Arama

Mehmet Akif Ersoy Şiirleri: Anlamlı, En Güzel Mehmet Akif Ersoy Sözleri

Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy, yazdığı şiirler, yazılar ve verdiği vaazlar ile ümmet birliğini hedefleyen müstesna bir isimdi. Milli mücadele sırasında vaaz kürsüsünden yaptığı vaazlarla; sözleri, şiirleri ve yazıları ile kuşaklara etki etti. Sizler için Mehmet Akif Ersoy şiirleri, sözleri, kitapları ve en güzel dizelerini bir araya getirdik.

Edirne

Edirne kal'asıdır gördüğün hisar-ı mehib
Şu zirvesinde biten simsiyah ağaç da salib
Murad-ı evveli koynunda gezdiren tepeler
Nasıl rüku ediyor Ferdinand'a bak bu sefer
Bizim midir sanıyorsun şu yükselen bayrak?
Çeken Savof, Lala Şahin değil kuzum, iyi bak
Edirne! İşte o islamın ahenin suru
Edirne! İşte o şarkın cebin-i mağruru
İkinci aşr-ı tealisi Al-i Osman'ın
Birinci mevki-i feyyazı belki dünyanın
Edirne! İşte o şarkın demir kilidi
Sefil ayakları altında Bulgar'ın şimdi
Muzaffer ordusu hakkıyla(!) intikam alıyor
Kadın, kız, çoluk, çocuk, erkek ne bulsa parçalıyor
Bu katliama da razıyım ihtiram olsa
Harim-i dini de geçtik harim-i namusa
Şu dört minareli cami ki yoktu hiçbir eşi
Ki parlıyordu hilalinde sanatın güneşi
Salibi sineye çekmiş de bekliyor. Nevmid

Ey Yolcu, Uyan‎

''Allah'a dayandım! '' diye sen çıkma yataktan...
Ma'na-yı tevekkül bu mudur? Hey gidi nadan!
Ecdadını, zannetme, asırlarca uyurdu;
Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu?
Üç kıt'ada, yer yer, kanayan izleri şahid:
Dinlenmedi bir gün o büyük nesl-i mücahid.
Alemde ''tevekkük'' demek olsaydı ''atalet''
Miras-ı diyanetle yaşar mıydı bu millet?
Çoktan kürenin meş'al-i tevhidi sönerdi;
Kur'an duramaz, Nezd-i İlahi'ye dönerdi.

''Dünya koşuyor'' söz mü? Beraber koşacaktın;
Heyhat, bütün azmi sen arkanda bıraktın!
Madem ki uyandın o medid uykulardan,
Bir parçacık olsun, hadi, hiç yoksa, kımıldan.
Dünya koşuyorken yolun üstünde yatılmaz;
Davranmayacak kimse bu meydana atılmaz.
Müstakbeli bul, sen de koşanlarla bir ol da;
Maziyi, fakat, yıkmaya kalkışma bu yolda.
Ahlafa döner, korkarım, eslafa hücumu:
Mazisi yıkık milletin atisi olur mu?

Ey yolcu, uyan! Yoksa çıkarsın ki sabaha:
Bir kupkuru çöl var; ne ışık var, ne de vaha!

Gitme Ey Yolcu

Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım:

Elemim bir yüreğin kârı değil paylaşalım:

Ne yapıp ye'simi kahreyleyeyim bilmem ki?

Öyle dehşetli muhîtimde dönen mâtem ki!

Ah! Karşımda vatan nâmına bir kabristan

Yatıyor şimdi Nasıl yerlere geçmez insan?

Şu mezarlar ki, uzanmış gidiyor, ey yolcu,

Nereden başladı yükselmeye, bak, nerede ucu!

Bu ne hicrân-ı müebbed, bu ne hüsrân-ı mübîn

Ezilir rûh-i semâ, parçalanır kalb-i zemin!

Azıcık kurcala toprakları, seyret ne çıkar:

Dipçik altında ezilmiş, parçalanmış kafalar!

Bereden reng-i hüviyetleri uçmuş yüzler!

Kim bilir hangi şenaatle oyulmuş gözler!

«Medeniyet» denilen vahşete lânet eder,

Nice yekpâre kesilmiş de sırıtmış dişler!

Süngülenmiş, kanı donmuş nice binlerle beden!

Nice başlar, nice kollar ki, cüdâ cisminden!

Beşiğinden alınıp parçalanan mahlûkât;

Sonra nâmusuna kurban edilen bunca hayat!

