10 maddede "Han Duvarları"ndan "Zindan Duvarları"na Faruk Nafiz Çamlıbel
Şiirimizde çığır açan Faruk Nafiz Çamlıbel eserlerinde, doğal güzellikleri ve misafirperver insanlarıyla kaleme alınmamış bir destan gibi olan Anadolu'yu işledi. Milletimizin son bir asırlık macerasına hayatı ve kalemi ile şahitlik eden büyük şair, edebiyatımızda yeni bir dönemin başlamasını sağladı. Vefatının yıl dönümünde Faruk Nafiz Çamlıbel'in edebiyat serüvenini sizler için derledik.
Giriş Tarihi: 08.11.2020
09:49
Güncelleme Tarihi: 08.11.2021
15:36
Faruk Nafiz Çamlıbel kimdir?
Şiirimizde çığır açan Faruk Nafiz Çamlıbel, 18 Mayıs 1898'de İstanbul'da doğdu. Babası hazîne-i hâssa başmüfettişi Süleyman Nafiz Bey, annesi Fatma Ruhiye Hanım'dır. İlk ve orta öğrenimini Bakırköy Rüşdiyesi ile Hadîka-i Meşveret İdâdîsi'nde tamamladı; bir süre devam ettiği Tıp Fakültesi'nin , karakterine uygun olmadığını görünce dördüncü sınıfta buradan ayrıldı.
19 yaşında İleri gazetesinde çalışmaya başladı. Milli Mücadele'ye destek vermek için savaşın başlamasından bir yıl sonra Anadolu'ya geçti. Fakat Damat Ferit'in ona ödül vermesinden dolayı Ankara Hükumeti tarafından geri çevrildi ve İnebolu'dan İstanbul'a geri dönmek zorunda kaldı.
*Hazîne-i hâssa: Osmanlı padişahlarının şahsî gelir ve giderlerini idare eden teşkilât
Şairlerin yaşam sevincinden doğan memleket şiirleri
Yahya Kemal tarafından takdir edildi
Faruk Nafiz, 1922'de gazetenin temsilcisi olarak Ankara'ya gitti. 1922-1924 yılları arasında Kayseri Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği yaptı. Daha sonra Ankara Muallim Mektebi'nde, Ankara Kız ve Erkek liselerinde öğretmenliğe devam etti. Hâkimiyet-i Milliye (Milletin hakim olması, Millet Hâkimiyeti) adlı yayında fıkralar yazmaya başladı.
Şiire çok genç yaşta başlayan Faruk Nafiz'in 1913-1917 yılları arasında Peyâm ve Servet-i Fünûn'da şiirlerini neşretti. İlk şiirlerinde genellikle aşk temasına değindi. Servet-i Fünun'un etkisiyle bireysel duygularını aruz vezniyle ve oldukça süslü bir dille anlattı.
Aruzu büyük bir ustalıkla kullanması onu Tevfik Fikret, Ahmet Haşim, Mehmet Akif ve Yahya Kemal ile birlikte bu veznin son temsilcilerinden biri yaptı . Şiirinin bu özelliği nedeniyle de Yahya Kemal tarafından takdir edildi ve şu dizelerle özgüye mazhar oldu:
"Bir lübbüdür cihanda elezz-i lezâizin, Her mısra-ı güzidesi Faruk Nafiz'in"
Faruk Nafiz’in edebiyatçılarla tanışma anıları
Faruk Nafiz Çamlıbel, şiirleriyle gündeme gelmeye başladıktan sonra devrin önemli kalemleriyle tanışmaya çalıştı. Davetler, konferanslar, edebi etkinlikler vasıtasıyla onlarla aynı ortamda bulunmaya gayret etti. "Nasıl Tanıdım?" başlıklı yazı dizisinde Ahmet Haşim, Süleyman Nazif, Abdülhak Hamit, Mehmet Akif, Ömer Seyfettin, Mithat Cemal, Celal Sahir ve Yahya Kemal ile nerede ve ne zaman tanıştıklarını anlattı.
