15 ünlü edebiyatçının az bilinen yönleri
Eserlerinden yola çıkarak tanıştığımız Türk ve dünya edebiyatının usta kalemleri, kitaplarıyla olduğu kadar bilinmeyen yönleriyle de her daim okuyucu tarafından merak ve ilgiyle karşılanır. Hayranlık duyduğumuz yazarların yaşamları, alışkanlıkları ve ilham kaynakları oldukça şaşırtıcı… Kimi yazar hayatı boyunca beğenilme arzusu duyup çirkinliğinden dem vurmuş; kimi temizlik, diksiyon, yaşlanmak gibi takıntılara sahip olmuş; kimi de yaşamı boyunca uykusuzluktan çekmiş... Peki, Cahit Zarifoğlu hangi şaşırtan isteğiyle Cemal Süreya'ya mektup yazmış? İşte ünlü edebiyatçıların az bilinen yönlerine dair detaylar…
Hâşimʹin çocukluğu Bağdat'ta, aksi ve sinirli bir baba ile duygusal, merhametli ve oldukça duyarlı bir anne arasında geçmişti. Dicle kenarındaki yaşamı boyunca babasından bulamadığı sıcaklığı ve sevgiyi anneyle tamamlamaya çalışan Haşim için anne, çocukluğun bir parçasıydı. Bu sebeple şiirlerinde çocukluğuna ve annesine duyduğu özlemin yansımaları görülüyordu.
Erken yaşta annesini kaybeden Haşim'i, bir ömür boyu rahatsız eden bir başka hakikat de kendisini beğenmemesiydi. Aydınlık ortamlardan ve güneşten hoşlanmıyordu. Bu mevzu, Haşim'in sanat anlayışındaki akşam esintilerini bir nebze de olsa açığa çıkarıyordu.
Türk edebiyatı tarihi içinde "dört aruzcular"dan biri olarak kabul edilen Yahya Kemal Beyatlı, kültürel hayatımız için de önemli bir konumdaydı. Süleymaniye'de Bayram Sabahı gibi muazzam bir şiiri bize miras bırakan ünlü şair, Büyükada'da ikamet ederken bayram namazına gitmeye niyetlendiğini fakat sabah uyanamamak korkusuyla uyuyamadığını ve vakit gelince abdest alıp camiye gittiğini anlatır.
Cemal Süreya ve Cahit Zarifoğlu'nun dostluğu az bilinen olaylardandı. İkili arasında büyük bir dostluk olmasa da şairler uzaktan birbirlerine hayranlıklarını türlü şekillerle ifade etti. Hatta öyle ki Cahit Zarifoğlu 1962 yılında, o yıllarda Paris'te bulunan hiç tanımadığı Cemal Süreya'ya kalbi yakınlık duyduğu için bir mektup yazdı; "İstanbul'a döndüğünüzde sizinle ev tutup birlikte oturabilir miyiz?"
Cemal Süreya, Zarifoğlu'dan gelen mektuba çok şaşırmış ve yıllar sonra günlüklerinde bu ilginç olayı şöyle anlatmıştı:
''Cahit Zarifoğlu ölmüş. Bugünün adı bu olacakmış. Bir ay kadar önce öğrenmiştim onulmaz sayrılığa tutulduğunu. Bazı kanserler mutlaka çok büyük bir çocukluk mutsuzluğuna bağlıymış gibi gelir bana. Hiçbir bilimsel tutanağı olmayan bu kanıya tanıdıklarımda bir şeyler göre göre vardığımı sanıyorum. Bir izlenim işte. Zarifoğlu'nu tanıdığım yılları düşünüyorum. Sevinçlerle büyümüştü sanki.
İyi şairdi. İlk şiirleri de iyiydi. (Sezai) Karakoç çevresinden. Daha yüz yüze gelmeden, 1962'de bana, Paris'e bir mektup yollamıştı. Adresimi Sezai (Karakoç)'dan almış. Saklamamışım o mektubu. Zarifoğlu, o sıra, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde öğrenci. Yurtlardan sıkılmış her hal, İstanbul'a dönüşümde, birlikte ev tutup oturmayı öneriyordu mektubunda. Ben de bir tuhafım o günler. Bir ölçüsüzlük görmüştüm bu öneride.
…..
Daha çok 1964–1966 yılları. Söylenmemiş güzel sözler de vardı aramızda. Ama bir arkadaşlığımız olmadı. Serüvenlerinden söz ederdi. Bunları, tuhaf yanlarını öne getirerek anlattığını anımsıyorum. Şiirine de yansımıştır. Sezai ile onun bu tavrı ve öyküleri üzerine çok konuşmuşumdur."
Sabahattin Ali, kuşkusuz edebiyatımızda Türkçeyi en iyi kullanan yazarların başında gelir. Bu pozitif durum yazarda değişik bir takıntıya da sebep olmuş. Sabahattin Ali diksiyon takıntısına sahipmiş. Yanlış telaffuz edilen bir söz duyduğunda hemen bunu düzeltme girişiminde bulunurmuş. Hatta bu durumundan eşi Aliye Hanım sık sık rahatsızlığını dile getirirmiş. Sabahattin Ali bu olayı arkadaşlarına "Aliye hanım bana bu yüzden fena içerliyor. Karı koca ağız tadı ile kavga edemiyoruz. Kavganın ortasında tutup diksiyon yanlışlarını düzeltiyorum" diye anlatırmış.