Bembeyaz saçları katranlara batmış dedeler!

Göğsü baltayla kırılmış memesiz vâlideler!

Teki binlerce kesik gözdeye âid kümeler:

Saç, kulak, el, çene, parmak Bütün enkaz-ı beşer!

Bakalım, yavrusu uğrar mı, deyip, karnından,

Canavarlar gibi şişlerde kızarmış nice can!

İşte bunlar o felâket-zedelerdir ki, düşün,

Kurumuş ot gibi doğrandı bıçaklarla bütün!

Müslümanlıkları bîçârelerin öyle büyük

Bir cinâyet ki: Cezâlar ona nisbetle küçük!

Ey bu toprakta birer nâş-ı perişan bırakıp

Yükselen, mevkib-i ervâh! Sakın arza bakıp

Sanmayın: Şevk-ı şehâdetle coşan bir kan var

Bizde leşten daha hissiz, daha kokmuş can var!

Bakmayın, hem tükürün çehre-i murdarımıza!

Tükürün: Belki biraz duygu gelir ârımıza!

Tükürün cebhe-i lâkaydına Şark'ın, tükürün!

Kuşkulansın, görelim, gayreti halkın, tükürün!

Tükürün milleti alçakça vuran darbelere!

Tükürün onlara alkış dağıtan kahbelere!

Tükürün Ehl-i Salîb'in o hayasız yüzüne!

Tükürün onların aslâ güvenilmez sözüne!

Medeniyet denilen maskara mahlûku görün:

Tükürün maskeli vicdânına asrın, tükürün!

Hele İ'lanı zamanında şu mel'ul harbin,

"Bize Efkar-ı umumumiyesi lazım Garb'ın";

Oda ALLAHI bırakmakla olur herzesini,

Halka iman gibi telkin ile, dinin sesini

Susturan aptalın idrakine bol bol tükürün

Yine hicran ile çılgınlıgın üstünde bu gün,

Bana Vahdet gibi bir yar-ı musaid lazım

Artık ey yolcu bırak, ben yanlız ağlayayım

Fatih Camii

Eğildi sonra o dağlar huzurunda ALLAH'ın

Kapandı secdeye sonra korkusuyla ALLAH'ın

İnayetiyle ALLAH kaldırınca herbirini

Semaya doğru o dağlar da açtı ellerini

O anda yüreklerden öyle dehşetli bir feryat koptu

Ki ruhum sonsuza dek hatırlayacak bunu!

Kesildi bir aralık inleyen hüzünlü sesler...

Ne oldu Arş'a kadar yükselen o yanıp yakılmalar,

O coşku içindeki iman?

Evet! çağlayarak işte rahmeti ALLAH'ın...

Bütün yüreklere serpildi kubbeden bir ruh

güvenmenin, huzurun ruhu...

Âhiret Yolu

sokakta sâde bir 'âmîn! ' sadâsıdır gidiyor:

mahalle halkı birikmiş, imam duâ ediyor.

basık bir ev; kapının iç yanında bir tâbût,

başında çınlayan âvâzı dinliyor, mebhût;

denildi: 'fâtiha! '; âmîni kestiler bu sefer,

göğüsler inledi, derken, açık duran eller,

hazîn alınları bir kerre okşayıp indi;

deminki zemzemeler bir zaman için dindi.

duyuldu sonra imâmın nidâ-yı mağmûmu,

diyordu:

- söyleyin allâh için şu merhûmu,

nasıl bilirsiniz ey müslümanlar?

- iyi biliriz!

-yarın huzûr-i ilâhîde toplanıp hepiniz,

bu yolda hüsn-i şehâdet edersiniz ya?

- evet!

- imâm efendi, helâllık da iste, merhamet et...

- helâl edin hadi öyleyse şimdi hakkınızı.

- helâl edin hadi bekletmeyin adamcağızı!

cemâatin yüreğinden kopup 'helâl olsun! '

nidâ-yı saffeti, birden cenâze, ah-ı derûn,

misâli uğradı evden; fezâda yükseldi

içerde başladı bir cûş-i nevhadır şimdi;

baş örtüsüyle kadınlargözüktü pencereden:

-bıraktın öyle mi, en sonra kardeşim, bizi sen!

-yıkıldı dostlar evim, barkım... ah gitti kocam! ..

-dayım melek gibi insandı; ben nasıl yanmam!

-tamam otuz senedir komşuyuz da bir kerre,

kızıp da 'ey! ' demiş insan değildi, hemşîre!

