Terk etmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Can paramparça…
Ve ellerim, kelepçede,
Tütünsüz, uykusuz kaldım,
Terk etmedi sevdan beni…
ANADOLU'YU VE İNSANINI ÖLESİYE SEVME TUTKUSU
Ahmed Arif, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü öğrencisiyken 1950'de Türk Ceza Yasası'nın 141. maddesine aykırı davranmak suçlamasıyla tutuklanır. 1952'de gizli örgüt kurma iddiasıyla yine tutuklanır. 2 yıl hüküm giyer. Cezaevi günleri sona erince Ankara'ya yerleşir. Ankara'daki gazeteler ve dergilerde teknik işlerle uğraşarak yaşamını kazanır. Gazetecilikten emekliye ayrılır. Tutsaklıkta bile şairi memleket hasretini terennüm etmekten alıkoyamaz. Yalnızlığını intak sanatı ile gidermeye çalışır.
Haberin var mı taş duvar?
Demir kapı, kör pencere,
Yastığım, ranzam, zincirim,
Uğruna ölümlere gidip geldiğim,
Zulamdaki mahzun resim,
Haberin var mı?
Görüşmecim, yeşil soğan göndermiş,
Karanfil kokuyor cıgaram,
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin…
"ANCAK HALKIMLA ÖVÜNEBİLİRİM"
Halkı ve sevdasından gayrısını övgüye layık görmeyen Ahmed Arif "Ben soyumla değil, ancak halkımla övünebilirim. Halkımdan gayrısını da övgüye layık görmem. Bir de sevgiliyi elbette… İlle de sevgiliyi…" diyor ve ona alçakça yöneltilen ayrımcı yaklaşımı en sert şekilde cezalandırıyordu.
"Aklıma gelmişken burada Afyon Lisesi'nde başımdan geçen bir olayı anlatayım. Lisede bir oğlan var. Bulgar göçmeni… Bizim sınıfın en yaşlısı taş çatlasa 20 yaşındadır; bu 30 yaşında… Bir gün sınıfın kapısındayız. Ya yatakhaneye gideceğiz, ya yemekhaneye ineceğiz. Kitaplarımızı, çantalarımızı topluyoruz. Dönüp de bana "Eşek Kürt" demez mi? Ben sobanın yanındayım. Sobanın pik kapağını kaptığım gibi suratına indirdim. Alnının ortasından, göz kapağından yanağına kadar indi kapak. Satır gibi… Ve oğlan düştü oraya. Hemen hastaneye götürdüler. Adı da Bulgar Hasan… Başmuavin Cemal Hoca, Cemal Tunaç beni çağırdı. "Nedi oğlum?" diye sordu. Dedim " Bunun ne hakkı var bana hakaret olsun diye böyle şeyler söylüyor." "Ben," dedim, "ailemle, memleketimle onur duyarım."
Ahmed Arif'in Güneydoğu insanının yaşamından kesitlerin açıkça görüldüğü şiirlerinde Anadolu'yu ve insanını ölesiye sevmesine şahit oluruz. Halk türkü ve deyişlerinden yararlanarak bu sevgiyi ortaya koyar. Tutukluluk günlerinin gerçeğine vurgu yaparken söylediği "benim orada bad-ı saba bile olamazdı. Çünkü kapalı bir yer, zincirli… Adı üstünde hücre… Ancak bir somya sığıyor. Onun da önünde otuz santimetre bir boşluk ya var, ya yok" ifadelerinin Anadolu insanının bir özleyiş olarak şiirine girdiği şeklinde yoruma imkân vermektedir.
Memleket sevgisi, Arif'in şiirlerinde imgesel olarak birçok sınırı ortadan kaldırır.
Dağlarının, dağlarının ardı,
Nasıl anlatsam…
Ağaçsız, kuşsuz, gölgesiz,
Çırılçıplak,
Vay kurban…
"Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda."
Yiğitlik, sen cehennem olsan da bile
Fedayı kabul etmektir,
Cennet yapabilmek seni,
Yoksul ve namuslu halka.
Bu'dur ol hikâyet,
Ol kara sevda.
Seni sevmek,
Felsefedir,
kusursuz.
İmandır, korkunç sabırlı.
İp'in, kurşun'un rağmına,
Yürür, pervasız ve güzel.
Sıradağları devirir,
Akan suları çevirir,
Alır yetimin hakkını,
Buyurur, kitabınca…
EN BÜYÜK KAYGISI VATAN SEVGİSİ
Şairin en önemli ve sürekli hasretinin kendi vatanında garip ve kendi vatanında tutsak yaşamasıdır. Vatan sevgisi onun kaygılarının en büyüğüdür. Çünkü bu duyarlılık beraberinde bir mücadeleyi getirecek, bu mücadele de, başkaldırı niteliğinde asi bir dil taşıdığından acı bir bedel ödetecektir. Lakin şair bunların hepsine hazırdır. O Türk şiirin en güzel örneklerini veremez; ancak vatanı sevmenin bedel ödemeye vesile olacağını yaşantısıyla örnekler.
