Dünya korku edebiyatının en iyi 15 kitabı
Okumak sonu olmayan bir tutkudur. Kimi için sevda, bazıları için dram, bir başkası için de korku dolu hikâyeler vazgeçilmez olur. Bazen insanın içinde uyumakta olan bir canavarı, bazense anlatmaya korkulan kâbusları işleyen korku edebiyatının en iyi 15 romanını sizler için derledik.
"Sesinin giderek şiddetlenen vurgusu, bu vurgudaki tuhaf ve uğursuz bir şey, kalbimin kaburgalarıma
baskı yapmasına yol açmıştı, öyle ki o sustuğunda, sabırsızlıkla, 'Ne?' diye haykırdım.''
Paul Lessingham, geleceği parlak bir politikacıdır. Ne var ki Mısır'dan gelen ve Kraliçe Viktoria'nın yasaklar şehri Londra'da sürekli biçim değiştirerek serbestçe dolaşan "Böcek", Lessingham'ın kâbusu olacaktır. İşlenmiş bir suçun intikamını almaya gelen bu amansız yaratık insanları dehşete sürüklerken, hiç kimse güvende değildir. Böcek, hem bir korku romanının hem de bir dedektif romanının özelliklerini taşıyor.
Marsh'ın romanı, Stoker'ın Drakula'sı, George du Maurier'nin Trilby'si, Sax Rohmer'ın Fu Manchu dizisi gibi 19. yüzyıl sonlarıyla 20. yüzyıl başlarına özgü sansasyonel yapıtlar arasında yer alıyor. Yine o yapıtlarda çok sık rastlanan bir teknikle, gerilim yaratmak amacıyla, hikâye farklı kişiler ağzından aktarılıyor.
"Bilinmeyen her şey görkemlidir."
İrlandalı yazar Bram Stoker'ın Kazıklı Voyvoda Vlad Dracula'dan esinlenerek 100 yıl önce yazdığı Dracula; Korku edebiyatının kuşkusuz en büyük klasiğidir.
Romanın başında tanıdığımız Jonathan Harker, olumlu, dürüst, geleneklere bağlı ve bazı konularda utangaç kahramanımızdır. Victoria çağının tipik bir İngiliz kent soylusudur. Kimi zaman hazırlıksız, kimi zaman neredeyse saf pozitivist bir insandır. Batıl inançları olmayan, etrafında kümeleşen korkulardan, dehşetlerden etkilenmeyen biridir. Ama bu sadece işin başında olur. Borgo Geçiti'ni geçtikten sonra, Dracula'nın şatosuna varıp ve şatonun sahibi ile tanıştıktan sonra durum değişir.
Romanın kahramanları hukukçu Jonathan Harker, Mina, Lucy, Lord Godalming, Dr. Seward, Quincey P. Morris ve Vampir avcısı Van Helsing ile birlikte gotik dehşetin karanlık dünyasına doğru soluksuz bir yolculuğa çıkarıyor.
''Sözlerimiz bize hizmet edecekleri zaman birer cüce, kötülük edecekleri zaman ise birer dev olurlar.''
Beyazlı Kadın, Victoria dönemi kurgusal yapıtları arasında "duygusal gerilim romanı" diye tanımlanan ve Gotik edebiyatın gerilimini, İngiliz edebiyatının psikolojik gerçekçiliğiyle kaynaştıran türün ilk örneği olarak kabul edilir.
Roman karakterlerinin çeşitli ruhsal durumlarını aktaran çarpıcı anlatım biçeminin ustası Wilkie Collins, bu ilk romanında gotik romanlardaki dehşeti gizemli İtalyan şatolarından, Victoria dönemi İngilteresi'nin daha modern, orta sınıf evlerine taşıdı. Gotik edebiyat çoğunlukla cinayet, delilik temalarına odaklanırken Beyazlı Kadın türü romanlar, dönemin kırsal malikânelerinde olabilecek birtakım kötü niyetli emelleri ve onlara bağlı olayları aktarır.
Henry James, Collins'in yapıtlarını, "Mr. Collins, gizemlerin en gizemlisini, kapımızın eşiğindeki muammayı romana kattı" diye tanımlar. Charles Dickens'ın onu taklit eden bir roman yazmaya çalışmış olması da Wilkie Collins'in ve Beyazlı Kadın'ın değerini belirtmek için yeterli sayılabilir. Collins ise kendi tarzını, "evdeki tiyatronun sırları" olarak açıklar.
''Ölçüsüz tutkular, dehşet verici eylemlere yol açar.''
Ann Radcliffe, bir yandan maceralı bir aşk hikâyesi anlatırken bizlere, diğer yandan da gerilim unsuru bol, kuvvetli bir gotik ağ örüyor çevremizde.
Sicilya'nın ıssız kıyılarında, benzersiz bir doğa manzarasının ortasındaki muhteşem bir şato, karanlık sırların yatağı olabilir mi? Sicilya'da Bir Aşk Hikâyesi, sakin ve durgun görünen hayatları apansız bir çalkantıyla bulandırıyor. Şatonun dolambaçlı koridorlarında, insanı bir kez kendine çektikten sonra girdabından dışarı bırakmayan, kaynağı belirsiz bir korkuyu, günlük hayata istikrarla sızan bir psikolojik dehşete dönüştürüyor.
Ann Radcliffe'in erken dönem yapıtlarından olan Sicilya'da Bir Aşk Hikâyesi, gotik romanı romantik unsurlarla besleyen yetkin bir örnektir. Radcliffe dehşetin anlatımını kendine özgü lirik bir üsluba bağlarken, korkuya sıcak, çekici bir yön kazandırıyor: Sicilya'da Bir Aşk Hikâyesi, günümüzde gotik adını alan korku ve dehşet edebiyatının klasiklerinden biridir.
"Hiçbir şey sonsuza dek sürmez, belki sevgi hariç."
Küçük bir Amerikan kasabası olan Derry'yi diğer kasabalardan farklı kılan şey, kanalizasyon mazgallarının altındaki dehlizlerde yaşayan, kendini kimi zaman kâbuslarda, kimi zaman da gerçek hayatta gösteren bir yaratığın, insanları kendi karanlık dünyasına çeken esrarengiz bir gücün varlığıdır.
Bu korkunç yaratıkla uzun yıllar önce savaşıp ardından kasabayı terk eden ve kendilerine yeni bir hayat kurmuş olan yedi çocuk, artık birer yetişkin olmuş ve yaşadıkları dehşet dolu günleri unutmuşlardır. Ancak, anılarının derinliklerine gömülen yaratık yıllar sonra yeniden harekete geçince, onunla bir kez daha hesaplaşmak zorunda kalırlar. Geçmişte kalan kâbuslar, şimdiki zamanda korkunç bir gerçeğe dönüşmüştür.