-zavallı remziye! boynun büküldü evlâdım...

-babam ne oldu?

-baban... öldü.

-etme ayşe hanım,

bu söylenir mi ya? hicrân olur zavallı kıza...

ayol, şu öksüzü bir parçacık avutsanıza...

açın da cumbayı etrâfa baksın ağlamasın...

göründü cumbada baktım ki tombalak, sanşın,

sevimli bir küçücek kız... beiinde ancak var.

donuk yanakları üstünde parlayan yaşlar,

zavallının eriyen ruh-i bî-günâhı idi.

benim o mersiye yâdımda ağlıyor ebedî.

sefine pâre ki sırtında mevc-i bî-hissin,

yüzer... önünde ademden nişâne bir engin,

çeker durur onu sâhil-cüdâ açıklarına;

bakar mı bir taşın üstünde durmuş ağlıyana?

cenâze dûş-i cemâatte çalkalandıkça,

o tahta pâreye benzerdi, düşmüş emvâca.

nasıl duyar ki uzaklarda inleyen kadını?

nasıl görür ki yetîmin huruş eden yaşını?

bu hây ü hûy-i kıyâmet-nümûn içinde söner,

samîm-i hilkati sûzân eden enîn-i beşer.

değilmiş öyle geniş nâlenin hudûdu meğer:

sokak bitip dönülürken kesildi mâtemler.

o tahta pâre-i câmid, o iğbirâr-ı samût,

güzer-gehindeki eşbâhı bir mehîb sükût

içinde haşr ederek dalgalarla seyrediyor;

zemîne bakmıyor artık semâ deyip gidiyor.

bu mahmilin neye sık sık değişsin efrâdı?

suâli fikre büyük bir hakîkat anlattı:

evet bekâ ezecek cism-i zâr-ı fânîyi,

vücûd çekmiyecek ömr-i câvidânîyi,

bu bâr-ı müdhişin altında titreyip dizler,

dayanmıyor üç adımdan ziyâde dûş-i beşer!

ağır ağırgidiyorken cenâze kâfilesi,

nihâyet oldu musallâ birinci merhalesi.

çıkınca üstüne son minberin hatîb-i memât,

açıldı dîde-i im'âna perde perde hayât.

*******

senin en son serîrindir şu bî pervâ uzanmış taş;

ki nermin hâb-gâhından çıkar, bir gün vurursun baş!

elinden yok halâs imkânı, mâdâme'l-hayât uğraş...

o, mutlak sedd-i râhındır, aşılmaz.. muktedirsen aş! '

musallâ: müncemid bir mevcidir eşk-i yetîmânın;

musallâ: ahıdır, berceste, mâtem-zâr-ı dünyânın;

musallâ: minber-i teblîğidir dünyâda, ukbânın;

musallâ-: ders-i ibrettir durur pîşinde, irfânın.

bu minberden iner nâsûta en müdhiş hakîkatler,

bu yerden yükselir lâhûta en hâlis kanâ'atler.

civârından geçer zulmette bî pâyan hayâletler:

kefen-ber-dûş geçmişler, kalan üryan sefâletler!

babam, kardeşlerim, evlâdım, annem... belki bunlardan

muazzez bildiğim kıymetli birçok yâr-ı can el'ân

bu taştan atfeder zanneylerim dünyâya son im'ân...

benim rûhum bu heykelden duyar hâmûş bin efgân!

serîr-i saltanatlar devrilir, alt üst olur dünyâ;

müşeyyed bürc ü bârülar düşer bir bir, bu taş hâlâ,

zamânın dest-i tahrîbiyle, durmuş, eyler istihzâ;

bütün mevcûda hâkim bir adem timsâlidir gûyâ.

namaz kılındı; duâ bitti. kârban, yoluna

düzüldü taht-ı memâtın girip birer koluna.

yarım sâat henüz olmuştu. yolcular durdu;

demek ki; komşusu dünyânın âhiret yurdu.

cenâze indi omuzdan yavaş yavaş, sonra,

sokuldu servilerin ortasında bir çukura,

atıldı üstüne üç beş kürek kemikli çamur

kabardı toprağın altında bir an, bir ur!

evet, çıban, ki yatan duymuyorsa dehşetini,

dönün de arkadakinden sorun fecâ'atini·

sükûn içinde uyurken şu bir yığın toprak

ilel'ebed o küçük rûh çırpınıp duracak! ...

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN