Arama

Aranızda "Kaplumbağa Terbiyecisi" gören var mı?

Sanat, herkesçe farklı anlamlar barındıran bir dal. Elbette ki “Kaplumbağa Terbiyecisi” için de farklı görüşler meydana geldi. Kimine göre hiciv olan bu resim kimine göre Osman Hamdi’nin okuduğu bir makaleden aldığı ilham, kimine göre Osman Hamdi’nin hayata bakışını yansıttığı bir eser…Görünenin ötesinde bir ressam olan Osman Hamdi Bey'i ölümünün 109'uncu yılında sevgi, saygı ve rahmetle anıyoruz.

Aranızda Kaplumbağa Terbiyecisi gören var mı?
Yayınlanma Tarihi: 24.02.2019 10:36:59 Güncelleme Tarihi: 24.02.2019 11:34

Osman Hamdi Bey, bizim hafızalarımıza Osmanlı'da sanat alanını geliştiren ve yücelten biri olarak yerleşti. Osmanlı bir arkeolog olmasının yanında müzeci, ressam ve Kadıköy'ün ilk belediye başkanıydı. Rum asıllı Osmanlı sadrazamlarından İbrahim Ethem Paşa'nın oğlu, İstanbul Belediye Başkanı, müzeci, kimyager ve felsefeci Halil Ethem Bey'in ile nümizmat İsmail Galip Bey'in ağabeyiydi.

ARKEOLOJİ VE OSMAN HAMDİ

Osman Hamdi Bey, ilk Türk arkeolog olarak kabul edilir. Bağdat'ta ilk arkeolojik çalışmalarını yaptıktan sonra Osmanlı'da tarihi eserler yasa çıkarılmasını sağladı ve tüm arkeolojik çalışmaların kontrolünü üstlenerek modern arkeoloji bilimini Osmanlı'da temellendirdi.

Osman Hamdi Bey; Nemrut Dağı tümülüsünde, Lagina'da bulunan Hekate Tapınağında, Sayda (Sidon-Lübnan) da kral mezarlarında kazılar yapmıştı. Bu kazılar sonucunda bugün İstanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenen dünyaca ünlü 'İskender Lahitinin' de bulunması Osman Hamdi Beyin ulusal ve uluslararası alanda tanınmasını sağlamıştır.

Yaptığı arkeolojik çalışmalarla birçok devletin dikkatini başarısıyla çeken Osman Hamdi Bey; birçok Batı ülkesi –Fransa, Alman, Yunan, İspanyol- tarafından nişan ya da madalyaya layık görülerek ödüllendirilmişti.

TÜRK MÜZECİLİĞİNİN KURUCUSU

En önemli arkeolojik kazısı, 1887-1888'de gerçekleştirilen Sayda Kral Mezarlığı (Lübnan) kazılarında dünyaca ünlü İskender Lahti'ni bulmasıydı. Göreve getirildiği ve 29 yıl yaptığı İstanbul Arkeoloji Müzesi'ni de dünyanın sayılı müzeleri arasına girmesini sağladı. Bu sebeple de çağdaş Türk müzeciliğin kurucusu sayılır.

Osmanlı-Rus Harbi'nden sonra devlet memurluğundan ayrılan Osman Hamdi Bey, 1881'de Müze-i Humayün müdürü Anton Dethier'in ölümü üzerine padişahın şahsi emri ile müze müdürlüğüne atandı.

Müze-i Hümayun müdürü olarak ilk işi eski eserlerin yurt dışına götürülmesini yasaklayan bir tüzük hazırlamaktı. Yürürlükte bulunan 1874 tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesi'ni 1883 yılında yeniden düzenledi ve yürürlüğe soktu. Bu yeni düzenleme ile Batılı ülkelere Osmanlı topraklarından eski eser kaçırılmasını önledi.

Sanat ve resim alanında da ilk olma özelliğini taşır. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi'nin kurucusudur. İlk Türk ressamlarından birisidir. Onu diğer ressamlardan nadide kılan, resim sanatının geleneklerinde bulunmayan bir millette figürlü kompozisyon kullanan ilk ressam olarak tarihe geçmiş olması.