Engereğin dişlerine işledim,
Ağu dişlerine
Oluklu, çentik…
Ve vurgun,
Gözleri bir çift cehennem
Burnuna kan tütmüş
Pars bıyığına…
Dağın pulat yüreğine işledim,
Şimşeğin masmavi usturasına
Sevdanı usul - usul Sevdanı mısra - mısra
Lo ben seni hapislerde sevmişim,
Ben seni sürgünlerde.
Yurdum benim Şahdamarım…
Kısaca Ahmet Arif, Anadolu coğrafyasında bir taraftan bir sürgün iklimi yaşarken diğer taraftan da sevgi metaforunun açılmasına imkân verdi. Ahmed Arif, "Ben büyük değilim. Halkımın sıradan ve gariban bir ozanıyım. Lütfen bunu belirt. Buna inanıyorum ve onur duyuyorum. Bazı adamlar "Son elli yılın en iyi kitabını ben yazdım." diyorlar. O, kendi iddiası muhteremin… Nazım Hikmet'in memleketinde böyle laflar edilir mi?" sözleriyle tevazuyu hiç elden bırakmadı. (Kaynak: Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Ahmet Arif'in Şiirlerinde Anadolu Sevgisinin Yansımaları)
ANADOLUYUM
Beşikler vermişim Nuh'a
Salıncaklar, hamaklar
Havva Anan dünkü çocuk sayılır
Anadoluyum ben
Tanıyor musun?
AHMED ARİF'İN BİLİNMEYENLERİ
Ahmed Arif çocukluğundan itibaren hep adaletin peşindeydi, zerre haksızlığa tahammül edemiyordu. Hele sevdikleri söz konusuysa bu daha da şiddetli olurdu. Çocuk yaştan itibaren çeşitli bölgelerde yaşamasının bir getirisi olarak Arapça, Zazaca ve Kürtçe dillerine fazlasıyla hâkimdi. Bu sebeple çocukluğunda ilginç bir iddianın başkahramanı olacaktı. Kerküklü Ahmed için iddiaya girilmişti...
"Çok iyi hatırlıyorum. Biz oyun oynuyoruz, üç tane adam bahse girmişler. Üç adam ama biri Arap, biri Kürt, biri de Zaza… Biri diyor ki beni göstererek "Bu çocuk Arap…" Öteki diyor ki: "Yok yahu, bu çocuk Kürt…" Üçüncüsü "Bu, ne Arap, ne de Kürt... Bu çocuk Zaza" diyor. Biz oynuyoruz, onlar konuşmalarımızı dinliyorlar herhalde… Aralarında anlaşamayınca bir esnafa soruyorlar, "Bu çocuk nedir?" diye… Beş lirasına bahse girmişler. O zaman büyük para tabii. Esnaf "Üçünüz de yanıldınız" diyor. "Bu çocuk Türk…"
"Şunu söyleyeyim. Çocukluğumda öyle sanıyorum ki kendim için hiç kavga etmedim. Ama arkadaşlarım için, mahalle için, okul ya da sınıfım için çok kavga ettim. Bu benim yapımdan geliyor. Yani şimdi biri sana hakaret etse, biz gazinodayız, biz bir kahvedeyiz, parktayız, en çok senin ve senden sonra en yakın arkadaşın alınması lazım değil mi? Ben bugün gelip tanışmış olsam bile seninle, senden önce o herifi parçalarım."
KARDEŞLERİNİN İSİMLERİNİ KULAKLARINA OKUDU
Kardeşlerimin adını kulaklarına salavatla o okurdu, evin en büyük erkeği ismi koymak zorundaydı ve babası çoğu kez çölde ya da dağda olduğu için küçük Ahmed henüz 4-5 yaşlarına kardeşlerinin kulağına tekbirle adlarını fısıldardı.
Yetiştiği coğrafya sebebi çeşitli yeteneklere sahip olan Ahmed Arif henüz küçük bir çocukken at binmeye başladı. Ata binmekte çok mahir olan Ahmed Arif'in kesin bir tavrı vardı: "Çünkü ben, şahlanmayan ata binmezdim. Kısrak ise şahlanmaz."
GERİ VERİLMEYEN ŞİİRLER
Gençlik döneminde kaleme aldığı onlarca şiirin çoğu elinden uçup gitmişti, bunlar bazen bir kız arkadaş tarafından, bazen de polis tarafından alıkonuyordu.
