Her şey 2003 yılında 18 Ekim Cumartesi günü, dönemin T.C. Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Aliya İzetbegoviç'i Saraybosna'daki hastanede ziyareti ile başladı. Hiçbir resmi programda yer almayan bu sürpriz ziyaretin ertesi günü Boşnak lider ebedi aleme göçtü. 14 yıl sonra efsane liderin vefat yıl dönümüne tesadüf ettirilen, hayatını ve mücadelesini anlatan TV dizisinin galasında, Cumhurbaşkanı Erdoğan, İzetbegoviç'le arasında geçen emanet ile ilgili diyaloğu gündeme getirdi. Daha önce emanet diyaloğu kamuoyuna yansımış ancak bazı cılız tepkiler dışında fazla konuşulmamıştı. Bu sefer öyle görünmüyor. Emanet tartışması Bosna'nın sınırlarını aşarak dünyanın tartıştığı bir konu haline geldi. ABD'den İstanbul'a kadar geniş bir alanda emanet tartışmasının sürdüğüne şahit oluyoruz.
23 Ekim günü Ankara'da Cumhurbaşkanlığı külliyesinde TRT'nin çektiği ALİYA isimli TV dizisinin galasında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bir kere daha "Aliya Bosna'yı bize emanet etti" demesi ile emanet tartışması dünya gündemine oturdu. İçinde yaşamalarına rağmen Bağımsız Bosna-Hersek devletinin varlığını istemeyen, ırkçı-ayrılıkçı kesimler tepki göstermekte gecikmediler. Onlar Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Bosna'dan emanet olarak bahsetmesini, Türkiye'nin başka bir ülkeye müdahalesi gibi görüyorlar ve öyle göstermeye çalışıyorlar. Bir asırdır Boşnak milletine zulüm ve soykırım yapmayı kendilerine ait bir hak gibi görmeye alışmışlardı. Zagreb ve Belgrad basınında da bu manaya gelen yayınlara rastladık. Ancak Belgrad yönetimi Kosova ile Katalonya olaylarını paralelleştirme çabaları sebebiyle bu konuya beklendiği kadar yer veremedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın emanet açıklamasına en sert tepki ne yazık ki Bosna'nın içinden geldi. Bosna'da medya tekeli oluşturarak, tüm ülkeyi rehin almaya çalışan 'Avaz' isimli günlük gazetenin sahibi sermaye grubu, Türkiye düşmanlığında sınır tanımamaktadır. Bosna'da yerleşik FETÖ terör örgütü ile tam işbirliği içinde, her gün manşetlerden Türkiye'ye yönelik nefret söylemi ile tanınan bu yayın organları, emanet tartışmalarında ABD ve BiH yüksek temsilcisi Valentin İnzko'yu kullanmaktan çekinmedi. Saraybosna'da yayınlanan malum medya tekeline ait günlük DNEVNİ AVAZ gazetesinin 9 Kasım tarihli nüshasında yüksek temsilci Valentin İnzko'nun ağzından Bosna'nın Türkiye'ye değil de, ABD'ye emanet olduğu manşetten verildi. BM Güvenlik Konseyine bağlı Barış Uygulama Konseyi (P. İ.C.) toplantısı için New York'ta bulunan V. İnzko'dan alınan bu demeç ABD'nin görüşü gibi sunulmaya çalışılmaktadır. Bu tekelci medya gurubu her fırsatta ABD'den güç aldığı mesajı ile nüfuz istismarı yapmaya devam ediyor.
TÜRKİYE'YE HER GÜN SALDIRAN BU ADAM KİM VE NE YAPMAK İSTİYOR?