Dekor olarak tarihi yapıları, aksesuar olarak tarihi eşyaları kullandı. Birçok resmi, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Londra, Liverpool ve Boston müzelerinde sergileniyor.

MEZAR TAŞI İSİMSİZ

24 Şubat 1910 tarihinde İstanbul'daki yalısında hayatını kaybetti. Ayasofya'da kılınan cenaze namazının ardından, vasiyeti üzerine Eskihisar'a götürülerek defnedildi.

Mezarının başına Bakanlar Kurulu kararıyla iki isimsiz Selçuklu taşı kondu.

HUKUKTAN YÜZÜNÜ SANATA ÇEVİRDİ

1842 yılında İstanbul'da doğmuş olan Osman Hamdi, ilkokul öğreniminin ardından, 1856 yılında Maarif- i Adliye okuluna başladı. Daha 16 yaşındayken yaptığı kara kalem resimlerle çevresinin dikkatini çekmişti.

Babası ile birlikte gittiği Viyana'da, müze ve sergilerle ilgilendi. Babası onu birkaç yıl sonra hukuk öğrenimi için Paris'e gönderdi. Sanat sevgisi o kadar yoğundur ki Paris'e hukuk eğitimi için gittiği dönemlerde hukuk eğitiminden vazgeçerek Paris Güzel Sanatlar Okulunda eğitim almaya başlamıştı. Paris'te kaldığı 12 yıl boyunca hukuk öğrenimini sürdürürken o dönemin ünlü ressamlarının atölyelerinde çıraklık yaparak iyi bir resim eğitimi aldı.

Bu anlamda tutkusu şans da getirmiş olmalı dönemin ünlü ressamları 'Gerome' ve 'Boulanger' in öğrencisi olma şansını elde etmiştir. Osman Hamdi Beyin sanat algısı bu iki hocası tarafından şekillenmiştir.

Osman Hamdi Bey, 1867 Paris Dünya Sergisi'ne bugün nerede oldukları bilinmeyen "Çingenelerin Molası", "Pusuda Zeybek "ve "Zeybeğin Ölümü" adlı üç yapıtını gönderdi.

DOĞU VE BATI RESİMLERİNDE HAYAT BULDU

Resim dünyasına 'Kaplumbağa Terbiyecisi' eseriyle damgasını vurmuştu. Ancak bu eserinin dışında 'Arzuhalci', 'Leylak Toplayan Kız', 'Kur'an Okuyan Hoca', 'Silah Taciri', 'Feraceli Kadınlar', 'Mihrap', 'Ab-ı Hayat Çeşmesi', 'Mimozalı Kadın', 'Şehzadebaşı Camisi Avlusunda Kadınlar' gibi tablolarıyla da resim konusundaki başarısını ortaya koydu.

Resimlerinin ortaya koyduğu temel noktalar; Türk sanatı, kültürü, mimarisi, gelenek ve göreneklerini ortaya koyacak objeler, kandiller, rahleler, aile portreleri, Osmanlı kadını ve Doğu-Batı arasına sıkışmış toplumun özelliklerini ortaya koymak üzerine odaklanmıştı. Sanatçı kendi kültürümüzü yansıtırken Batılı anlayışlı resimleriyle Türk ressamlarına da öncü oldu.

Devlet işlerinden ve müzecilikten arta kalan bütün zamanlarını Gebze Eskihisar'daki köşküne giderek resme adamıştır. Bu tutumu bu alanda öncü tavırlar sergilemesini sağlamıştır şüphesiz. Özellikle 1884 yılından sonra bütün yaz dönemini bu köşkte geçirerek resim sanatına yönelmiştir. Resim yaparak geçirdiği zamanları 'hayatımın en mutlu anları' olarak tanımlamıştır. Resimlerinde okuyan, tartışan, özlemini duyduğu Türk aydın tipini ve dışarıya açılmış kadın imgesini ele aldı.

Resimleri ülkemizden önce daha çok yurt dışında ses getirdi. Osmanlı hayatını resmetmesi ve bu detayları sunmadaki başarısı Osmanlıdan daha çok yurt dışındaki sanat dünyasının dikkatini çekti.

