Erdem Beyazıt Şiirleri: Anlamlı, En Güzel Erdem Beyazıt Sözleri ve Alıntıları
Yedi Güzel Adam'ın sessiz ismi Erdem Bayazıt 1956 yılında başladığı edebi serüvenini vefat edene kadar büyük bir özveri ile sürdürdü. Erdem Bayazıt şiiri metafizik ve toplumsal temellere yaslanır. Erdem Bayazıt şiirleri ve sözlerini bir süzgeçten geçirerek okuyucusu ile buluşturur. Erdem Bayazıt eserleri ile çağlar ötesine seslenen bir bilge olduğu gibi şiirde bir dönem boyunca önemli tesirler uyandırır. Sizler için Erdem Bayazıt'ın şiirlerini, en güzel sözlerini ve eserlerinden alınan mısraları bir araya getirdik.
Önceki Resimler için Tıklayınız
KARANLIK DUVARLAR
I.
Önünü alamıyorum bu kör gidişlerin yollarda,
Herkes bir yere gidiyor önünü alamıyorum,
Çaresiz direniyorum bu dönüm noktalarında
kimse elini uzatmıyor.
Bir gürültülü yaşamağa gidiyor dünya
boşalan bir deniz gibi.
Bu sesler ormanında kaybolan bir çağ bu.
Nereye gitsem hep apartmanlar çıkıyor önüme,
Alıp başımı duvarlara çarpıyor bu yollar.
Gidip gelmelerim bu dar sokaklarda,
İnsanların koşup dolduğu bu dar yapılarda,
Bir kısır döngüye girmek için bütün çabalar,
Biz bunun için mi geldik?
II.
Kara ağaç gibi bağlıyım, katı bir çağ bu,
Her şey bir makine düzenine gidiyor.
- Düzen diyorlar beni
çağırıyorlar -
Irmak yatağına sığınıyorum sınırlı bir çağ bu.
Baktığımız herşeyde bir yalan kabuğu,
Bir mercek düzenine bağlanıyor gözlerimiz.
III.
Şu zaman çıkmazında alıp beni bir altmış yaşa
bağlıyorsunuz.
Doğmadan ölüme yöneldik, gerisi yok
diyenler var.
Sınırlı yıl oyunlarına inananlar var,
Sizin güveniniz bir güneş düzeninde.
Ben mezarların karanlık çağına dayanıyorum
Bir ağacı büyütüyorum her yerimle.
Bir ağacı uyguluyorum
- her şey bir ağaç düzeninde -
Yerde gökte ve her yerde
Dallarında ben ağacın incecik köklerinde
Boğuluyorum - bağlanıyorum -
Ben mezarların karanlık çağına
dayanıyorum.
IV.
Şu dar odanın katı yalnızlığında
Ve her şeyin çıplaklığında,
Durup bir pencereyi deniyorum,
Gizliliğin dışına çıkıyorum,
Araçların,
İnsanların,
Şehrin ve meydanların ve
kalabalığın ve
herşeyin.
İçimde yalnız ve yapraksız
Bir kavak ağacı büyüyor
- Çıplak ve göğe doğru -
Ama küskün, ama yalnız,
ama yapraksız ve uzun
Bir ağlama duvarı bu.
Yatak ve yorganın kuru yalnızlığında
Ve aklın dar yalnızlığında
Şehrin ve herşeyin
Ve kalabalığın yorgunluğunda
Saçların ve parmakların
Ve gözlerin ve gecenin bu bulanık çağında
Ve aynaların sığ görünümünde
Bunalıyorum
V.
Susmanın kalesine sığınıyorum
Önümde karanlıktan duvarlar
Sırtımda insan yüklü bir gök var.
Erdem Bayazıt
KIZ KULESİ
Biricikliğin burcunda bir lamba
Müebbede mahkûm bir kızlık
Hasret duvarına hapsolmuş bir annelik
Yalnızlığın somut bir simgesi
Gibi mi oluşmuş bu sadelik?
Gücünü alıp yasalardan
Cengiz Han'ın çadırından
Çıkıp gelen ta Çin Seddi'nden
Başında mücevher dolu bir sele
On yedisinde bir cariye
Den kalma bir ünlem mi bu kule?
Konuvermiş suların üstüne.
Üsküdar açmış feracesini
Bir başka âlemin operasından bir arya gibi
Kıyılardan yamaçlardan
Avaz avaz fışkıran mor pembe bir bahar var
Bir de çığlık çığlığa savrulan
Bembeyaz martılar!
Bir Ukraynalı iri iri açmış gözlerini
Seyrediyor süzülen bir şilebin güvertesinden Boğaziçi'ni
Kayıyor ard arda köşkler yalılar
Kayıyor Mihrimah, Valide, Şemsipaşa, Ayazma
Odesa limanına kayıtlı bir gemide bir tayfa
Sığınmış ceplerine yoksul elleri
İndiriyor içine bir bir o narin minareleri!
Boğazda tıkanan bir lokma gibi bir anda
Kız Kulesi!
- İmdat!
Ne Ukraynalı tayfa
ne de kimsecikler duyuyor bu sesi
Bir yanıt veren olmadı bu güne kadar
İnliyor Kız Kulesi!
Erdem Bayazıt
KUŞ SAYFALARI
Bir tren atılır kurşun gibi geceye,
Demir gibi gök yüklü tren
karanlığın ürpertisine girerken,
Ötede kuşlar derlenir ana olurken bir gün doğumuna.
Kent horozlarla uyanır, sularla gerinir zamana
geçerken ezanla.
Sayfalar sayfa olurken Kur'an'la
Bir kuş yağmuru boşanır bilmediğim bir yerden,
Bir boranın patladığı bir yerden.
Erdem Bayazıt
ÖLÜ VAKİTLERİ YAŞAMAK İHTİYAR EVLERDE
Duvarları çatlak
Tavanı dökülmeye hazır
Temelinde bitlerin karıncaların
ince bacaklı böceklerin gezindiğ
İhtiyar evlerde
Zamanı çekip üstümüze
Örtüyoruz kirli ve açık yerlerimizi.
Bir şey mi var
Sandık diplerinde saklanan
merdiven altlarında unutulan
Ahır köşelerine atılmış
paslı çivilerine asılmış duvarların
Nedir bizi bağlayan bütün bunlara
ve geçen zamana
Siz oturdunuz mu hiç kıldan ince uçurumlarda
Biz yatıyoruz her gün
beli bükülmüş duvar diplerinde
Uykumuz ürkek ceylanlara benziyor
Bazan yorgun taylara.
Biz sessiz ve kaygan zaman üstünde
Unutmuş ve aldırmaz görünüyoruz
Gıcırtılı merdivenlerden çıkan ölümü.
Biliyoruz işliyor saat tıkır tıkır
Her yerde ve her şeyde
Sesini çizerek sonsuzluğa
Tıkırtıların kımıltıların ve uzayan ağaçların.
Erdem Bayazıt
ÖLÜM RİSALESİ
- Aziz kardeşim Yusuf Erzincanî' (Ergün) nin anısına -
Önsöz
Damla damla oluşuyor hayat
Ölüm kımıl kımıl
Duymak kolay
Anlatmak değil.
Her an
Farkındayım
Az az öldüğümün.
Bilincindeyim doğan ayın
Eriyen karın, akan suyun
Ve usul usul tükenen zamanın.
Tekrarlayıp duruyor saat
Vakit de mahlûktur
Vakit de mahlûktur.
İşliyor kalbim
Eskiyor saçlarım
Ve gözlerimin en ince hücreleri.
Okuyorum hayatı
Toprağın üstünden çok
Altındakilerle var olduğunu.
Toprak
Ölüme aç
Ölüme muhtaç
Hayat.
Ölüm muhakkak
Ve ölüm mutlak
Tek kapısıdır ölümsüzlüğün.
Ölümle tanıştıktan sonra anladım
Sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanın.
Kesitler
Mahlûkta devinen
Gürül gürül bir ırmaktır ölüm.
Babalar ölür
Dolaşır eli ölümün
Saçlarında anaların oğulların.
Analar ölür
Kök salar hasret yüreklere
"Bir evlat pir olsa da"
O zaman anlar ancak neymiş öksüzlük.
Oğullar ölür
Bir kafes olur ölüm
Ana kalbi bir kuştur
Azad kabul etmez.
Sevgililer ölür
Bir hicret olur ölüm,
Bir sıla.
Mesela arkadaşlar
Arkadaşlıklar vardır okullarda
Bakarsın biri gelmez bir gün
Ve artık hiç gelmeyecektir
Simsiyah bir gölge düşmüştür adeta
Bahçeye koridorlara sınıflara
Bir fısıltı dolaşır dudaklarda
Kimi kirpikleri ıslak
Çökmüş bahçenin tenha bir yerine
Elinde bir çöp resmini çizer toprağa
Anıların
Kimileri öbek öbek toplanıp
Çaresizliği dile getirirler anlamsız sözcüklerle
- Nasıl olur daha dün beraberdik
- Salıncakta İki Kişi'yi izlemiştik daha dün nasıl olur
- Geçen pazar kırlarda dolaşmıştık
"Göçmen kuşlar yerli kuşlardan daha mutlu olmalılar
Hayatı dolu dolu yaşıyorlar" demişti,
unutamıyorum.
Sonra bir mezarlıkta
Bir çukurun başında
Bir kapının ağzında
Herkes susar
Konuşur ölüm.
Ve sürer hayat.
Bazan bir tekerlek altında
Ansızın gelir ölüm
Apansız biter sınav
Bir elektrik kesilmesi gibi
Kesilir tûlu emel.
Bazen ölüm vardır
Ölümden önce gelir
Mesela bir hapishanede bir hücrede yaşanır
Sorular hep yanıtsız kalır orada
Sadece konuşan rüyalardır
Yahut hayaller suskun duvarlarda
Gözler kabul eder parmaklar kabul eder
Ama beyin hep umuttan yanadır.
Bazan akan bir film şeridinin
Tek kare donan bir fotoğrafı gibidir
Ölüm.
Karşıda bir manga asker
Gözler namluların karanlık ağızlarını görmez de
Takılıp kalır masmavi gökyüzünde
Asılıp kalmış bembeyaz bir buluta.
Ölümden uzak ölümler vardır
Gazete ilanlarında rastlanılan
Dünyaya bağlılığın zavallı
Ve muannit
Bir belgesidir
Daha çok kalanlara ait.
Bir de bir örümcek ağının ortasına düşmüş
Bir sineğin titrek bacaklarında seyretmiştim ölümü.
Ölümler vardır:
Bir ağacın köklerinin topraktan
çatır çatır sökülmesi gibi
Can çatır çatır çıkar damardan
Ölümler vardır:
Can kuş gibi uçar gider
Bir martının süzülüp
Kaybolması gibi maviliklerde.
Bir Portre
Engin sakin berrak bir denize
Uçsuz bir kumsaldan ağır ağır
Nasıl yürürse insan
Sokrates öyle yürüdü ölüme.
Tilmizleri ağlaşırken
O vasiyet ediyordu:
- Asklepyos'a bir horoz borçluyuz
Unutmayınız.
Ne tuhafsınız dostlar
Güçsüz kadınlar gibi ağlaşmak niye
Yükselmek varken ölümsüzlüğe.
İnancına sahip olmak
İnsan olmanın şartı
Kölelikler içinde en onulmaz kölelik
Hayatın ölümcül yanına
Takılıp kalmak değil mi?
İlkin ayaklarında duydu Sokrates
Zehirin soğukluğunu
Ve yavaş yavaş ölüm
Yükseldi göğsüne çenesine.
Dudaklarında donan son bir tebessümle
Bir işaret taşı da böylece
Sokrates dikmiş oldu ölüme!
Ölümün Sesi
Ölümden bir işaret var her şeyde
Ölümün sesini duyuyorum şarkılarda, türkülerde:
- Kışlanın önünde redif sesi var
Namluların ucunda ölümün sesi!
- Bir ay doğdu geceden oy oy
Karanlığın ağzında ölümün sesi!
- Erzurum dağları kar ile boran
Vadilerin koynunda ölümün sesi!
- Ezo gelin durmuş bakar yollara
Umudun ardında ölümün sesi!
- Bir ihtimal daha var
Umuddan da öte ölümün sesi!
Kendi Ölümüme Ait Bir Deneme
Bir gün öleceğim biliyorum
Bunu her an ölür gibi biliyorum.
Anamın yüreğinde bir kor
Ölene dek sönmeyecek bir ateş
Kımıldanıp duracak hep.
Karım bomboş bulacak dünyayı
- N'olurdu birlikte ölseydik, deyip duracak
Oysa insan yalnız ölür
Ama o olmayacak dualarla teselli arayacak.
Kızlarımın gırtlaklarında bir düğüm
Bir süre kaçacaklar insanlardan
Boşluğa düşmüş gibi bir duygu içlerinde
Sonunda onlar da kabullenecekler öylesine.
Ölümüme en çabuk dostlarım alışacaklar
- Yaşayıp gidiyorduk yahû
Ne vardı acele edecek!
Diyecekler.
Biliyorum yaklaşıyoruz her an
Biliyorum oruçlu doğar insan
Ölümün iftar sofrasına!
Son Söz
Ve zaman döne döne
Gelmişti başlangıç noktasına
İlk yaratılış düğümüne.
Mahlukatın var olduğu
Yüzüsuyu hürmetine
Evrenin Efendisi'nin
Kavuşmak vakti gelmişti sevgilisine.
Hayatın menbaı
Merhametin son durağı
Mâdeni, muhabbet ocağının
Ateşler içindeydi
Yatağında.
İltica etmişti sanki Kâinat
Kutsal tenine
Hayata şafak olan alnında
Ter taneleri
Her biri insanlık çilesinden
Bir haberdi sanki
Bir an oldu
Aralandı gözleri
Sonsuzu kuşatan bakışları
Süzdü ciğerpâresi Fatıma'yı
Süzdü tek tek çevresindeki
Can dostlarını
Kıpırdadı dudakları, dedi:
- Ebu Bekir kıldırsın namazı
Sonra daldı daldı uyandı
Son defa aralandı
Bakışları
Yöneldi bir noktaya
Karar kıldı bir noktada
Ve dedi:
– Merhaba ey refik-i âlâ!
Olacak oldu
Akıllar kamaştı
Kalbler tutuştu
Feryat ve figan gökleri tuttu
Çekti kılıcını Faruk olan
Sıçradı orta yere:
- Kim derse "O öldü", öldürürüm!
Ayrılık ateşinden
Ateşin şiddetinden
Sanki bendler çözülmüş
Felekler çökmüştü
Şuur tutuşmuş
Akıl iflas etmişti.
Sonra Sıddıyk olan
Yetişti geldi
Baktı baktı yatağında hareketsiz yatan sevgiliye
Mağarada arkadaşına Hicrette yoldaşına
Sonra baktı çevresine
Mahşerden önce mahşer hali yaşayan
Ashabına
Âline
Ebu Bekir dedi:
- Ey nâs, susun!
Kim ki Resulullaha tapmaktadır
Bilsin ki Resul ölmüştür
Kim ki Allaha tapmaktadır
Bilsin ki Allah ölmez
Hayy ve Lâyemuttur.
Ey ns, susun!
"İnnâ Lillâh ve innâ ileyhi râciûn"
Sonra eğildi sevgilinin yüzüne
Sürdü bulutlanmış gözlerini
O güzellikler ülkesine
Baktı baktı ve dedi:
- Hayatında güzeldin,
Ölümünde güzelsin
Öldün
Bir daha ölmeyeceksin!
Erdem Bayazıt