90'lı yılların başında savaş sırasında Saraybosna'ya Karadağ'dan beş parasız bir muhabir olarak gelip yerleşen Fahrudin Radonçiç ele geçirdiği varlık sayesinde günümüzde Bosna'nın en zengin 2-3 kişisinden biri seviyesindedir. Kısa zamanda bu kadar servete nasıl sahip olduğu, kamuoyunda sürekli sorgulanan bir konudur. 10-12 yıl gibi kısa bir zaman periyodunda bu kadar zenginleşmenin meşru yollarla mümkün olamayacağı bellidir. Ona bu kadar mal mülk sahibi olmanın yolu nasıl ve kim tarafından açıldı? Bu sorunun cevabını bilmiyoruz, ancak iş hayatında ve siyasette yaptığı uygulamalarla, onun Bosna-Hersek ve Boşnaklara yönelik yıkıcı işler yaptığı gün gibi aşikardır. Hiçbir gerekçe yokken sürekli Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'a saldırması gerçek niyetini ortaya koymaktadır. 2014 seçimlerinden önce eşi ile şüpheli bir şekilde boşandığı, ne kadar gizlemeye çalışsa da bilinmektedir. Bu yolla üzerine kayıtlı servetin sorgulanmasından kaçtığı, siyaseten temiz görünmeye çalıştığı iddiaları yaygındır. Halbuki gerçekler hiç de onun göstermeye çalıştığı gibi değil. Saraybosna'nın şaibeli suç şebekeleri ile işbirliği içinde olduğuna dair deliller ortalığa saçılmıştır. Ramiz Delaliç cinayetinde, azmettirme suçu ile Priştina'daki yargılaması devam etmektedir. 2009 yılında kurduğu parti ile siyasete atılan F. Radonçiç uzun bir dönem yakın arkadaşlık yaptığı Bakir İzetbegoviç'e rakip olmuş, Cumhurbaşkanlığı konseyine Boşnak Milleti temsilcisi olarak girmek istemiş olup en fazla oy alan üçüncü siyasi parti konumuna yükselmiştir. 2014 yılındaki seçim kampanyasında Bakir İzetbegoviç'in rahmetli anne ve babasına karşı yürüttüğü çok çirkin kampanya hala hafızalardan silinmiş değil. 2018'de yapılacak seçimlerde Bakir İzetbegoviç'in yerine geçmek için her türlü manevrayı çevireceği söylenmektedir.
Suçlandığı yolsuzluklardan kurtulmak ve haksız servetini legalize etmek, aklamak için siyasi otoriteyi de ele geçirmek ve dokunulmazlık zırhına bürünmek onun için tek çıkış yoludur. Ancak kendini meşrulaştırma çabaları arasında Bosna-Hersek'e ve Boşnaklara çok ciddi zarar verdiği gibi, daha fazlasını verebilme ihtimali de oldukça yüksektir. 2014 yılının şubat ayında içişleri bakanlığı koltuğunda oturduğu sırada bazı hükümet binalarının yakılıp yıkılması, hatta bazı devlet binalarındaki arşivlerinin imhası ile sonuçlanan, Türkiye'deki Gezi Parkı benzeri isyanın gizli organizatörünün, Radonçiç olduğu dilden dile konuşulmaktadır. Söz konusu isyanı yapanların, hiçbir soruşturmaya uğramaması, hatta gözaltına bile alınmaması bu ihtimali güçlendirmektedir. Tasarrufu tamamen şahsına ait olan medya tekeli ve finansal güçle, seçmeni etkilemeye ve Boşnak milletini parçalayıp bölmeye devam etmektedir. Yüzde 50'ye yakın işsizliğin hüküm sürdüğü Bosna'da seçmenleri yalan vaatlerle kandırmak ve manipüle etmek maalesef kolaydır. Bosna-Hersek devletinin en sadık dostu Türkiye'nin, bölgedeki etkisinin önünü kesmek, ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'la işbirliği yapan SDA dahil herkesi itibarsızlaştırıcı bir yayın politikasının etkileri en aşağı yüzde 10-12'lik bir seçmen kitlesini yönlendirmeyi başarmaktadır. Armin Cibra adlı kişi Radonçiç'in yanında uzun yıllar çalıştıktan sonra, yolsuzluklara daha fazla dayanamayarak ayrılmak zorunda kalmış, sonrasında yaşadıklarını kitap halinde kaleme almıştır. Söz konusu kitapta, mafya babası olarak adlandırılan F. Radonçiç'in karanlık faaliyetleri uzun uzun anlatılmaktadır… Türkiye aleyhine yaptığı yayınların kaynağı FETÖ'nün yayın organı Today's Zaman'dır. Bu yalan makinasının haberleri otomatik olarak tercüme edilerek yayına sokulmaktadır.
Türkiye'nin bölgede artan etkisinden rahatsız olan komşularla ve hasım güçlerle ittifak içinde hareket eden bu yapının günümüzde Bosna-Hersek için en büyük tehdit olduğunu söyleyebiliriz. AB'nin ve Avrupa'nın içinden geçtiği kriz ve yükselen ırkçı-İslamofobik eğilimler Bosna'yı da olumsuz etkilemekte, bölgede zaten mevcut olan ırkçı oluşumlara daha da cesaret vermektedir. Bosna-Hersek'in istikrarına ve gelişmesine sürekli engel olan ırkçı ayrılıkçı Sırp yönetimi (SNSD M. Dodik ) şimdilerde Hırvatları da yanına alarak 2018 seçimlerine gidilirken Bakir İzetbegoviç'i köşeye sıkıştırma siyaseti izlemektedir.
