Muhyiddin İbnü'l Arabi üzerine ciddi çalışmalar yapan ilahiyatçı akademisyen Prof. Dr. Ekrem Demirli, Fütûhât-ı Mekkiyye üzerine seminerler vermeye devam ediyor. Klasik Düşünce Okulu'nda İbn Arabi'nin nasıl okunması gerektiğine yönelik eğitim veren Prof. Dr. Demirli'nin derslerinden önemli anekdotları sizin için derledik.
OSMANLI'DA ARABİ'YE İLGİ ÇOKTU
Osmanlı'da Arabi'ye hürmet çok, fakat okuma ilgisi yok. Tarihe baktığımız zaman İbn Arabi şu döneme kadar iyi okunmuştur diyemem. Müslümanların zihninde fıkıh ve kelam hakkında az çok bilgi var. Fakat tasavvuf hakkında belirgin bir fikir yok. Olmadığı gibi tasavvufun gerçeği nedir sorusuna ulaşmalarını engelleyecek çok yanılsama var. Örneğin; tasavvuf bilim değil, haldir demek bütünüyle yanlış cümledir, diyen Prof. Dr. Demirli; din bilimleri dini anlamak üzere kurulu. Dini, iman işi değilmiş gibi düşünüyoruz. Bunun içerisinde tasavvufu sanki kendine mahsus özelliği olan bir şey gibi düşünüyoruz. Din hakkında geçerli olan önermelerimiz, tasavvuf için de geçerlidir, açıklamasını yaparak şöyle devam etti:
"Bunları daha çok tasavvufu savunmak için söyleyenler var. Bu da doğru değildir. Mesela 'tasavvuf bir hal, zevk ilmidir' düşüncesi de doğru değildir. Başından beri böyle olsaydı tasavvuf içerisinde bu literatürün ortaya çıkmaması gerekirdi. Baktığımız zaman çok fazla eser ortaya çıkmıştır. Çok önemli kavramlar üretilmiştir. Güçlü bir dil oluşturulmuştur. Yani kelamda her ne olduysa tasavvufta da o olmuştur. Dolayısıyla bu cümle yanlıştır; fakat yanlış olması ortadaki algıyı değiştirmiyor. Tasavvuf haldir, anlatılamaz, aktarılmaz demek asla doğru değildir."
İBN ARABİ VE KONEVİ BENZERLİĞİ
Arabi eserlerine tasavvuf demek az kalır, Arabi metafiziği dememiz lazım, diyen Prof. Demirli, İbn Arabi'de dağınıklık hakimdir. Fütuhat-ı Mekkiyye'nin bir ansiklopedi değildir, orada güçlü bir ana fikir vardır ve bütün konular bu ana fikirle bağlantılıdır. Malzeme çok geniş ve dağınık olduğundan okuyanlar farklı temayüllere yönelebilirler. İbn Arabi'nin bir kitabını okursunuz, karşınızda ulema tipi vardır gibi bir şeyler öğrenirsiniz. Konevi'de bu pek mümkün olmayabilir. Onda sistemi ya anlarsınız ya anlamazsınız. Arada istifade edebileceğiniz pek bir şey olmaz. Arabi'de derinliğe doğru indikçe Konevi ile karşılaşırsınız. Konevi aslında derindeki yapıyı ortaya çıkartan kişidir. İbn Arabi sufi hâkimdir, sonra filozofluk tarafı öne çıkar. Konevi ise hâkimdir ama derine girdiğiniz zaman aslında sufilik tarafını da görürüsünüz. Bunun anlamı aslında ikisi de aynıdır, şeklinde bilgi verdi.
METAFİZİK YENİDEN KURULUYOR
İlgi alanınız metafizik ise Arabi ve Konevi okumamak mümkün değildir. Misal birden bir çıkar diye bir cümle var, bu cümlenin en iyi yorumcuları bu ikisi olur. İbn Arabi'lerle birlikte metafiziğin yeniden kurulduğunu göreceğimizi ifade eden Demirli, aslında gerçekçi bakarsak ilk kez kurulduğunu göreceğiz. Çünkü İbn Rüşd, Farabi gibi filozofların temel derdi bu değildi. Vahiyle metafizik arasındaki ilişkiyle ilgili temel bir sorunları yoktu. Gazalinin ciddi bir meselesi vardı ve o bu sorundan Metafizikle ilişkisinin kurulamayacağı neticesini çıkarttı. Konevi ve Arabi ise bunun kurulabileceğini söyledi, dedi.
YOKLUĞUN YOKLUĞUNDAN VAR OLMAK
Fütühatı Mekkiyye metnine giriş yapan Ekrem Demirli, eserin bütün hikâyesinin birinci cümlede yani "Hamd eşyayı yokluktan ve yokluğun yokluğundan… var etmiştir" cümlesinde olduğunu vurgular. İbn Arabi'nin düşüncesi için kullanılan vahdet-i vücud geleneğinde bu cümle önemli bir noktayı işaret eder. Cümlede geçen "yokluktan" ve yokluğun yokluğundan" kelimeleri, iki yöne sahip tek bir durumu göstermektedir. Arabi düşüncesinde bu tarz paradoksların çok olduğunu belirten Demirli, şöyle devam ediyor:
"Arabi paradoksları sever. Mesela insan düşünen canlıdır cümlesini eleştirir. Bunun bir tarif olmadığını söyler. Herkes düşünüyor, bu bakımdan her şey canlıdır yetmez, her şey akildir der. İbn Arabi'nin muhatap kitlesi metafizikçilerdir. Bunlar için eşyanın kaynağı imkândır. Peki, imkân ne demek? İmkân, varlığı ve yokluğu eşit olan şey demektir. Aslında değişik açıdan aynı kavrama gidiyoruz.