Aslında resimlerinde sadece Osmanlı kültürünü sunmamıştı. 'Doğu-Batı' , inanç-aşk, yaşam-ölüm ikilemini de aynı derecede başarıyla sundu. Osmanlı'nın değişim sancılarını kendine özgü bir dille sunmayı başarmıştır. Ancak bunu yaparken resimlerinin arka planını ve kompozisyonunu mimari öğeler üzerine oluşturmuştu.

Sanatçı resimlerinde 'oryantalist' üslubu benimsedi. Resimlerini yaparken birçok modelden faydalanmış bunun yanında fotoğraflardan da faydalanma yoluna gitmişti. Hatta özellikle fotoğraf çekimlerini kendi gerçekleştirmiş, bu fotoğraflara göre de resim kompozisyonlarını oluşturmuştu. Ancak resimlerinde dikkat çeken önemli bir unsur bulunmaktadır. Resimlerindeki ayrıntılarda gerçekçi bir tutum sergileyen sanatçı, resimlerinin kompozisyonlarında olabildiğince kurguya dayalı bir anlayış geliştirmişti.

KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ

Osman Hamdi denilince akla gelen ilk eser ise 'Kaplumbağa Terbiyecisi' eseridir şüphesiz. Sanatçının tablo ile sunmak istediği şey her zaman tartışma konusu oldu.

1906'nın 1 Mayıs günü Paris Grand Palais'de açılan, Fransız Sanatçılar Derneği'nin (Société des Artistes Français) düzenlediği Salon sergisinde Fransızca adı "L'homme aux Tortues" (Kaplumbağalı Adam), sergiye ait katalogların birindeyse ingilizce adı kısaca "Tortoises" (Kaplumbağalar) olarak verilen resim Osman Hamdi Bey'in "Kaplumbağa Terbiyecisi" olarak tanınmış olan eseriydi. Resmin üzerinde yer alan 1906 tarihi, Mayıs ayındaki sergiye yetişebilmesi için yılın ilk aylarında tamamlanmış olması gerektiğini düşündürür.

1907'de Osman Hamdi Bey, birçok oryantalist ressam gibi beğendiği tabloyu bir kez daha çizmişti. 2. versiyon bir şekilde Londra'ya kadar gitmişti. . Bu ikinci versiyonda Osman Hamdi Bey'in dünürü Salih Münir Paşa'ya ithaf edildiğini gösteren bir yazı bulunur. Erol Simavi 1984 yılında bu resmi 100 bin dolara satın aldı. Halen Belma Simavi'nin koleksiyonunda bulunan tablo, Sakıp Sabancı Müzesinde sergileniyor

Resmin iki versiyonu arasında farklar var; kaplumbağaların sayıları ve yerleri, duvarda asılı olan Allah ve Muhammed yazılı tablo, yerde duran vazo ve pencere kemeri gibi.

BİLDİĞİMİZ "KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ"

Resim, tuval üstüne yağlı boya ile yapılmış 221.5 x 120 cm boyutlarında.

Belinden sıkı bir kemerle bağlanmış kırmızı uzun bir giysi giyen sakallı bir adam, mavi çinilerle kaplı eşyasız ve bakımsız bir odada, izleyiciye arkası yarı dönük biçimde dikiliyor. Başına, etrafına gelişigüzel bir yemeni sarılmış arakiye takmış. Adamın ayaklarının dibinde, yerdeki yaprakları yemekte olan kaplumbağalar var.

Resmin mekanı olan Bursa'daki Yeşil Cami'nin üst katındaki odanın duvarlarındaki sıvalar ve çiniler yer yer dökülmüş. Tablonun tek ışık kaynağı adamın önündeki alçak pencere. Ellerini arkasında kavuşturmuş olan adam bir ney tutuyor. Sırtında bir nakkare asılı ve buna bağlı bir mızrap boynundan aşağıya sarkar. Bazılarına göre adamın sırtında asılı olan şey, eskiden dervişler ve dilenciler tarafından kullanılan, hindistancevizinden ya da abanozdan yapılma dilenci çanağı olan keşkülüfukaradır.

