Hz. İbrahim kıssası üzerinden 'korku' felsefesi
Varoluşçu felsefenin önde gelen isimlerinden Kierkegaard, Hz. İbrahim'in kıssası üzerinden "korku" kavramını temellendirdi. Korkuyu varoluşçu felsefe ve özgürlük bağlamında açıklayan Kierkegaard'ın düşüncelerini, felsefesini ve korku kavramının İslamiyet'teki yerini siz Fikriyat okurları için incelemeye tabi tuttuk.
Giriş Tarihi: 23.12.2019
17:21
Güncelleme Tarihi: 23.12.2019
18:34
Varoluşçuluk felsefesi; evrenin, dünyanın varoluşunu anlatan geleneksel tümel felsefeye tepki olarak ortaya çıkmıştır. Hakan Gündoğdu, Varoluşçu Felsefelerdeki Bazı Ortak Özellikler çalışmasında, bu felsefenin tümelin daha önemli olduğu düşüncesinde olan Platon'un temsil ettiği klasik felsefeden ve tezatlardan oluşan Hegel'in diyalektiğinden bütünüyle ayrıldığını düşünür. Varoluşçu felsefecilere göre, felsefenin temeli, yalnızca düşünen özne değil, bir birey olarak öznedir. Varoluşçular "saçma" olarak adlandırdıkları bu dünyadan kopma eğilimindedirler.
Danimarkalı filozof ve teolog olan Kierkegaard , ilk varoluşçu filozof olarak kabul edilir. Varoluşçuluk felsefesinin öncüleri Søren Kirkegaard, Martin Heidegger, Gabriel Marcel, Karl Jaspers ve Jean-Paul Sartre gibi filozoflardır. Her ne kadar bu filozofları varoluşçuluk felsefesinin öncülleri saysak da düşünce olarak ayrışan noktaları vardır. Örneğin; Sartre varoluşçuluğun ateizm kanadını oluştururken Marcel, Kirkegaard bu ekolün dindar kanadını oluşturur.
Varoluşçu felsefecilerde görülen korku, kaygı, bunaltı temaları Kierkegaard felsefesinde de karşımıza çıkar. Kierkegaard, klasik Hegel felsefeciliğini eleştirir, söz konusu felsefenin soyut mantıksal düzlemde ilerlediğini bunu yaparken de bireyin gerçek yaşamını gözden kaçırdığını düşünür. Kierkegaard'a göre varoluş somut ve öznel olan insanın bizatihi yaşamıdır. Bu sebeple felsefenin somut düşünme olan varoluşçuluğa yönelmesi gerektiğini düşünür.
Varoluşçuluk felsefesinin temaları insan özgürlüğü, ölüm, kaygı ve iç sıkıntısı gibi kavramlardır. Bu felsefenin ortak ilkelerine baktığımızda; insanın merkeze alınması ve "birey" olarak konu edinilmesi esastır. Sartre'ın "birey"i ilahsız bir evrene fırlatılmıştır. İlahsız bir evrene fırlatılan birey, bu dünyada yalnızdır ve bu sebeple varolduğu andan itibaren bir iç sıkıntısı, buhran ve "bulantı" ile karşı karşıyadır. Sartre'in Bulantı eserindeki ana tema da bu varoluşsal kaygıların ortaya çıkardığı "bulantı"dır.
Kierkegaard ve varoluşçuluk
Varoluşçuluğun temelinde insanı anlamak ve çözümlemek yatar. Kierkegaard'ta Benlik ve Varoluş çalışmasında Vefa Taşdelen'in ifade ettiği gibi, Hegel felsefesinde "ben";"düşünen olarak varolan öznenin en yalın anlatımı" ve yalnızca felsefenin değil tüm varlığın merkezi konumundadır. Kierkegaard ise insan olmanın en yüce merhalesine "ben" olmaya ulaşıldığı vakit elde edileceğini düşünür. Ben olmak kişinin ulaşabileceği en yüksek varoluş seviyesidir. Kierkegaard'da Hegel'deki gibi bütünün bir parçası olan "ben" değil birey konumundaki "ben" esastır.
Varoluşçuluğun klasik felsefeden ayrılan bir diğer ilkesi ise; "varoluş özden önce gelir" düşüncesidir. Bu düşüncenin sahibi olan Sartre; bir yaratıcının olmadığını ve bu sebeple de onun tarafından belirlenmiş bir insan doğası olamayacağını, kişinin kendi özünü, doğasını kendisinin oluşturacağını savunmuştur. "Varoluş özden önce gelir" düşüncesi ise Kierkegaard tarafından Sartre'ın kullandığı manada kabul edilmez. Kierkegaard, Sartre gibi Yaratıcıyı reddetmez bilakis onun felsefesi Yaratıcı ile birey ilişkisini merkeze alır.