Bir diğer muhatap kitlesi ise kelamcılar olabilir. Kelamcılarda problem var, kelam eleştirisini çok kuvvetli olduğu kanaatindeyim. Konevi ile Gazali'yi karşılaştırırken, Gazali metafizikçileri tutarsız, kelamcıları yetersiz kabul etmişti. Konevi ise bunu ters çevirdi. Kelamcıları tutarsız metafizikçileri de yetersiz kabul etti. Bu çok önemli bir hadisedir. Bu nedenle Arabi'de kelam eleştirisi çok kuvvetlidir."
ARABİ'NİN AYAN-I SABİTE PROBLEMİ
İbn Arabi'nin düşüncesindeki en önemli problem Ayan-ı Sabite'dir. İbn Arabi'nin varlığı yorumlamasına vahdet-i vücud diyoruz. Vahdet-i vücud, konuşmaya müsait bir konu olsa bile ana fikir itibari ile 2 önermeye sahiptir, diyerek açıklamaya geçen Demirli şöyle devam ediyor:
"Birinci önerme, Cenab-ı Hakkın vücut olmasıdır. Buradaki yanılgı, genellikle vücut tanrının sıfatı olduğu için diğer kelam ekollerinde de bu böyle söylenebilir gibi düşünülür. Bir şeyin sıfat olması başka bir şeydir, Cenab-ı Hakk'a vücudu mutlak denmesi başka bir şeydir. Çok aşina olduğumuz vücut ifadesinin önermeye dönüştürülmesidir. İkinci önerme, eşyanın hakikati tanrının bilgisinde sabittir. Buna "el-ayan es-sabite fi'l ilmi'l-ilahi ilahi" diyoruz. İkinci önerme tasavvufu, felsefe açısından eleştirilir hale getirir. Son olarak, Yokluk ve yokluğun yokluğu bir yerde varsa bu kesin İbn Arabi'dir ya da İbn Arabi'yle ilgili birisidir. Dolayısıyla eleştireceksek buradan eleştirmemiz lazım. Yüceltirsek de buradan yücelteceğiz."
ARABİ'DE ANA YAPILAR ÇOK DEĞİŞMEZ
Tasavvuf tümevarımsal yerine tümdengelimsel dili inşa eden tek disiplindir. Tasavvufta tanrı vardı, esması nedeniyle âlem var oldu. Bu âlemin hikâyesi bizim hikâyemiz değil aslında. Biz ikincil takipçileriyiz. Bu âlemin hikâyesi aslında tanrının esmasının hikâyesidir diyen Erdemli, bu iş böyle kelime kullanımı meselesi değildir. Yapılar çok önemli, kelimeler değişebilir. Allah zuhur etti, tecelli etti, bunlar çok önemli değil. Arabi'de değişmeyecek olan ana yapılardır. Standart bir yapı vardır hiç değişmez. Doğrudan varlık niçin var sorusuna, çünkü tanrıdan dolayı diyerek başlamayı gerektirir.
Dolayısıyla Fütühatı Mekkiyye'nin girişi aslında elimizdeki kelam literatürüne bir reddiyedir. Çünkü tanrının varlığı hudüs deliliyle kanıtlanması gereken bir şey değildir.
BİRLİK-ÇOKLUK PROBLEMİ
Metafizik düşüncenin problemi birlik- çokluk problemidir. Zaten düşünmenin problemi budur. Dini düşünceye geldiğimizde ise birli çokluk problemi, artık tanrı-âlem ilişkisi haline geliyor. Çokluk dendiğinde mevzuyu ezdat (zıtlar) gibi düşünmek lazım, diyen Demirli, son olarak birlik-çokluk ifadesine ve bu ifadenin İbn Arabi tarafından nasıl yorumlandığına değiniyor. Demirli şöyle devam ediyor:
"Çünkü Konevi'nin kitabının ikinci kaidesi bunula ilgilidir. Diyelim ki mesela 'birden bir çıkar' ilkesini kullanacağız. Problem şurada başlıyor: 'Nasıl oluyor da sen, ben birbirimizden ayrışıyoruz? Tanrı mükemmelse nasıl oluyor da bu âlem noksan olarak ortaya çıkıyor?' Arabi'nin buna kayıtsız kalması mümkün değil. Birinci paragrafta, 'eşyayı Ayanı Sabite'lik hallerinde izhar eden Allah'a hamdolsun' dedik. Şimdi ise bunu niye yaptı diye sormamız lazım. Niçin var oldu? Bu zahmete niye gerek oldu? Madem bunu kendisi yaptı bu zıtlıklar niçin var?
Arabi, buna cevap olarak "tanrının esmasının farklılığı" der. Biz bunu ancak vahyi bir cevap kabul ettiğimiz ölçüde, cevap kabul edebiliriz. Burada tanrı fikrine ulaşmak yetmedi, bu nedenle biz tanrının esması denilen bir konuya gelmiş olduk."