FİGÜR OLARAK NEDEN KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ?

Osman Hamdi Bey, resmin yapılışından 37 yıl önce Bağdat'tayken babasına yazdığı bir mektupta Tour de Monde dergisinin eline geçen sayısını zevkle okuduğunu belirterek teşekkür eder. Derginin ilgili sayısında Aimé Humbert adındaki İsviçreli diplomatın Japonya'da gördüklerini anlattığı bir makalesi de yer almakta, genellikle Koreli olduğu belirtilen kaplumbağa terbiyecilerinden söz edilmektedir. Terbiyecilerin küçük bir davulla çaldıkları ritim eşliğinde kaplumbağalara sıra halinde yürümeyi, alçak bir masanın üstünde üst üste dizilmeyi öğrettiklerini anlatan metne bu etkinliği betimleyen bir gravür de eşlik eder. Sözkonusu makale ve gravürün Osman Hamdi Bey'e eseri için bir ilk fikir, esin verdiği düşünülebilir.

TABLO BİZE NE ANLATIYOR?

Doğu din ve mitolojilerinde kaplumbağa genellikle dünyanın ve evrenin var oluşu ile ilişkilendirilir. Bu inanışa göre Dünya kaplumbağanın sırtında oluşmuş ve ayakları da dört elementi temsil edermiş.

Osmanlı İmparatorluğu'nda hizmet etme amacı barındıran ve sosyal yaşama yansıyan bir kültür vardı. Hatta kaplumbağalar bir dönem kapı kolu ve bahçe aydınlatması gibi hizmet etme amacıyla kullanılmıştı. Özellikle Lale Devri'nde aydınlatma amacıyla kaplumbağaların üzerine mum konulduğu da biliniyor.

Doğu kültüründe, Budist Keşişler birden çok nedenle turuncu-kahverengi yek pare elbise giyerler. Turuncu renk Güneşi, iyileştirmeyi ve yaşamı temsil eder. Bu renk aynı zamanda yaşlanarak ağaçtaki yaşamlarının sonuna gelen yaprakların rengi olarak da yorumlanır. Budist Keşişlerin turuncu renkte elbise giymelerinin nedenlerinden birisi de, kopmaya hazır bir yaprak gibi her zaman hayatın sonuna hazır olmaları ve hayatta öğretiden başka herhangi bir şeye bağlı olmamaları anlamına gelir.

Osman Hamdi Bey'in kendini çizdiği eserinde, kendisini turuncu renkli işlemeli bir elbise ile resmetmesini, hayat ağacında gelinebilecek son noktaya hazır olduğu şeklinde yorumlayabiliriz. Belini hafifçe öne kırmasından ve başını öne eğmesinden, olgunluğunu, önündeki kaplumbağalar ile ilgilendiğini ancak yorgun olduğunu çıkartabiliriz.

Anadolu'daki dervişlerin başına taktığı "arakiye"'nin etrafına sardığı doğu kültürüne ait ve halk arasında kullanılan yemene benzeyen bir örtü örtmesi, bu bilge kişinin kökenine ait izler taşıyor. Ayrıca bilge kişi olmasına rağmen halk ile aynı öğeleri kullanıyor ve aynı değerleri paylaşıyor, yani halktan birisi.

Sırtındaki kaplumbağa kabuğuna benzeyen şey ise kudüm adı verilen bir çeşit davul. Boynundaki çatallı sopa ise bu davulu çalmak için kullanılan bir alettir. Kudümü sırtında ters biçimde taşıyarak, kaplumbağa kabuğuna benzetmiş ve bu şekilde kaplumbağalar ile arasında bir bağ oluşturduğunu görüyoruz. Yani o gruptan birisi. Kaplumbağalar ondan ürkmüyor ve gruplarına kabul ediyorlar.

Osman Hamdi'nin arkasında gördüğümüz Ney'in tasvir ettiklerinden birisi de sabırdır. Çalınabilen tüm müzik aletlerinin aksine, Ney üflenir. Ney üflenirken "Hû" sesini çıkartır. Hû, tasavvufta "O" demektir ve Allah'ın varlığını işaret eder. İslam dinine göre Allah insanı yaratırken ruhunu üflemiştir. Mesnevi inanışında Neyzen olanın, Yaratan'a ulaşmak için bilgelik yoluna çıktığı söylenir.

