Ab-ı hayat nedir? Ab-ı hayat nerededir?
Bazı kelimeler var ki içinde bulunduğu, var olduğu medeniyetin hissiyatıyla ortaya çıkar. İşte bu kelimelerden biri de ab-ı hayat. Efsaneleri barındıran bu kelime, edebiyatımızın her tarihi döneminde sıkça kullanıldı. Sizler için dilimizin zenginliğini yansıtan bu önemli mefhumun kökenini ve barındırdığı manaları inceledik.
🔸 Efsaneye göre İskender-i Zülkarneyn ordusuyla bir memlekete uğramış. Orada kendisine ileride bir deniz olduğu, o deniz geçilince 3 ay süren karanlıklar ülkesinin başladığı ve bu ülkede ab-ı hayat olduğu söylenmiş.
🔸 İskender veziri Hızır'ı da yanına alarak denizi geçmiş ve zulumat (karalıklar) ülkesine varmış. Bu arada İlyas da yanlarındaymış. İskender'de karanlıkları aydınlatan iki mücevher ya da iki bayrak vermiş. Birini Hızır ile İlyas'a vermiş.
🔸 Hangisi suyu bulursa yekdiğerini haberdar etmek şartıyla ayrılmışlar. Hızır ile İlyas yorulunca bir pınar kenarına oturup karınlarını doyurmak istemişler. Hızır yanında getirmiş olduğu pişmiş balıkları çıkarmış. Pınardan elini yıkarken bir damla su balığa karışmış.
🔸 Balık o anda canlanıp suya karışmış. Hızır bilmiş ki ab-ı hayat budur, kana kana içmiş. İlyas'a da içirmiş. O sırada bunlara bir emr-i İlahi gelmiş ki bundan İskender'e söz etmesinler.
🔸 Bir rivayete göre de İskender'e haber vermek için pınardan ayrılmışlar ama tekrar aynı pınarı bulamamışlar. Böylece Hızır ile İlyas ölümsüzlüğe ermişler.
🔸 Kıyamete dek Hızır denizde, İlyas da karada sıkıntıya düşenlere yardım ederler ve her senenin 6 Mayıs günü İskender Seddi üzerinde buluşup Kabe'ye hacca giderek o yıl yapacakları işleri görüşürlermiş.
🔸 "Bir vakit Mûsâ genç adamına, "Ta iki denizin birleştiği yere varıncaya kadar yahut (bu yolda) senelerce yürümedikçe durup dinlenmeyeceğim" demişti. Her ikisi, iki denizin birleştiği yere varınca balıklarını (yoklamayı) unuttular. Balık denizde yolunu tutup gitmişti. Oradan uzaklaştıklarında Mûsâ genç adama, "Yiyeceğimizi getir. Gerçekten şu yolculuğumuz yüzünden yorgun düştük" dedi. Genç, "Gördün mü, dedi, o kayanın yanında konakladığımız zaman balığı unuttum! Onu sana söylemeyi bana unutturan, şeytandan başkası değildir." Balık, şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti. Mûsâ, "İşte aradığımız bu idi" dedi. Hemen izleri üzerine geri döndüler. Derken, kullarımızdan birini buldular ki ona katımızdan bir rahmet vermiş ve ona nezdimizden bir ilim öğretmiştik.