Necip Fazıl Kısakürek, ilk Cumhuriyet nesli şairleri arasında en trajik veya daha uygun ifadeyle en dokunaklı olanıdır. Bu bakımdan o, şiirlerinde bunalımlarını anlatan son kuşak şairlerine yaklaşır. Fakat onlara hayatı boş, karanlık ve karışık gösteren ruhi sıkıntı daha ziyade sosyal sebeplere bağlı görüldüğü halde; Kaldırımlar; şairin ızdırabı, daha çok ferdi ve metafizik mahiyet taşır.
O, bir mizacın şairidir
Kaldırımlar'da bu mizaç, en sanatkârane ifadelerinden birini buldu. Kaldırımlar'da dış alem, iç alemin objektif karşılığını, T. S. Eliot'un tabiriyle "objective correlative"ini teşkil eder.
Şiirin anatomisi
Kaldırımlar şiirinin almış olduğumuz birinci kısmı sekiz dörtlükten oluşuyor. İçerik, bir yürüyüş temposuna göre düzenlenmiş. Birinci dörtlükte şairi kaldırımda ilerlerken görüyoruz. İkinci parçada atmosferi daha karanlıklaştıran fırtına yüklü bir hava tasvir ediliyor. Üçüncü parçada şair dış alemin kendisinde uyandırdığı korkulu ruh halini tasvir ediyor. Dördüncü parçada, kaldırımların, şairin kendisi ve çilekeş insanlar için taşıdığı anlamdan bahsediliyor. Beşinci ve altıncı dörtlüklerde şair tekrar sokakta yürüyüşünü anlatıyor. Yedinci ve sekizinci parçalarda sokaklarda ölmek arzusu var.
Şiirin kompozisyonu, adeta gece sokaklarda tek başına giden, korkan, acı çeken bir insanın bazen yavaş bazen de koşarmış gibi yürüyüşünü hissettirmekte. Ustalıkla kullanılan tekrarlar, hem mekanik hareketi, hem de iç gerginliği ve sıkıntının yoğunluğunu veriyor. İçerik ve yapı arasında kurulan bu bağ şiirin en başarılı taraflarından birisi.
Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.
İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.
Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.
Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!
Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.
Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.
Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi...
Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında
Kaldırımlar'da şairin içinde bulunduğu dekor, neresi olduğu belirtilmeyen büyük bir şehrin sokaklarıdır. Şiir, şairi bu dekor ortasında gösteren bir mısra ile başlıyor.
Şairin hareket halinde olmasına rağmen bir üstü kapalı dar geçidi andıran karanlık dekor devam eder. Kaldırımlar ve sokak kelimelerinin sık sık tekrarlanmasıyla bu kasvetli mekan, şairin hayatına şekil veren bir kader haline geliyor. Onun dünyası bu dar sokak ve kaldırımlarından ibaret.
Şiirdeki bu tek mekan durumu okuyucuda bir psikolojik kasvet yaratıyor. Şiirde değişmeyen dekor, şairde aynı sabit ruh halini doğuruyor. Bunların yanında yalnızlık, korku ve ölüm duyguları da şiirde yoğun hissedilen duygular. Hatta şiirde baştan sona kadar bu duyguların birbiriyle bağını fark etmek mümkün.
Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim / Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları
Şiirde vakit gece yarısıdır. Şair nasıl kendi hayatıyla kaldırımlar arasında sıkı bir ilişki kurmuşsa adeta karanlıklarla da birleşmiş gibi. Şair, aydınlığı sevmemekte.
Karanlık sokaklar, yalnızlık ve korku duygusu ona ölümü cana yakın gösteriyor. Şiirin son dörtlüğü de şairdeki ölüm arzusunu en güzel şekilde aktarıyor.
Şehrin ortasındaki yalnızlık
Türk edebiyatında büyük şehrin ortasında insanın yaşadığı yalnızlığı bu kadar yoğun ve kuvvetli olarak anlatan pek az şair var. Kaldırımlar'da belli olmayan bir büyük şehirde tek başına kendi trajedisini yaşayan bir insanın ruh hali söz konusu. Türk edebiyatında ilk defa Necip Fazıl bu duyguyu dile getirdi.
Kaldırım ve anne
Kaldırımlar şiiri üç parçadan ibaret. Biz buraya sadece başlı başına bir bütün teşkil eden birinci kısmı aldık. İkinci parçada şairin temel duygusuna eklediği yeni unsur hürriyet kavramıdır. Ancak toplumsal değil kişisel hürriyet olduğunu belirtmek gerek. Bu hürriyette dünyaya ve insanlara bağlayıcı özgürlük değil onları reddeden bir özgürlük var. Üçüncü parçada gece, bir kadına benzetilmiş.
Psikanalistler, ölüm arzusu ile anne karnına dönüş arasında bir münasebet buldular. Onlara göre dış alem karşısında alınan olumsuz tavır, çevre ile uyuşamayış, insanlarda bilinç dışı olarak bu isteği uyandırır. Necip Fazıl'ın geceyi bir kadına benzetmesi böyle bir arzunun neticesi olabilir. Ayrıca anneye dönüşün veya anneyle birleşme arzusunun Ödip kompleksi dolayısıyla büyük bir korku hissi doğurduğun da eklemek gerekir.
Trajedi ve ben
Necip Fazıl, sadece dışarıya bakışında değil iç aleminde de trajiktir. İçinde azap verici bazı karışık duygular, gece gündüz onu rahatsız eder. Kaldırımlar'da olduğu gibi daha birçok manzum ve mensur eserinde kendi iç trajedisini kainata ve topluma aksettirir.
Trajik duygularını dış aleme aksettirince işte orada bir cehennem hali alır. Bu suretle insan, dünyayı düşman olarak görmeye başlar ve onu yok etme ihtirasıyla yanar. Necip Fazıl'ın bu şiirinde ben'in kendi dışında olan varlıkları yok etme isteği daha açık ve kuvvetli hissedilir.
Necip Fazıl sadece duyan değil, tekniğine kuvvetle hakim olan bir şair
Bazı eserlerinde o, kelimelerle oynar, fakat oyunda kalmaz dili düşünce haline getirir. Kaldırımlar'ın üslup bakımından başlıca özelliği dış alem ve ruh hallerini anlatan kelime gruplarıyla hareketleri anlatan dengedir. Bu denge, şiirin iç yapısına dayanır. Dış alem sadece manzara olarak görülmemiş, insana etkisi bakımından da ele alınmış. Tasvir edilen dekor içinde, insanın hareketine de aynı derecede önem veriliyor. "Kara gökler", "kül renkli bulutlar" gibi dış aleme ait varlıkları objektif olarak belirten benzetmeler yanında sübjektif benzetmeler daha az.
Şair için sokaklar, dışarıda seyredilen bir şey olmaktan çok, yaşanan, var olan bir obje. Bu duyuş tarzı dış alemi değiştiren niteleyici benzetmeleri doğuruyor. Bazı mısralarda korkunun birsam (sanrı) yarattığını görüyoruz. Bilhassa üçüncü dörtlükte korkunun doğurduğu birsam çok canlı tasvir edilmiş.
Necip Fazıl, duygularına en uygun hayaller yaratmakta mahir olan bir şairdi. Onun şiirlerinde imajlar bir süs ve kelime oyunu değil, fonksiyonları olan, duyguların mahiyeti ve şiddet derecelerini ifade eden araçlardı.
Kaldırımlar'da mısraların kuruluşu dikkate şayandır. Her mısra kendinden önce ve sonraki mısraya bağlı olmakla beraber, tek başına da bir manzara veya ruh halini de tespit eden bir bütün. Ayrıca bu durum şairimizin, derli toplu, adeta formül halinde mısralar yazmaktan hoşlandığını da gösteriyor.
"Nesre soğukkanlı akıl, şiire his ve heyecan yakışır"
Şiirin vezin ve kafiyesi zayıf olsa da, bu yıkıcı kuvveti tutan estetik bir parmaklık görevi görür. Tehlikeli olan, şairin birçokları gibi olumsuz duygularını düzyazılarına da aktarması; hiddet, nefret ve ihtirasları objektif gerçekler yerine koymaya kalkmasıdır.
(Şiir Tahlilleri, Mehmet KAPLAN)