek, araç saldırıları ve silahlı saldırılarla birçok farklı noktada uygulamaya koyacaktır. Nihayetinde hayatta kalma becerisi yüksek olan bir örgütten bahsetmekteyiz ve sapkın bir fikir olarak DEAŞ, DEAŞ ismiyle olmasa da maalesef hayatta kalacak.
DEMOGRAFİK DOKU ZARAR GÖRDÜ
Bununla birlikte DEAŞ'la mücadelenin askeri metotlarla sınırlandırılması, mücadele aracı olarak PKK gibi terör örgütlerinin ve Haşd-i Şabi gibi mezhepsel tonları yüksek milislerin kullanılması bir fikir olarak DEAŞ'ın hayatta kalma ihtimalini artırdı. İlaveten mücadele sırasında Rakka ve Musul gibi birçok şehrin büyük yıkıma uğraması, bu şehirlerdeki demografik dokunun bozulması ve siyasi hassasiyetlerin çiğnenmesi de DEAŞ'ın bitirilmesinin önündeki engellerden oldu.
Örneğin Arap asabiyesinin güçlü olduğu Rakka'da şehrin göbeğine terör elebaşısı Öcalan posterleri asan bir örgüt tarafından yönetilmek birçok Rakkalıyı rahatsız etmekte. Bu rahatsızlıklardan istifade etme becerisi en fazla olan örgütlerden birisi DEAŞ'tır. Diğer bir deyişle DEAŞ'la mücadeledeki yüzeysellik ve yanlışlar, DEAŞ ve türevlerinin istifade edeceği yeni çatışmaları ve güç boşluklarını doğurabilir.
DEAŞ'ın güçlenmesiyle devlet yapılarının çökmesi arasında güçlü bir ilişki var. Örgütün operasyonel merkezinin Suriye ve Irak gibi iki başarısız devlet olması tesadüf değil. Bu sebepten şimdiye kadar DEAŞ'la mücadelede yapılan yanlışların terk edilmesine ek olarak devlet yapılarının konsolide edilmesi; toplumsal barışın, güç paylaşımının ve refahın bölüşümünün sağlanması; demografik yapıların korunması; istihbarat alanında uluslararası işbirliğinin yapılması ve ayrım gözetilmeden terör örgütlerine karşı ortak mücadelenin ortaya konulması hem bir fikir, hem de örgüt olarak DEAŞ'la gerçek anlamda mücadelenin olmazsa olmalarıdır.
Dr. Ufuk Ulutaş, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi ve SETA Vakfı Dış Politika Direktörü