Yazımızı bitirmeden önce başlığımız olan emanet konusuna dönmek istiyorum. Emanetin özünde birbirine inanan kişilerin kıymetli bir şeyi yekdiğerine, korunmak üzere teslim etme işlemi vardır. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Aliya İzetbegoviç arasında geçen işlem daha çok sembolik olup, yeri ve zamanı ise fevkalade özeldir. Aliya İzetbegoviç ölümüne saatler kala, Bosna-Hersek devletini ve Boşnak milletini Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a emanet etmiştir.
Aliya İzetbegoviç'in Bosna'yı emanet etmesine karşı çıkanların kim olduğuna bakarsanız buna neden ihtiyaç duyduğu ortaya çıkar. Osmanlı'nın bölgeden ayrılmasından bu tarafa sürekli soykırıma uğrayan bir türlü rahat yüzü görmeyen Boşnak milletinin güçlü bir himayeye ihtiyaç duyması kadar doğal bir şey olamaz. Bu haminin kim olduğu değil, Boşnak milletinin bir daha soykırıma uğramaması, insan gibi yaşaması önemli. 2003 yılının eylül ayında, dönemin ABD Cumhurbaşkanı Bill Clinton, Srebrenica soykırım anıtını açmak için Bosna'ya geldi ve hastanede Aliya İzetbegoviç'i ziyaret etti. Bu jestleri için ABD ve Bill Clinton'a müteşekkiriz. O yıllarda ABD ve Başkan Clinton'ın destek ve hizmetlerini hiçbir Bosna-Hersek vatandaşı unutmaz. Bugün de ABD, Bosna-Hersek'in bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü savunmaya devam etmektedir. Bosna'ya destek konusunda Türkiye ve ABD rakip değil ortaktır. Bunun değerinin farkındayız. Ancak doksanlı yıllarda BM'nin sözde güvenli bölge ilan ettiği Srebrenica'da yaşanan vahşi soykırım Boşnakların sürekli uyanık olmasını gerektirmektedir. Barış ve insan haklarını koruduğunu söyleyen uluslararası kurumlara, özellikle de BM'ye asla güvenilemeyeceği çok pahalı bir şekilde öğrenilmiştir. 1992 yılında bağımsızlığını kazanan Bosna-Hersek'in 1995 yılında Dayton'daki askeri hava üssünde ciddi bazı haksızlıkları kabul etmek zorunda bırakıldığını hiçbir Boşnak unutmuş değil. Bosna'nın kağıt üzerinde toprak bütünlüğü ve bölünmezliği tescil edilmiş olmasına rağmen S. Miloşeviç destekli soykırım canisi Bosnalı Sırplar, Dayton anlaşması ile, devlet içinde devlet sahibi kılınarak adeta ödüllendirilmişlerdir. 1995'ten beri her fırsatta Bosna-Hersek devletinden ayrılma tehdidi savuran Sırp yönetimi, devlet kurumlarını işletmemeyi adet edinmiştir. Özellikle Bosna'da tek polis gücünü kabul edeceğine dair imza atan Sırp yönetimi bu maddeyi uygulamamakta ısrar etmektedir. Soykırım cellatlarının silahlı üniformalı polis kıyafeti ile dolaşması vicdanları 20 yıldan fazla kanatmaya devam etmektedir. Soykırım kurbanı Boşnak kadınlar en sevdiklerinin katilleri ve tecavüzcülerle her gün yüz yüze bakmak zorundadır. Bu sebeplerle, Bosna-Hersek, başta AB ve NATO gibi kurumlarla bütünleşme konusunda komşularından geri kalmıştır. 2003 yılına geri döndüğümüzde Aliya İzetbegoviç'in Bosna'yı Türkiye'ye, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a emanet ederek ne kadar isabetli hareket ettiğini bugün çok daha iyi görüyoruz. BM, AB ve Batı dünyasının Suriye, Irak ve Ortadoğu'nun diğer ülkelerinde yaşananlara karşı gösterdiği insanlık dışı tavır, dünya barışının geleceği açısından hepimizi ciddi ciddi düşündürmekte, hatta dehşete düşürmektedir.
Davut Nuriler