Birinci Dünya Savaşı zamanında bir akşam vakti Tepebaşı Bahçesi'nde Yahya Kemal ve Faruk Nafiz bir araya geldi. İki büyük ismin sohbetleri Ahmet Haşim'in yanlarına gelmesiyle yarım kaldı. Faruk Nafiz, Yahya Kemal'i daha önceden de tanıdığı için dikkatinin daha fazlasını Ahmet Haşim'e yöneltti.
Haşim'in "O Belde" şiirinin konuşmasından sinirli ve vehimli olduğu anlaşılıyordu. Faruk Nafiz, o akşam, biri devrini kapayan öteki yeni bir devir açan iki üstadı dinlemekten konuşmaya fırsat buladı. Nihayet bir gün Halik Fahriyle Kadıköy vapurundayken Ahmet Haşim ile tekrar karşılaştı. Hürmet ettikleri şairin keyifli bir anına denk geldikleri için bir çay sohbetine imkân buldu.
Faruk Nafiz'in edebiyatçılarla tanışma anılarını okumak için tıklayın
Büyük Mecmua, Nedim ve Ümit dergilerinde, I. Dünya Savaşı'ndan sonra ülkemizin ahvali ve işgale dair "Bozgun", "Hisar", "Yaralı Arslan", "Münâcât" ve "İzmir" gibi şiirleri yayımlandı.
Kurtuluş Savaşı ile beraber bireysel duyguları bir kenara bırakıp topluma yöneldi. Anadolu, onun için doğal güzellikleri ve misafirperver insanlarıyla kaleme alınmamış bir destan gibiydi. 1919-1922 yılları arasında aruzun yanında hece ölçüsüne de eserlerinde yer verdi. Böylece usta şairin duygu ve düşünce hayatında yeni bir dönem başladı.
"Bin gemle bağlanan yağız at şaha kalkıyor Gittikçe yükselen başı Allah'a kalkıyor Son macerayı dinlememiş varsa anlatın; Ram etmek isteyenler o mağrur, asil atın
Beyhudedir, her uzvuna bir halka bulsa da; Boştur, köpüklü ağzına gemler vurulsa da... Coştukça böyle sel gibi bağrında hisleri Bir gün başında kalmayacaktır seyisleri!
Son şanlı mâcerâsını tarihe anlatın: Zincir içinde bağlı duran kahraman atın Gittikçe yükselen başı Allah'a kalkıyor Asrın baş eğdi sandığı at şâha kalkıyor!"
Anadolu’nun destanını kaleme aldı
Anadolu yaşayışı, "Han Duvarları" şiirinde can buldu. Faruk Nafiz, bu şiirini öğretmenliği sürdürmek için Kayseri'den Ankara'ya giderken gördüklerinden esinlenerek kaleme aldı. Bu şiiri kaleme almadan önce yazdığı aşk şiirleriyle şöhret yapan şair, artık "Han Duvarları" şairi olarak anılmaya başladı.
"Han Duvarları" yalnızca Faruk Nafiz'in sanatını değil aynı zamanda Türk şiirinde de yeni bir çığır açtı. Çünkü bu dizelerde ilk defa Anadolu coğrafyası ve insanı, romantizmin aşırılıklarından uzak tüm gerçekliğiyle anlatıldı. Artık "Han Duvarları" ile edebiyat dünyasında yeni bir cereyan başladı: "Memleket edebiyatı"
Bu şiir için, "Odama kapanarak dört günde yazdım, Türk Yurdu'nda çıktı. Birisi görecek diye adeta utanıyordum. Ama kısa sürede çok meşhur oldu" diyen şair, eşi Azize Hanım'ın ifadesine göre "Çalışırken odasına kapanır ve çok gergin olurdu."
"Aradan yıllar geçti işte o günden beri Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim, Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim. Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar, Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar! Ey garip çizgilerle dolu han duvarları, Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!"
Anadolu'yu Türkiye yapanlar