"Defterler dolusu şiir vardı. Gecede 8-10 sayfa yazardım. Elbet kaliteli olanı vardı, olmayanı… Her biri bir kızda kaldı. Birçoğu da poliste… Geri alamadım, vermiyorlar…"
RÜYADA YAZILAN ŞİİRLER
Ahmed Arif özellikle geceleri şiir yazardı, gece saatleri en sevdiği saatlerdi. Gecenin de ötesine geçen şaire rüyasında mısralar geliyor ve şair gece kalkıp bunları kaleme alıyordu.
"Ben çocukluğumdan beri gece rüyamda şiir okurum, mısra söylerim."
Bu şiirlerden biri:
"Alnımızın aklığında puşt işi zulüm
Ve cânım yarı geceler
Çift kanat kapılarına karşı darağaçları"
YUSUF PEYGAMBER GİBİ ŞEREFLİ BİR DAVA İÇİN
Ömrünün en güzel yılları çeyrek ekmek verilen parmaklıklar ardında geçen şair polishane, kodes, dam kelimelerinden hiç hoşlanmazdı. Ahmed Arif hapislik mahpusluk yeri için en güzel ismin Makamı Yusuf olduğunu düşünür, o da Yusuf peygamber gibi şerefli bir dava için zindanlarda kaldığından bu tabire bayılırdı.
NİKAH ŞEKERİ NİYETİNE AHMED ARİF KİTAPLARI
Ahmed Arif şiirlerine ilgi o kadar büyüktür ki, bir öğretmen nikâhında şeker yerine satın aldığı 500 adet Ahmed Arif şiir kitabı dağıtır. Bunu öğrenen şair utançla karışık bir mahcubiyet yaşar. Bu ilgi kendini dergilerde de gösterir. Normalde 500 satan Soyut Dergisi Ahmed Arif'in şiir verdiği dönemde 3 bin adet satar ve şiirleri elden ele dolaşırdı.
Ahmed Arif, Hasretinden Prangalar Eskittim kitabının ilk aşamasında kitabın adını Dört Yanım Puşt Zulası koymak ister ancak bir dostunun uyarısı sonrası bundan vazgeçer kitabın adını Hasretinden Prangalar Eskittim koyar. Bunda da bir değişiklik vardır, zira Hasretinden Prangalar Eskittim değil çürüttüm olmalıdır ancak şair çürüttüm kelimesini kulak tırmalayıcı bulur ve bunu kullanmaz.
AHMED ARİF'İN EN SEVDİKLERİ
En Sevdiği Kitaplar: "Benim çok sevdiğim sarhoş olduğum kitaplar var. En başta Andre Malraux'nun İnsanlığın Hali… Bana kişilik veren, beni biraz çocukluktan, cahillikten kurtaran, dünyanın kaç bucak olduğunu gösteren bir kitaptır bu… Ben bu kitabı ilk okuduğumda devlet basmıştı. Nasuhi Esat, sonradan Nasuhi Baydar, o çevirmişti. Demek ki o zamanlar daha soyadı yokmuş… Okuduğumda tüylerim ürperdi. Bir şiir kitabı okur gibi okudum. Emile Zola, fakat özellikle Dostoyevski ve Tolstoy doyamadığım yazarlar."
En Sevdiği Müzik Eserleri: Beethoven'ın 9. Senfoni'si ve Schubert Dünyayı Dolaşan Şarkı'sı. Ayrıca "Bizim çocuklar, Filinta'nın yaşındakiler rock müzikle, heavy metal dedikleri bir müzikle uğraşıyorlar. Onlarda da bazı güzellikler sezmiyor değilim." demektedir.
Halk müziğine özel bir ilgi duyan şair hemşehrisi Şark Bülbülü unvanına sahip Celal Güzelses'e ve Ruhi Su'ya hayrandı.
En Beğendiği Tiyatrocu: Yılmaz Gruda "Yılmaz gibi yiğit kolay dünyaya gelmez."
En beğendiği yönetmen: Japon Akira Kurosava
Gençliğinde en sevdiği film: John Ford'un Gazap Üzümleri. Bu filmi bütün bir hafta tekrar tekrar izlemiştir.
En Sevdiği Yıldızlar: Sevgilisine benzediği için Rossana Podesta ve Lizabeth Scott'u çok beğenirdi. Yıldızlardan birinin sarışın diğerinin de esmer olması şair için de oldukça ilginç bir meseledir.
Erkek film yıldızlarından ise Humpbrey Bogart, Burt Lancaster, Yul Brynner ve daha sonrasında Marlon Brando'ya hayrandı. Türk yıldızlardan Hale Soygazi, Şener Şen ve Yılmaz Güney.
En İyi Yaptığı ve En Sevdiği Yemek: Mercimek Çorbası. Şair ayrıca kendi ekmeğini ve sütünü kendi alır, arada çiğköfte yapıp dostlarının kapısını çalardı. (Kaynak:Meçhul Dergi)