Mehmet Akif'in Bursa'nın işgali üzerine yazdığı şiir: Bülbül
Bursa, Birinci Dünya Savaşı sonrasında 8 Temmuz 1920′de Yunanlılar tarafından işgal edildi. 11 Eylül 1922′ye kadar esaret altında kaldı. Bursa'nın işgaline çok üzülen ve meclis kürsüsüne siyah örtü örtülmesinden etkilenen İstiklal Marşı ve Safahat şairi Mehmet Akif, Taceddin Dergâhı'nda Bülbül adlı şiirini kaleme aldı.
Önceki Resimler için Tıklayınız
Mehmet Akif Ersoy Bursa'nın işgal altında olmasından duyduğu üzüntü ile "Bülbül" şiirini yazdı. 11 Eylül 1922 tarihinde büyük mücadeleler sonucunda işgalden kurtarılan Bursa, bağımsızlık yolunda atılmış en önemli adım olan Mudanya Mütarekesine ev sahipliği yaptı. Mudanya Mütarekesi zaferle sonuçlanan Kurtuluş Savaşı'nın bağımsızlık yolunda atılan önemli adımlarından oldu.
8 Temmuz 1920'de Ankara üzerine saldırıya hazırlanan Yunan kuvvetleri, Bursa'ya girmişlerdi. Ordularımız ve ordu birliklerimiz Sakarya'nın doğusuna çekilmeye başlamışlardı. Yunan yanlısı Batı basınında hemen her gün manşetten verilen savaş haberleri ile bütün dünyanın gözleri Ankara önlerine çevrilmişti.
Bu acı olayların haberi bütün vatan sathında bir alev dalgası gibi dolaştığı sıralarda Ankara'da TBMM'de Burdur mebusu olarak vazifesine devam eden Mehmet Akif, Bülbül adlı şiirini bu kederli ortamda bir gece içinde tamamladı. Akif'in oğlu Emin Ersoy, bu şiir yazılırken çekilen çileleri sonraları yayınlanan hatıralarında nakletti. Akif'in şiiri, bütün gece ağlayarak yazdığını söyler.
Bülbül şiiri, Yunanlıların Bursa'yı işgal edişleri üzerine yazıldı. Yurdun bir bölümünün işgal edilişini tasvir ve hikâye eden şiir, Safahat'ın VII. Kitabı "Gölgeler"de yer alır. *Taceddin Dergâhı'nda yazılan şiir, Sebilürreşad mecmuasının 7 Mayıs 1921 tarihli nüshasında yayınlanır.
*Taceddin Dergâhı: Ankara'da 17. yüzyılda Şeyh Tâceddinzâde Mustafa Efendi tarafından yaptırılan ve Mehmed Âkif Ersoy'un içinde İstiklâl Marşı'nı yazdığı dergâhtır.
— Basri Bey oğlumuza —
Bütün dünyâya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım;
Nihâyet, bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.
Şehirden kaçmak isterken sular zâten kararmıştı;
Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdîyi sarmıştı.
Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hilkat kesilmiş lâl...
Bu istiğrâkı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl.
Muhîtin hâli «insâniyyet»in timsâlidir, sandım;
Dönüp mâzîye tırmandım, ne hicranlar, neler andım!Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd,
Zalâmın sînesinden fışkıran memdûd bir feryâd,
O müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu:
Ki vâdîden bütün, yer yer, eninler çağlayıp durdu.
Ne muhrik nağmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc demlerdi:
Ağaçlar, taşlar ürpermişti, gûyâ Sûr-i Mahşer'di!