Yitik hazinenin kâşifi: Fuat Sezgin
Yaptığı çalışmalarla ezberleri bozarak dünyada çığır açan bir isimdi Prof. Dr. Fuat Sezgin. İslam Bilim Tarihine yaptığı katkılarla, adını tarihe altın harflerle yazdırdı. Bilimin dünyaya, İslam kültür ve medeniyetlerinden yayıldığını kanıtlayan Fuat Sezgin, bundan tam 94 yıl önce bugün doğmuştu. Ömrünü bilime adayan Sezgin, geçtiğimiz Haziran ayında yaşamını yitirdi. Bir dönem İslam Bilim Tarihi üzerine kaleme aldığı kıymetli yazılarıyla Fikriyat'a katkı sağlayan Prof. Dr. Fuat Sezgin'i, saygı ve rahmetle anıyoruz.
Giriş Tarihi: 24.10.2018
10:30
Güncelleme Tarihi: 24.10.2018
10:35
PROF. DR. FUAT SEZGİN KİMDİR?
Bitlis'te 24 Ekim 1924'te dünyaya gelen Fuat Sezgin, Erzurum'da ortaokulu ve liseyi bitirip 1943'te İstanbul'a geldi.
İstanbul Üniversitesi Şarkiyat Araştırmaları Enstitüsü'nde alanında en tanınmış uzmanlardan Alman şarkiyatçı Helmut Ritter'in öğrencisi olan Sezgin, Ritter'in tavsiyesi üzerine İslam bilimlerine yöneldi.
GÜNDE 17 SAAT ÇALIŞIYORDU
Sezgin, matematiğe olan merakının şarkiyata dönüşümünü ve odasındaki duvara fotoğrafını astığı hocası Helmutt Ritter'i şu sözlerle dile getirmişti:
"Bir hoca vardı. Hem de büyük bir hoca. Alman asıllı Helmutt Ritter. Bana gelince, ben esasında matematiğe meraklıydım ve mühendis olmak istiyordum. Bir tanıdığım, bir gün beni alıp Ritter'e götürdü. Bir süre konuştuktan sonra içimden "büyük bir adammış" dedim. Gerçekten de o küçük halimle bile, çok büyük bir adamın karşısında olduğumu hissettim. O an karar verdim: "Şarkiyat okuyacağım." Ritter'le çalışmaya başladım. Çok zor bir adamdı. Çalışmaya başladıktan bir iki gün sonra bana: "Fuat! Günde kaç saat çalışıyorsun?" diye sordu. "13-14 saat çalışıyorum" dedim. O zaman bana: "Bu çalışmayla âlim olamazsın. Eğer âlim olmak istiyorsan bu miktarı artıracaksın. Benim hocam (Eilhard) Wiedemann günde 24 saat çalışırdı. Gün daha uzun olsaydı daha çok çalışırdı" dedi. Ben bu konuşmadan sonra çalışma saatlerimi yavaş yavaş artırdım. 17 saate kadar çıkardım. Uzun zaman böyle devam ettim. Son senelerde, malum, artık yaşlanınca çalışma tempomu biraz yavaşlattım."
ŞARKİYATTAN BİLİM TARİHİNE NASIL GEÇTİ?
Prof. Dr. Fuat Sezgin'in öğrenciliği döneminde İstanbul Üniversitesi'nde bilim tarihi yoktu. Sezgin, kendisi bu alanda nasıl yetiştirdiğini şu sözlerle anlatmıştı:
"Benim öğrenciliğim döneminde İstanbul Üniversitesi'nde bilim tarihi yoktu. Ancak, hocam bana: "Matematiği bırakma" dedi. Fen Fakültesi de zaten yanımızdaydı. "Matematik bölümüne git, ders al, matematiği iyi öğren. Müslümanlardan da büyük matematikçiler yetişmişti" diye izahatta bulundu. Konuşma esnasında birkaç isim saydı: Harizmî, Ebu'l-Vefa Buzcanî, İbn Heysem, Birunî gibi. Bu isimler benim hiç bilmediğim, hatta duymadığım isimlerdi. Dehşete düştüm. Hocam halimi görünce: "Bunlar ve daha pek çok isim büyük âlimlerdi ve daha sonraki Avrupalı âlimlerle aynı seviyedeydiler; hatta yer yer onlardan da üstündüler" diye açıkladı. Bu konuşmadan sonra da bilim tarihi yapmaya karar verdim. Hocam Ritter, tabiî ki matematik ilimlerden anlamıyordu. Ancak benden çok süratli bir şekilde Arapça öğrenmemi istedi. O tarihlerde Almanlar Bulgaristan'a kadar gelmişlerdi. II. Dünya Savaşı'nın şiddetli günleri. Türkiye'de devlet bütün üniversiteleri kapatıyordu; bizim üniversiteyi de kapattılar."
Şarkiyat ve bilim tarihine olan ilgisine ışık tutan ve ona yol gösteren Helmutt Ritter, Fuat Sezgin'e kaynağından araştırma yapabilmesi için Arapça öğrenmesini tavsiye etmişti. Sezgin o günleri şöyle anlatıyor:
"Doğrusu tarihi çok iyi hatırlamıyorum. 1942 ya da 1943 olabilir. Ancak çok uzun bir tatil vardı. Hocam da benden Arapça öğrenmemi istemişti. Eve kapandım ve 6 ay boyunca çalıştım, hiç bir yere çıkmadım. Babamdan kalan Taberî Tefsiri'ni okumaya başladım. Hepsini anlamasam da ısrarla okuyor, Türkçe Kur'an tefsirleriyle karşılaştırıyordum. Bu şekilde, gece gündüz 6 ay içinde 30 cildi okudum.
Din adamıydı. Sonra sonbaharda, okulda seminere gittim. Ritter'in ilk seminerlerine o zamanın büyük âlimleri de, zaman zaman katılırdı; beraber münakaşa ederlerdi. Derste bana bir yandan "Bu yaz ne yaptın bakalım" diye sorarken diğer yandan önüme Gazzâlî'nin İhya Ulumi'd-din'ini koyuverdi. Ben hemen hocanın maksadını anladım ve okumaya başladım. Şaşırdı ve "Hayatta bir lisanı bu kadar süratle bu kadar iyi öğrenen bir insan görmedim" dedi. Çok sevinmişti. Gerçekten de talebelerinin başarısı karşısında bu kadar çok sevinen bir insanı, bir hocayı hayatım boyunca tanımadım."
Sezgin, 1951'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ni bitirdikten sonra, Arap Dili ve Edebiyatı üzerinde doktora yaptı.
BUHARİ'NİN KAYNAKLARINA IŞIK TUTTU
"Buhari'nin Kaynakları" konulu doktora tezini tamamlayan Sezgin, 1954'te doçent oldu. Sezgin, bu çalışmasıyla hadis kaynağı olarak İslam kültüründe önemli bir yere sahip olan Buhari'nin, bilinenin aksine sözlü kaynaklara değil yazılı kaynaklara dayandığı tezini ortaya attı.
Fuat Sezgin'in, "Buhari'nin Kaynakları Hakkında Araştırmalar" adındaki takdim tezi 1956'da yayımlandı.
Fuat Sezgin, bu eserin hikâyesini kendi dilinden şu sözlerle anlatmıştı: "Buharî çalışması şöyle başladı: Mecazu'l-Kur'an'ın kaynaklarını arıyordum. O sırada İbn Hacer el-Askalanî'nin Tehzib adlı eseriyle karşılaştım. Muammer b. Musemma'yı Buharî'nin kitabında Muammer diye zikrettiğini öğrendim, "Buhari'nin ne alakası var bu kitapla?" dedim. Buhari'nin kitabının sekiz büyük bölümü vardır, bir kısmı tefsirdir. Buharî'nin kitabına baktım, "Kale Muammer" diye alıntılar yapıyor. Bunu okuyunca baktım ki, Buharî, Mecazu'l-Kur'an'dan da cümleler iktibas ediyor. Yani bir hadis kitabında, bir filoloji kitabından alınma uzun uzun cümleler var. Hatta yer yer, aşağı yukarı, kitabı ihtisar etmiş. Bu durum, bütün hadisler hakkındaki tasavvurumu allak bullak etti. Bunun üzerine karar verdim, tezi bitirince Buharî'ye bakacaktım: Acaba Buharî ara sıra da olsa yazılı kaynak kullandı mı? Bu işin hikâyesi böyledir."