Kaplumbağalar kolay öğrenen varlıklar değillerdir. Dolayısıyla kaplumbağaların eğitilmesi veya terbiye edilmesi çok mümkün değildir. Kaplumbağaları eğitmek isteyen bir kişinin sabırlı olmaktan başka bir çaresi yoktur. Bu işin iğne ile kuyu kazmaktan çok farkı yoktur. Osman Hamdi sanki kaplumbağalar ile bir olmuşçasına sabırla onların başında durduğu izlenimi yaratıyor. Yüzündeki durgun ifadeyle sanki içinden "ne bende üfleyecek bir ney var ne de onlarda duyacak bir kulak…" diyor olsa da hala kaplumbağalara özenle bakmaya devam ediyor.

Eserinde yansıttığı tüm öğeler ve hayatının son döneminde olduğunu gördüğümüz birisinin tüm bilgeliğini aktarmaya çalışması, kaplumbağaları eğitmeye çalışması bu iki değere verdiği önemi gösteriyor.

Kaplumbağalar yaratılış itibariyle yavaş ve çekingenlerdir. Buradaki kaplumbağalar benzer karakterdeki insanları yansıtmaktadır. Osman Hamdi, önünde duran kaplumbağaları eğitmeye çalışmaktadır. Bu eğitim sırasında iki çeşit ödül vardır. Birincisi kaplumbağaların önündeki yeşil otlar, ikincisi ise müziktir. İkinci olarak kullandığı ödülle, her türlü gelişim ve eğitim için sanatın gerekliliğini ve önemini görüyoruz.

Osman Hamdi'nin önünde duran kaplumbağalar, gelişimi devam eden bireyler olarak tasvir ediliyor. Ayrıca kendisinin arkasında ilerlemekte olan kaplumbağalar ise, gelişimini tamamlayan ve kendi yoluna çıkan bireylerdir. Yani bu kaplumbağalar veya bireyler artık kendi motivasyonlarını ve yollarını kendileri bulacaklardır.

Osman Hamdi'nin hemen üstündeki duvarda yazan yazının Türkçe tasviri "Kalplerin şifası Sevgiliyle (Hz. Muhammed SAV.) buluşmaktır." olarak geçiyor. Osman Hamdi bu söz ile hayata karşı olan doygunluğunu, artık bilgelik ve dervişlik makamına erişmiş olduğunu anlatıyor. Sahip olduğu ilmi, bilimi ve tecrübeyi kaplumbağalar olarak resmettiği kişilere aktarıyor ve bu kişilere önderlik yapıyor.

Tablodaki tek ışık kaynağı penceredir. Bu pencereden yansıyan ışık, Osman Hamdi'nin çağ ötesi olan düşünce yapısını gösteriyor. Bu açıdan baktığımızda, bireylerin önünü görebilmesi için gerekli olan ışığın ancak gelecekten yansıdığını, dolayısıyla geleceğe dönük olmaları gerektiğini söyleyebiliriz. Kapı gibi görünen o bölümün ardındaki pencerenin nereye açıldığının bilhassa gizlenmesi, yalnızca ışığın girdiği yer olarak görünmesi de ulaşılacak mertebenin gizemini vurguluyor.

Osman Hamdi'nin resminde olumlu düşünceleri yansıttığını düşünenlerin yanında toplumu hicvettiğini de söyleyen sanat tarihçileri de epey fazla.

Sanat tarihçileri tarafından resim, geri kalmış bir toplumu çağdaşlaştırmaya çalışan bir aydının yorgun hâlini anlattığı şeklinde yorumlanmış.

