Osmanlı mimarisinin sınır aşan eseri: Tac Mahal
Hindistan'ın Agra şehrinde 17'inci yüzyılda inşa edilen Tac Mahal, İslâm türbe mimarisinin en nadide eseri. Şah Cihan, çok sevdiği kıymetli eşi ölünce, onun adına ve hatırasına bir anıt mezar yaptırmak istedi. En güzel eseri kim plânlarsa, bu eseri ona yaptıracaktı. Dünyanın dört bir yanından birçok mimarın katıldığı bu yarışta galip gelen dünyanın gelmiş geçmiş en iyi mimarı Sinan'ın öğrencisi, Osmanlı asıllı Muhammed İsa Efendi'ydi. İnşası 22 yıl süren ve bugün dünyanın 7'inci harikası olan bu nadide anıt mezar, bir Osmanlı mimarının elinden çıkmıştı.
Giriş Tarihi: 05.02.2018
18:31
Güncelleme Tarihi: 05.02.2018
18:33
Müstesna bir durum arz eden mimari olgunluğu ve eşsiz güzelliğiyle Tac Mahal, dünya üzerinde inşa edilmiş eserlerin en muhteşem örneklerinden biridir. Bâbürlü mimarisinin bu örneği, bütün İslâm eserleri arasındaki istisnaî mevkiiyle sadece Müslümanlardan değil; diğer din mensuplarından da her zaman saygı gördü, imrenilen bir eser oldu.
TÜM KÜLTÜRLERİN İMRENDİĞİ BİR ESER
Esasında Şah Cihan tarafından yaptırılan Tac Mahal, hükümdarın hâkimiyeti süresinde (1628-1658) en parlak dönemini yaşayan Bâbürlülerin, güç ve kudretini temsil eden bir eser olmasına rağmen, çok değişik biçimlerde yorumlandı ve çok değişik amaçlara alet edilmek istendi.
Tac Mahal, her şeyden önce bir Müslüman eseri olarak inşa edilen ve Bâbürlü geleneğiyle hânedanın ceddi olan Timurlu anlayışını takip eden bir eser. Bununla birlikte Hindu ve Hristiyan mimarisinden etkilendiği de ileri sürüldü, hatta aslında türbenin bir Hindu tapınağı olduğunu iddia edenler bile çıktı.
Özellikle siyasî amaçlar taşıyan bu yöndeki faaliyetlere rağmen Tac Mahal'in Şah Cihan'ın kendi şahsiyetiyle irtibat halinde İslâm muhitinde teşekkül eden bir eser olduğu gerçeği değiştirilemedi. Bazı Avrupalı yazarların ısrarla savundukları, Tac Mahal'in Venedikli bir mimar tarafından inşa edildiği fikri de zamanla terkedildi.
ŞAH CİHAN'IN EŞİ MÜMTAZ MAHAL İÇİN YAPILDI
Tac Mahal, Şah Cihan'ın, büyük bir sevgiyle bağlı olduğu eşi Ercümend Bânû Begüm'ün 17 Zilkade 1040 (17 Haziran 1631) tarihinde genç yaşta vefatının ardından inşa edildi.
1001 (1593) yılında doğan Ercümend Bânû Begüm, Cihangir'in vezirlerinden İ'timâdüddevle Mirza Gıyâsüddin'in oğlu Âsaf Han'ın kızıdır. Halası Nurcihan, Cihangir'in hanımıydı. Şah Cihan daha şehzade iken 1021'de (1612) onunla evlenen Ercümend Bânû kocasının tahta çıkması üzerine Mümtaz Mahal unvanını aldı.
Türbenin 1041 Cemâziyelâhirinde (Ocak 1632) başlayan inşası yirmi iki yıl sürdü; çevre düzenlemesi ve diğer bölümleriyle birlikte tamamlanması 1654 yılında mümkün oldu. Kaynaklarda Şah Cihan'ın "nâyâb, latif, acayip ve garip " bir eser yaptırmayı amaç edindiği yazılır.
MİMARLARIN PÎRİ SİNAN'IN ÖĞRENCİSİ: MUHAMMED İSA
Dünyanın dört bir yanından birçok mimar katıldı bu yarışa. Tüm projeler incelendi, ancak içlerinden birinin estetik mimarisi, diğer eserlerin önüne geçti. O eser, dünyanın gelmiş geçmiş en iyi mimarı Mimar Sinan'ın öğrencisi Muhammed İsa Efendi (Üstâd Îsâ)'nindi.
Osmanlı, İranlı, Suriyeli usta ve sanatkârlarla birlikte mahallî Hintli ustalara da görev veren hükümdar, türbenin inşası için mimar ve ustalardan oluşan bir heyet kurdu; heyetin başına da bizzat kendisi geçti.
Muhammed Îsâ) Efendi, Osmanlı asıllı bir mimarın öncülüğündeki heyet tarafından hazırlanan plân ve maketler, Şah Cihan'ın direktifleriyle binaya aksettirildi. 22 yıl sürecek bu nadide anıt mezarın yapımı için inşaata başlandı. Mehmed İsa Efendi'ye Semerkandlı Mimar Muhammed Şerif yardım etti.
Yapıya şekil veren aslında Şah Cihan'ın bizzat kendisidir. Binada Hint asıllı olduğu bilinen ve Nâdirü'l-asr Üstâd Ahmed diye tanınan bir mimar da görev yaptı. Kaynaklara göre inşasında 20 bin kişinin vazifelendirildiği binanın oldukça yüklü bir maliyeti vardı.
Yapı için gerekli malzemelerin büyük ölçüde Bâbürlülere tâbi veya müttefik olan devletlerce parasız karşılanmasına rağmen, inşaatta çalıştırılan usta ve sanatkârlara ödenen maaşlar önemli bir yekün teşkil etmişti.
HİNT-İSLÂM MİMARİSİNİN ZARİF BİR ÖRNEĞİ
Tac Mahal'in planı, yapıyı Hint-İslâm ve Timurlu mimarisi gelenekleriyle irtibatlı kılar. Tac Mahal'in binası ve çevresi, mimari bakımdan tam anlamıyla bir Bâbürlü eseri olduğunu ispatlayan özelliklere sahiptir ve Bâbürlülerle Timurluların mimari anlayışıyla uyum içindedir.
Yapıda, Orta Asya'da ve İran'daki Timurlu geleneğiyle Hint-İslâm türbe mimarisinin âhenkli ve mükemmel sentezi oluşmuştur. Bu iki farklı kaynaktan beslenen Tac Mahal'in gerçek öncüsü kabul edilebilecek örnekler de Bâbürlü mimarisinin âbidevî türbeleri arasında bulunur.
Yamuna nehri kenarında inşa edilen Tac Mahal'in yapımında beyaz mermer ve kırmızı kum taşı kullanıldı. Ana türbe binası tamamen beyaz mermerden, külliye içindeki diğer kısımlarsa kırmızı kum taşından inşa edildi.
Kırmızı-beyaz renk tezatlığıyla bütün ilgi ana türbe binası üzerinde toplanır. Tac Mahal ana türbe binası mescid, kabul salonu, kapılar ve geniş bahçelerden müteşekkil bir külliye meydana getirecek şekilde düzenlenmiş geniş bir mimari bütündür.
KUBBE'NİN USTASI DA MİMAR SİNAN'IN ÖĞRENCİSİYDİ
Külliyenin asıl merkezini oluşturan türbe bölümünün de içinde yer aldığı kuzey kısmı çok dikkatli ve itinalı biçimde tertip edilen mimari teşkilâtıyla göz doldurur. Bu kısımda ortaya konan mimari denge ve uyumla ana türbenin teşkilâtı kadar iki yan kısımda bulunan binaların simetrik düzeniyle de mükemmel bir âhenk oluşturulmuştur.
Ortada geniş, yanlarda daha küçük üçer kubbeyle örtülü yan binalardan doğudaki kabul salonu ve misafirhane, batıdaki mesciddir. Bu yapıların ortasında bütün ihtişamıyla yükselen ana türbe binası bir kenarı 95 metre olan kare bir kaide üzerinde yer alır. Tac Mahal'in kubbesinin inşası için, yine kubbe üstâdı olarak tanınan Mimar Sinan'ın öğrencilerinden, İstanbullu İsmail Efendi çağrılmıştı.
Köşelerde bulunan 42 metre yüksekliğindeki minareler tarafından çerçevelenen ana türbe binası sekizgen bir plana sahiptir. Yapı merkezinin sekizgen bir iç mekân, bu iç mekâna bağlanan dört geniş eyvan ve bu eyvanlar arasında koridorla orta alana bağlanan dört köşe odasından oluşan bir planı vardır.
18 metre çapındaki orta mekânın üstü 24 metre yüksekliğinde bir iç kubbeyle örtülüdür. Bu kubbeli mekânın etrafında yer alan birimler iki katlı biçimde inşa edilmiş olup türbenin merkezini teşkil eden, mermer sandukaların da içinde yer aldığı bu merkezî mekânı kuşatacak şekilde düzenlenmiştir.
AKUSTİĞİ DİLLERE DESTAN OLMUŞ BİR MEKÂN
Dört yöne bakan 32 metre yüksekliğindeki büyük sivri kemerli eyvanlarla dışarıya açılan binanın her cephesinde büyük eyvanların yanlarına gelen iki katlı, sivri kemerli küçük eyvanlar yerleştirilerek mimari âhenk ve simetri çok daha etkili hale getirilmiştir.
Bu küçük eyvanlar içerideki iki katlı mekânlarla da bağlantılıdır. Yapının üstünde 44 metre yüksekliğindeki dış kubbe geniş bir kasnak üzerinde büyük bir haşmetle durmakta olup soğan biçimindedir. Bu kubbe üzerindeki âlemin ucuna kadar binanın tabandan yüksekliği 74 metre olarak tespit edilmiştir.
Ortada yüksek tutulan eyvanlarla bir ölçüde dışarıdan görünüşü engellenen kubbe kasnağının yanlarına yerleştirilen dört küçük kubbeli birimler vasıtasıyla görünüşü çok daha zarif ve ihtişamlı hale getirilen türbenin örtü sistemi Hint-İslâm mimarisinin en güzel örneklerinden birini oluşturmaktadır.
İçinde mermer sandukaların yer aldığı orta mekânın güney girişi dışında kalan bütün girişleri paravanalarla kapatılmış olup bu paravanalar üzerinde cam mozaik dolgu malzemesiyle yapılmış bir tezyinat mevcuttur. Üst katlarda ve dış cephelerde de rastlanan bu cam mozaik tezyinatla ışık oyunları yapılarak aydınlatılan loş orta mekânın akustik düzeni dillere destan olmuştur. Sandukaların yer aldığı orta mekânın altında asıl gömünün yapıldığı kripta katı (mumyalık bölümü) bulunur.
OSMANLI HATTATI SETTÂR EFENDİ YÂSİN-İ ŞERİF İLE BEZEDİ
Yapının bütününe hâkim olan, mermer içine renkli taş kakma (pietra dura) tekniğiyle yapılmış tezyinatla, bütün mütevazi kullanılışına rağmen malzemenin ihtişamı ve çok sayıdaki değerli taşın meydana getirdiği tesirlerle ihtişamlı bir görüntü oluşturuldu.
Kemer aralarında, kitâbelerde ve sandukaların üzerinde bulunan zümrüt, yakut, pırlanta, iri incilerden ve diğer kıymetli taşlardan oluşan malzemeyle desteklenen tezyinatın esasını meydana getiren kitâbeler ve arabesk motifler yapının içinde ve dışında yer alır.
Ana türbe binası ve külliyenin diğer bölümlerinde bulunan kitâbeler dinî mahiyettedir ve Kur'ân-ı Kerîm'den âyetler ihtiva eder. Bunların arasında en meşhuru, cephelerde yer alan Yâsîn-i Şerif olup, Osmanlı tebaasından olduğu bilinen Hattat Settâr Han tarafından yazıldı.
Yapıda ayrıca İranlı, Hintli ve Arap hattatların görev yaptığı bilinir. Settâr Han gibi müstesna bir yere sahip olduğu fark edilen başka bir Osmanlı sanatkârı da tarihî kaynaklarda kendisinden kubbe ustası diye bahsedilen İsmâil Efendi'dir. Vefatından sonra Şah Cihan'ın naaşı da Mümtaz Mahal'in yanında defnedilmiştir. Bugün Tac Mahal içinde bulunan iki kabir Şah Cihan ile Mümtaz Mahal'e aittir.
Fikriyat
Derlenmiştir.
TDV İslâm Ansiklopedisi - A. Engin Beksaç