Felatun Bey ile Rakım Efendi üzerine tiyatral bir inceleme
Roman türü ilk defa 19. yüzyılda Batılılaşma hareketleri neticesinde edebiyatımıza girdi. Bu türün başlıca konuları; yanlış batılılaşma, Batı'ya hangi noktada ve nerede bağlanacağımızdı. Ahmet Mithat'ın Felatun Bey ile Rakım Efendi isimli romanı da o dönemdeki yanlış batılılaşmayı inceleyen eserlerdendir. Tanzimat Döneminin ünlü romanlarından biri olan Felatun Bey ile Rakım Efendi'nin tiyatroya uyarlamasını Fikriyat okurları için çözümledik.
Önceki Resimler için Tıklayınız
Felatun Bey ile Rakım Efendi'nin müzikal olarak sahnelenmesi, oyunun en ilgi çekici yanlarından biri. Zira üç saatlik oyunun izleyiciyi zinde ve canlı tutması müzikal sayesinde gerçekleşiyor. Fakat müzikalde enstrüman seslerinin yeterince iyi ayarlanamaması, oyuncuların söyledikleri şarkı esnasında seslerini bastırıyor ve izleyiciler tarafından çoğu şarkı sözünün anlaşılamamasına da ayrıca sebep oluyor. Teknik anlamda yer yer ses ile ilgili problemlerin ortaya çıktığı oyunun dekoru ise müzikalin canlılığı açısından vasat bir niteliktedir.
Oyunun sonuna gelecek olursak, o yıllarda henüz masal ve destan geleneğinden tam manasıyla çıkılamadığı için Felatun Bey ve Rakım Efendi romanında da iyiler elbette kazanır ve mükâfatlandırılır. Gökten üç elma düşer ve üçü de Rakım Efendi'nin olur. Tanpınar'a gelene kadar bu durum kısmen böyle devam eder fakat yazarın romanlarında görürüz ki modernizm artık bize iyilerin de kaybedeceğini Mümtaz ve Nuran üzerinden gösterir. Zira yukarda örneklediğimiz gibi Huzur'un kazananı Suat olur. Bu sebeple artık gökten elmalar düşmez…
Oyunun sonunda "ben dememiş miydim sana" Rakım, babasının bütün mirasını Beyoğlu'nda zevk ve eğlence içinde geçiren Felatun'u tren garında İstanbul dışındaki yeni görevine uğurlar. İzleyiciler ise yazar tarafından hep sözü kesilen, kendisi olmaya ve onda da "beyazlıkların" bulunduğunun anlatılmasına müsaade edilmeyen Felatun Bey'in hüznünden bir parça alarak salondan ayrılırlar. Son sahnede Felatun Bey, tüm mirasını harcadıktan sonra İstanbul'dan ayrılmadan evvel oyunun başından beri görmeye alıştığımız alafranga beyaz frakını çıkarır, onun yerine Rakım Efendi'nin oyunun başlarında üzerinde olan; kahverengi, doğulu, alaturka takımı giyip İstanbul'dan ayrılır. Böylece, seyircilerin zihnine 'kaybetmenin simgesi hep mi Doğu'dur?' sorusu bırakılır. Ya da zihin kodlarına işlenir.
Eleştirilecek tüm noktalarına rağmen, Felatun Bey ile Rakım Efendiler sayesinde 19. yüzyıl hayatına şöyle uzaktan bir "seyirci" olmak; dönemin şartlarını ve sanat anlayışını anlamak açısından güzel bir deneyim…
"Gönül bağlanacak birisini mutlaka arar, bulur."