Kaplumbağaların esin kaynağının, Lale Devri'ndeki Sadabad eğlenceleri sırasında, hava karardıktan sonra sırtlarına mum dikilerek serbest bırakılan kaplumbağalar olduğu öne sürülmüştü. Bu yoruma göre, Sanay-i Nefise, Asar-ı Atika Müzesi, Duyun-u Umumiye gibi birçok kurumu kurmak ve yönetmek görevini üstlenen Osman Hamdi Bey, tabloda kendini terbiyeci, kendi iş yapış biçimine uyum gösteremeyen astlarını ise yemeğe ulaşmaya çalışan kaplumbağalar olarak göstererek, onları hicvediyor.

Başka yorumlara göre, düşünceli biçimde dikilen adam, sabır gerektiren zor bir iş olan kaplumbağaları terbiye etme işini, elindeki ney ve sırtındaki nakkareyi çalarak başarmayı ummakta. Bu yoruma göre de terbiyeci Osman Hamdi Bey'in kendisi. Terbiyecinin zorlu işi elindeki müzik aletleriyle halletmeye çalışması, Osman Hamdi Bey'in de değişime direnen bir toplumu sanat yoluyla çağdaş seviyeye getirmeye çalıştığını, bu yüzden sanat okulu ve müze açma girişiminde bulunduğunu vurgular. Terbiyecinin, kaplumbağaları eğitmekte kullanacağı neyi üfleyemeyip arkasında tutması, Osman Hamdi Bey'in neyi üfleme, yani kaplumbağalar ile temsil edilen halkı eğitme kaygısından artık vazgeçtiği, çünkü derviş sabrının bile bir sonu olduğu şeklinde de yorumlanmış.

Ayrıca tablodaki kaplumbağaların ilham kaynağının, Osman Hamdi Bey'in Paris'teyken sokaklarda dolaştıklarını gördüğü, Charles Baudelaire'in Modern Hayatın Ressamı kitabında da bahsi geçen kaplumbağalar olduğu da öne sürülmüş.

Uzmanların, ikinci resmin büyük oranda ilkine benzemesinden dolayı, aradaki küçük farkları ihmal ettiğini söyleyebiliriz. Kaplumbağa sayısının artması, pencere önüne yerleştirilen testi, renklerin koyulaşması ve sıvası dökülmüş duvara asılan "Allah ve Muhammed" yazısı ikinci resimde ilk anda göze çarpan yenilikler olarak karşımıza çıkıyor. Bu yenilikler bazı uzmanlar dışında genel olarak estetik düzeltmeler olarak kabul görüyor. Ancak ikinci resimde pencerenin ve içeriye ilettiği ışığın zayıflaması, kaplumbağaların dizilişi, su testisinin eklenmesi gibi detayların biraz daha dikkatlice incelenmeyi hak ediyor. İlk resimde bulunan beş kaplumbağadan ikisi adama arkasını dönmüş ve ondan uzaklaşıyor. Geriye kalan üç kaplumbağa ise adama dönük sanki onu dinliyorlarmış izlenimi yaratıyor. Osman Hamdi Bey, ikinci resme bir kaplumbağa daha ekleyip, kaplumbağalardan yalnızca birinin arkasının dönük olduğunu gösteriyor bize. Geriye kalan üç kaplumbağa ilk resimdeki gibi yerleştirilmiş ancak ilk resimde arkasında kalan ve ondan uzaklaşıyormuş gibi görünen kaplumbağa, ikinci resimde adamın sağında ve solunda, yani yanında yer alan kaplumbağalara dönüşüyor. İkinci resimde duvar kenarından arkası dönük bir şekilde uzaklaşan kaplumbağanın karanlığa yürüdüğü hissi, resimde azaltılan ışığın vurgusuyla güçleniyor.

Sanatçı, figür ve mekan detayları için, başka resimlerinde de sıkça görüldüğü gibi çeşitli fotoğraflardan yararlanmış olmalı. Osman Hamdi'nin Viyana'da bulunduğu sırada, "Kaplumbağa Terbiyecisi" resmindekine benzer bir giysiyle poz verdiği, bazı fotoğraflar çektirdiği biliniyor. Bu durumdan çıkarak resimdekinin Osman Hamdi'nin kendisi olduğu düşünülmekte…

(Ressamlar, Kaplumbağalar, Tarihçiler-Edhem Eldem)

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN