Mevlâna'nın tesir gücüyle edebiyat
On üçüncü yüzyılda tasavvufun temel taşlarından birisi olan Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî, içinde bulunduğu yüzyılı aşarak asırlar boyunca seçkin bir şair, mutasavvıf ve mütefekkir olarak kabul edildi. Mevlâna'nın tesir gücü ve etki alanı Amerika'dan Japonya'ya kadar tüm kıtaları kapsadı. Ölümünün 745'inci yılında, 66 yıllık ömrünün asırlara nasıl yayıldığını sizler için derledik.
Büyük bir mütefekkir, büyük bir şair, büyük bir mürşit olan Mevlâna çok yönlü, çok boyutlu bir fikir adamı olarak dikkat çeker. Mükemmel bir şekilde yetişmiş, devamlı surette mükemmel insan (insan-ı kâmil) yetiştirmenin gayretini vermişti. Yaşadığı devirden günümüze kadar örnek yaşantısıyla, evrensel fikirleriyle insanlığa rehber oldu. O, içinde yaşadığı toplumun sorunlarını çok iyi tespit etmiş, yerinde ve zamanında çözümler sunmuştu.
Mevlâna, insanlarla ilişkilerinde toplumun hiçbir kesimini dışlamamış, hepsini kucaklamış, kılıç, kalem ve kelâm ehlini birbirine kenetlemeye, birlik beraberlik içinde yaşamaya, kardeş olmaya çağırmıştı. Selçuklu sultanları başta olmak üzere, vezir ve emirlerle, ulema ve mutasavvıflarla sıkı diyalog kurarken, toplumun diğer kesimlerini ihmal etmemiş, onlarla da ilişkilerini sürdürmüştü.
Mevlâna'nın tesiri sadece yaşadığı dönemle sınırlı kalmamış, örnek yaşantısının, her dem tazeliğini koruyan fikir ve eserlerinin tesiri çok geniş bir zaman ve mekâna yayılmıştı. İnsanlık on üçüncü asırdan günümüze kadar büyük bir merakla onu daha da yakından tanımaya, anlamaya çalışıyor.
Mevlâna; Yunus'tan Şeyh Galib'e; İkbal'den Goethe'ye kadar birçok kalem erbabına ilham vermiş, Türk İslâm medeniyetine, Doğu ve Batı dünyasına ışık olmuştur. Eserleri, 200'den çoğu İngilizce olmak üzere onlarca dile çevrilmiş, insanlığın bu ışıktan istifade etmesine imkân sağlanmıştır.
"Mevlâna Hüdavendigâr bize nazar kılalı
Onun görklü nazarı gönlümüz aynasıdır."
Yunus Emre, Mevlâna'nın hayranlarındandı. O, Mevlâna'nın Mesnevî'sini devamlı mütalâa etmiş, o ilâhî sözlerden aldığı âşıkane ilhamları yanık şiirlerinde anlatmış, Mevlâna'nın ney'den dinlettiği iniltileri, Yunus, su dolabından dinletmişti. Yunus'un şiirlerinde Mevlâna, sevgi ve saygı ile anılır.
Yunus, Mevlâna'nın semâ' meclislerinde bulunmuş, Mesnevî'yi, Dîvân-ı Kebîr'i okumuş; Mevlâna'nın mazmunlarını bazen aynen, bazen tasarrufla kullanmıştı. O, Mevlâna'nın tasavvufî hümanizmasının birçok unsurlarını, Tapduk Emre'den insancıllığın heyecanını almıştı. Gerek tarikat silsilesi, gerek fikir yönüyle Yunus Emre, Mevlâna'nın meşrebini benimsemiş, onun yolundan gitmişti.
Hacı Bektaş'ın hitap ettiği muhit ile Mevlâna'nın hitap ettiği muhit, özellikle fikrî açıdan birbiriyle uyuşmaz. Hacı Bektaş'ta, Mevlâna hakkında duyduğu haberlerden dolayı bir merak, bir arayış hâsıl olur. Yani o, arayan, merak eden bir pozisyondaydı. Mevlâna'nın onun hakkında herhangi bir arayışa, araştırmaya girmemesi de kendisinde mevcut olan öz güvene, kendi kendine ve hatta başkalarına da yeter kapasitede olduğuna delâlet eder.
Mevlâna, meşrep bakımından uyuşmadığı Hacı Bektaş-ı Veli'ye herhangi bir şekilde cephe almamış, bir yerde köylü kesimin eğitimini, irşadını ona bırakmış; kendisi de şehirlilerin, şiir ve sanat erbabının irşadıyla ilgilenmiştir. O daha çok münevverlere hitap etmiş, aristokrasi ve şehir çevresinde etkili olmuştu.
Doğu bilimci Annemarie Schimmel, Mevlâna – Hacı Bektaş karşılaştırmasını şöyle yapar: "Bütün coşkun ve heyecanlı hâllerine rağmen Mevlâna, sanatla şekillenmiş bir hayat üslûbuna çok daha önem veriyordu. Böylece de o, yöre halkının haddini bilmeyen ölçüsüz derviş gruplarına hayran olduğu veya onun çağdaşı Hacı Bektaş-ı Veli'nin yoluna gittiği bir dönemde, kentlilerin önderi ve mürşidi olmuştur. Yüzyıllar içerisinde Hacı Bektaş'ın tekkeleri, Türk tasavvufunun son derece enteresan bir fenomeni hâline gelmiş ve Türk Divan şiirinden bağımsız kendine has bir şiir ortaya koymuştur. Ayrıca Hacı Bektaş-ı Veli'nin Yeniçerilerle çok sıkı bir bağı vardı. Buna karşılık Mevlâna'ya bağlı dergâhlar, halkın en seçkin ve kültürlülerini – sultan da dâhil– cezbediyor ve müzisyenlerin, şairlerin ve hattatların toplandıkları bir yer hâline geliyordu."